Bülbülü Öldürmek
Güneş yakıcı yüzü ile, ebediyet hissi veren çöl üzerinden usul usul elini eteğini çekiyordu. Etrafta yüksek kum tepelerinin hükmü sürmekte, gök ve yer ince bir çizginin sınırında yakınlaşmaktaydı. Esen keskin rüzgarların sesi katı sessizliğin ortasına inerken, her yeni atağında da deliliğin ve kayboluşun eski izlerini getiriyordu. Ölümün saydam gece perdesi hızlı etkisini kullanarak çölü kaplamak üzereydi.
Gezgin duraksadı, yürümeye bir ara vermesi gerekiyordu. Yorgunluktan değil zihnine, ruhuna, kalbine rahatça ulaşabilmek için. Üstelik gece oluyordu ve geceler çöl koşullarında gündüzlere göre daha tehlikeliydi. Arayışına devam etmeden önce, eğer istediğini bulursa o son hamleyi yapabilecek cesaretle davranabilme umuduyla, verdiği bu içsel aralar gerekliydi. Çok uzun zamandır yollarda mücadele ediyordu. Sadece bir amacı olmasına rağmen, mücadele çıkılması çok güç sarp kayalıkları andırıyordu. Hava şartları, zaman, insanlar ve özellikle ayna yansımalarıyla başa çıkmaya çalışmak onu zorluyordu. Vazgeçecek düzeye geldiği çok olmuştu, diğer tüm unsurlar bir yana ayna yansımalarıyla, yani kendisi ile verdiği mücadele yoğun bir zihinsel, ruhsal, kalpsel süreci içeriyordu. "Bunu yapmana gerek yok" cümlesi zihninin en güçsüz odalarında yankılandıkça misyonunu, en kötüsü aşkı uğruna gerçekleştirmek üzere olduğu görevini unutur hale geliyordu. Yenilenmek, içini kemiren düşünsel ufka yeni kimlikler kazandırmak gücünü, indiği kendi kuytularında bulamadığı an yaptıklarının, aştığı zorlu yolların, boşa çıkacağı an olacaktı. Biliyordu, buna izin veremezdi... Aşık olduğu "Gül" ona aitti, o saf "Bülbül" e değil.
Çok uzun olmamakla beraber çok kısa da değildi, uzaktan bir gölgeyi andırıyordu. Üzerinde vücudunu etraflıca örten gri bir pelerin vardı, açıkta duran esmer yüzü kum içerisindeydi. Saçları dağınık, birbirine karışmış durumdaydı. Ellerinde, çeşitli yüzükler ile bazı dövmeler dikkat çekiyordu. Dövmeler birkaç divan şiirinden alıntılar içeriyordu, geneli "Gül" e yapılan seslenişlere aitti. Gözleri... Asıl merak uyandıran gözleriydi. İrislerinin önü yoğun bir sis ile örtülüydü. Gezgin göremiyordu, en azından düşündüğümüz manada göremiyordu. Gözleri işlevini yerine getirmiyordu fakat o, görememesinin olumlu bir durum olduğunu hissediyordu. Zira görüş, imgelem gücünü kesebilir, kavrayışında bir yanılsamaya yol açabilirdi. Aşk hissine duyduğu saygısı bu noktadan kaynaklanıyordu. "Gül" ü hiç görmemişti ama nasıl olduğunu gayet iyi biliyordu. Zihni her an onu betimliyordu, kırmızısını, ince belini, kokusunu. Görememesinin ona bir diğer yararı da rüyaları olmuştu. Her ne kadar son dönemde gördüğü rüyalar salt kabuslardan ibaretse de geçmiş ve gelecek köprüsünü hep rüyaları kurmuştu. Gözleri rüyaları olmuştu... Kabusu ise aynıydı, misyonunu tamamladıktan sonra, yani "Bülbül" ü öldürmesinin ardından, sımsıkı sarıldığı "Gül" onu kanatıyordu. Bedeninin tüm gözeneklerinden kan çıkıyordu. Uyanıkken bile görebildiği bu kabuslar nadir de olsa onu korkutuyordu.
