Butimar
Butimar’ın denize yansıyan görüntüsünde susuzluğu gördüğümde ‘tükenmesin diyerek tükendiğim’ her şey için…
Yıllar önce saman rengi bir kağıda yazmışım bu cümleyi. Paltomun iç cebinin derinliğinde eciş bücüş olmuş bir şekilde buldum. Keza yazısı da öyleydi; eciş bücüş... Kırk gün kırk gece başında bekleyerek devam ettirmek istediğim ama asla sonrasını –bir şekilde- yazamadığım yüklemsiz cümle…
O günü dün gibi hatırlıyorum. Soğuk ve karlı bir şubat gecesiydi. Herkes uyumuştu. Odamdaki sobanın içi geçmişti ve üzerindeki çaydanlığın fokurdaması çoktan bitmişti. Ölü yazarların yaşayan kitapları arasında kendimi hayata karşı idare ediyordum. Vazgeçişlerden öte kabullenişlerin zamanıydı. İşte o zaman yazmıştım bu cümleyi saman rengi bir kağıda… Şu an hissettiğim aynı histeri tutulmasıyla yazmıştım hem de. Dün gibi hatırlıyorum. Anlamının yoğunluğunda devamı için bana ilham olacakları düşünmüştüm hep. Yazıp yazıp silmiştim. Gayretimin sonucu olarak yazabildiğim birkaç söz öbeği dışında elimden bir şey gelmemişti ne yazık ki. Daha kötüsü zaman geçtikçe kâğıt üzerinde anlamını yitirmeye başlamıştı .Yerini yadırgamıştır diye düşünmüştüm. Zamanını yadırgamıştır diye düşünmüştüm. Belki de öznesini yadırgamıştır diye… Sefaletlerin modern olduğu bu zamanda doğup büyümenin getirdiği zoraki yükümlülüğün yüklediği ağırlığı taşımanın bıkkınlığı diye düşünmüştüm. Tamamlanmamış. Yarımdan bir eksik ya da bir fazla… Şimdi bu yarım kalmışlığı tamamlama cesaretini gösteriyorum. Belki tamamdır, tamamsa.
...minnettarım.