Butka
Butka !
Yağmurlu ıssız çatıdan gelen seremoni ile güzel uykunun sonunda uyandım o gün. Pencerem Kaçkar’a bakarken, yoldan bavulu ile ilerleyen bir kadın gördüm. İşte hikâyem orada başladı benim.
Öğle saatlerinde çocukların fısıltılarıyla yürüdüklerini gördüm, köye gelen yeni öğretmen bahsettikleri şey tamda buydu galiba, o sabah yorgun adımlarıyla ellerinde bavulu olan bayan.
Ben ise üniversite hayatını İstanbul’da geçirmiş, birkaç işte çalıştıktan sonra vatani göreve gitmiştim. Sonra büyük şehrin yorgunluğu, gurbetten kaçıp dedemden kalan eski köy evine gelmiştim.
Akrabalarımdan kalan amcam ve teyzelerimdi, Annemi trafik kazasında, babamı ise üniversite okurken kanser illetinden kaybetmiştim.
Bazen o Karadeniz’in ıssızlığına âşıktım, bazen ise heybetli yağmurlarına ki, bunlar olmadan ben olamazdım. Üniversitede öyle bir acı çektim ki, kalbimi yaralayan kadını hala unutamazken, bu sabah o yorgun bavulları kendim gibi hissettim. Aslında kaçtığım oydu ve kendimi yeniden inşa etmem gerekiyordu.
Kışlık odunları dizmiş, birkaç taze sebze meyve almak için çarşıya kadar inecektim, üstümü değiştirdim, yolda köy dolmuşunu beklemeye başladım.
Cumartesi halk günüydü, birkaç mecmua alıp, sahilde oturacaktım, sonra erzak alıp eve son dolmuşla dönüp güzel bir cumartesi daha demeye niyetliydim ki, dolmuşa bindiğimde o kadın oturuyordu, birden kalp atışlarım hızlandı, kıpkırmızı olmuştum, boş koltuğa oturup merkeze ulaşıncaya kadar radyodan gelen şırıltılıda olsa da o şarkıya tutuldum. Çalsam bir gün kapını yalnızlık, Turgay Merih ten nadide eseri dinlediniz sesiyle son bulan yolculuğum o telaşımı unutturmuştu belki de.
Meydana doğru yol alırken hiç tanımadığım bir ses ismimle seslendi, pek aldırış etmeden adım alırken tekrar seslenince döndüğümde onu gördüm. Merhaba diyerek kendimi tanıttım, tanıştık.
Ben okulunuza yeni atandım, pek buraları daha bilmiyorum, bu arada pencereden gözeteceğine yardım etsen bavullarıma çok makbule olurdu da diyerek beni biraz daha utandırmayı başarmıştı.
Affedersin hiç tanımadığım birine o saatte bilemiyorum, diyerek başımı öne eğdim. Sonra gülümseyerek seni fark ettim camda, Karadeniz insanı böyle utangaç mıdır? Senin gibi, yoksa.
O an bir şeyler gevelemeye çalışsam da, sonunda gülerek yola devam ettik. Bana ne yapacağını sordu, bende birkaç mecmua alıp, deniz kenarındaki çay bahçesinde oturup denizi izleyeceğimi, sonra halk pazarında birkaç bir şey alacağımı söyledim. Bana kendi evi için yardım edebilme ihtimalini sordu, direk evet diyerek, onun ihtiyaç duyacağı şeyleri listesini birlikte çay içerken hazırlayabileceğini söyledi. Yolda adımı nereden öğrendiğini sorduğumda, çocuklar senden bahsediyordu, köyde güzel sesin varmış, çocuklara güzel kitaplar aldığını duydum, bende hepsini bir günde nasıl öğrendiğini sordum. Çocukların ellerindeki kitaplarındaki o not’un beni etkiledi dedi, oysa yazdığım notta sadece sizlerin en güzel meyve olmanız için iyi ağaç olmanız lazım, bunun için kitap en güzel arkadaşınız demiştim. Fark etmeden en güzel yolu çizmişsin çocuklara dedi. Çay bahçesinde denize karşı oturduğumuzda benim memleketimde deniz yoktur, çay var ona bakar huzur bulurduk dedi. Görünüşü benimde sevdiğim müzik tarzı olan rock gibi, biraz asi, güzel kalpli olduğunu hissini verdi. Çaylarımızı yudumlarken, binlerce şeylerden konuştuk, akşam son dolmuştan indik, köy konağına bıraktım. İyi geceler diyerek eve mutlu olarak uzun yıllar sonra dönüyordum. Gökte yıldızlara baktıkça, yüzü aklıma geliyordu. O karışıklık içinde bazen kestire, kestire yüzüne bakarken yakalıyordu, acemi âşıklar gibi kaçırıyordum gözlerimi. Velhasıl kelam hayatımın başka penceresi aydınlanmıştı.
Günler geçiyor, birbirimize daha çok şeylerimizi paylaşıyorduk, konu siyasete girdiğinde ise o hep sosyalist tarafını bende biraz milli duygularımla Karadeniz erkeği bu diyerek işin içinden çıkma çabasındaydım. O okula, köye ve çocuklara alışmıştı, ben ise artık geleceğim için planlar yapıyordum. Bir yandan da köyde dedikodu olmasın diye sürekli dikkat ediyordum.
Okullar sömestr tatiline girmiş ve o artık izine gidecekti, hayatımda uzun zamandır böyle acı veren bir şey yaşamamıştım. Galiba ben deliler gibi âşıktım. Arabaya binerken o başını eğmesi, kokusu, içimde onunda bana karşı bir şeyler hissettiği konusunda haklı olduğumu belli ediyordu.
O on beş gün benim için geçmek bilmediği gibi havanın da soğuk olmasıyla ona olan duygularımı bir şekilde açmayı planlıyordum. Ve geleceği son gece kafamda binlerce sorularla ya beni istemezse ye cevaplar arıyordum? O gece ilk gün gibi gelecek diye sabaha kadar pencerenin kenarından ayrılmadım. Orada uyuya kalırken sabah cama tıkırtısıyla korkarak uyandığımda, o gözlerindeki masum bakışını hala unutamıyorum.
Hoş geldin diyerek birbirimize sarıldık ve ansızın yanağımdan öpünce benim birkaç dakikalık dona kalmam karşısında gülüşmesi ne o hayatında ilk kez mi bir kadın seni öptü diyerek, hiç de diyerek ses tonumun yükselmesiyle kızma tamam, affedersin diyerek köşeye oturdu. Ben de o an özür dileyecek bir şey yok aslında benimde sana söylemek isteyeceğim bir şeyler var diyerek elini tuttum.
Geldiğin o sonbahar sabahından beri, hayatımı değiştirdin ve artık hayatımın her anında seninle mutlu olmayı istiyorum sözünü bitiremeden evet diyerek o çılgın sarılışını yaptı.