Pelerinini kumlara serdi, oturdu... Yaptığı yolculukları düşündü, sona yaklaşıyordu. Bu noktaya gelene kadar, mağaraları, okyanusları, kentleri, ormanları aşmıştı. Geçtiği tüm yerlerden kendisine çeşitli yaralar miras kalmıştı. Ruhsal ve bedensel yaralar. Odaklandı, ruhunu, zihnini, kalbini tek bir noktada birleştirdi. "Gül"... Yolculuklarını tekrardan yaşıyordu, ders almak için, düştüğü hatalara yeniden düşmemek için. İyot kokusu burnuna geliyordu, derin su sesleri, ağaç dallarının salınması hepsi tekrardan yanındaydı. Yarım saat kadar hareketsiz kaldı, sonra pelerinine uzandı. Uyumaya çabaladı, en iyisi güneş doğduğunda yola koyulmaktı.
Sabah, güneş ortaya çıktığında "Gezgin" yola koyuldu. Belirli aralıklarla üç gün boyunca yürüdü. Bu süre zarfında, "Bülbül" ü düşündü. "Gül" ü hiç hak etmiyordu o, onun için hiçbir tehlikeye boyun eğmemiş, hiçbir mücadeleye girişmemişti. Sesi haricinde "Gül" için anlam teşkil ettiğine de inanmıyordu. Hayır aşk gibi güçlü, ulaşılmaz bir duygu "Bülbül" için fazlaydı. Haddini aşan bir yanılsamaydı onun yaşadığı. Geriye kalan tek çare ise onun ölmesiydi. "Gezgin" tarafından öldürülmesi. Korkakça kaçmaya çabalarken, "Gezgin" in avuçlarında can veren "Bülbül", "Gül" tarafından görüldüğünde "Gezgin" istediğine kavuşacaktı.
Üç günün nihayetinde, "Gezgin" "Bülbül" ün altın kafesine ulaştı. Kafesin bulunduğu ağacın altında saklı bir bahçe vardı. "Gezgin" bahçeyi net biliyordu, rüyalarında onlarca kez görmüştü burayı. Burayı ve bir labirenti andıran bahçenin ortasında yer alan "Gül" ü. Kalbi hızla atıyordu, nefes alış verişleri sıklaşmıştı. Altın kafesin yer aldığı ağaca tırmanmaya başladı süratle. Kafesi alıp yere indi, kafesin demirini açtı. "Bülbül" ün kaçacağını tahmin etmişti ama "Bülbül" kaçmadı. Sadece bakışlarını "Gezgin" e dikip öylece durdu. "Gezgin" bakışları hissedebiliyordu.
"Bülbül" ü kafesten çıkardı avuçları arasına aldı. Tereddüt etmeden yapması gerekeni yaptı. "Bülbül" ün cansız bedeni toprağa düştü. "Gezgin" o sıra burnunun kanadığını hissetti ardından kulakları, ağzı, her tarafı kanıyor, dövmeleri siliniyordu. Dizlerinin üzerine düştü, acı bir çığlık duydu, olanı görebiliyordu. "Gül" kuruyordu, kokusu gitmiş, kırmızısı silinmişti. "Gezgin" in canı ilk kez bu kadar yanıyordu. "Gül" acılar içerisinde öldüğünde, "Gezgin" de kaskatı kesildi. Düştü, elleri "Bülbül" e ve "Gül" e doğru dönüktü. Gözlerinin sisi çekilirken, kahverengi göz bebekleri ortaya çıktı.
Metin Çalışkan , tebrik ederim sevgili kardeşim güzel bir öykü idi anlatımını çok seviyorum ama biliyorum ki daha da iyi kurgulayıp anlatabilirsin 👍
Ne gül olmak kolay ne bülbül...
Bülbül olmayı seçtiysen bir ömür yanacaksın, gül olmayı seçtiysen bir ömür solacaksın... ''alıntı'' 🙂
SEVGİMLE...