Canım Arkadaşım (Yabancı 2)
Ormanın üstüne gün batmaktaydı. Hertarafı ağaçlarla çevrili gölün kıyısında kuşlar geceleme mekanlarına doğru gürültü ile havalandılar. Gölün mavi durgun suları bir müddet uçan kuşların rüzgarı ile dalgalandı. Sonra bu gevezelerin gidişi ile ortalık derin bir sessizliğe gömüldü. Çok geçmeden gölün ortasındaki sulardan yükselen mantara benzeyen küçük adadan başlamak üzere böcek sesleri, geceyi cağırmaya başlamıştı.
Turuncu güneş gölün üstünden hedefine giden bir koşucu gibi kaybolurken. Tüm orman zeminini kaplayan mavi bitkiler kafalarını kaldırarak adeta onu selamladılar. Bu bitkiler, yakından bakıldığında gün boyu üzerlerinde çiğ tanesi taşıyor gibi görünüyordu. ancak akşam vakti sanki bir yerden emir almışçasına hızla yapraklarını kapatmaya başlıyor, bu çiğ tanesi gibi görünen damlalar hızla gökyüzüne yükselmeye başlıyordu. Tersine yağan bu kristal damlarla güneşin yerini doldururcasına ortaya birden çıkan ikiz ayların ışığı birleştiğinde, gece ortaya çıkan inanılmaz bir gökkuşağı tüm gökyüzünü kaplıyordu. Ormanın sisli yeşiliği, kayıp giden güneşin eflatun renkli parıldısına karışıyor, karanlıktan önce inanılmaz bir renk cümbüşü gezegeni bir masal diyarına çeviriyordu.
İşte o ordaydı. Gölün kenarında. Bir kristal tanesinden yayılan renkler misali oynaşan ışıkları seyretmekteydi başını kaldırmış. Birazdan bütün bu renk oyunları biterek yerini gölün üstünde beliriveren ikiz ayın yakomozları görünecekti.
Mutluluğu ve huzuru hissetti. Bütün bu görüntüleri çok uzaklardaki o yerde, duyduğu müzikle birleştirdi. Milyonlarca kilometre uzaktaki arkadaşını düşündü. Tüm bedenindeki dokunaçları açtı. Antenleri çevirdi. uzaklara...uzaklara...o mavi gezegene... Birden bir üşüme ile titredi. Altın rengi vücudu hızla karardı. Dokunaçlarını kapattı. Tüm aklını arkadaşına yöneltti. Uzaklardan ona ulaşmaya çalıştı. Hissetikleri karşısında yavaşça ormanın yumuşak bitkilerle zeminine kapanmaktan kendini alamadı. Gitmesi gerektiğini biliyordu. Orda olmalıydı.
XXX
Odası karanlıktı. Uzaktaki caddeden geçen arabaların biteviye seslerinden başka bir ses duyulmuyordu. Yine uykusuz bir gecenin ortalarında bir yerde gözleri tavanda hayatın tıkırdamasını izliyordu.
Kitabı yine kucağındaydı. Açılmayı bekleyen bir sayfanın başındaydı onlaşılan.
Kalbinden yükselen garip sıkıntıyı hissediyordu. Sanki derin bir kuyudan aşağı kayarcasına, karanlık bastırmadan son kez gökyüzüne bakar gibi gözlerini dikmiş dalıp gitmişti.
Yatağının kenarındaki küçük lambasının solgun ışığında dolabının bir kapağı boyunca yer alan aynada kendine baktı bir an. Hüzünlü bakışlarınla göz göze gelmemeye çalışarak kendini seyretti birzaman. Ellerini saçlarında dolaştırdı saman sarısı. Kadınca bir güdü ile düzelti çabucak. Gülümsemeye çalıştı.
Neden gözümü kapatığımda bu hüzünlü müzik çalıyor. Neden içimdeki bu anlaşılmaz tasa. Eksik olan ne ? Hayat sanki içimden akıp gidiyor bir bilimeyen yere. Bütün çabalarım boşunaymış gibi. Sanki hep kaçan bir trenin yolcusuymuşum gibi. Doyasıya gülsem hemen ağlayacakmışım gibi. Saksıdaki bir çiçek gibi. Balkonun bir köşesinde yaz gelince sulanmayı bekler gibi. Çoktan unutulmuş oysa...
Kendi halinde, can suyunu damla damla havadan süzen. Herşeye ve her koşula rağmen toprağın altında bile olsa, umutla beklemeye devam eden yaşamayı sürdüren...Ben...Hep sormazmıydım hayatın anlamı nedir ...Verdiğim cevaplar kendimi hiç mutlu ettimi...Hani hep vardır ya mutlu bir hayal...Tam uyumak üzereyken bir anda yakalarsın...Nerdedir, nasıldır...Belki çocukluğun bir köşesinde kalmış, bir sokak arasında, bir kokuda, bitmiş bir dondurmanın son kırıntısında...İşte o...Mutluluk o ...saf, basit, karşılıksız, sadece var olan, sadece gülümseten...Niye bu kadar yaşadık sanki, neden o garip sorumluluklar omuzlarımızda. Neden ,ne insanlarla nede insanlarsız yapamıyoruz. Neden kaçıp gidemiyoruz. Neden Görünmeyen bağlarımız var...Neden...Neden sanki bu mutluluk denilen şeyi herkes gibi bir kaç kağıt parçasına yükleyemiyorum...Neden iki çeşit insan var...Neden bu kalabalık dünyada böyle yalnız hissediyorum...Yaptıklarımı seviyorum ama yaşadıklarımı niye istemiyorum....
Bu son düşündüğü yastığa dayadığı çenesinde büyük,alaycı bir gülümseme ortaya çıkardı. Yüz üstü uzandı yatağa. kollarını kavuşturdu yastığını sarar gibi. Bu halinde camdan gelen ışıkları görüyordu. Gece yarısı nereye gittiği bilinmeyen arabaların uzun huzmeli lambalarının ışığı odanın içinde bir ışıklı pencere gibi yavaşça kayıyordu. Bir biri ardına sessizce geçip gidiyordu. Başını yastığının altına soktu. Kulaklarında o suyun altındaki belirsiz çınlamayı duydu bir an. Kendini tuzlu sulardaymış gibi hisseti. Ancak kısa zamanda sıcaklığın etkisiyle odanın serin havasına soluk soluğa bıraktı kendini.
Gözlerinin içine dolan o ağırlığı atmak isterdi. Tuzlu yaşların yanaklarından akışıyla içindeki o derin, garip, sarhoş edici huzursuzluğu atabileceğini düşündü. Sanki gözyaşları bitmiş gibi, sanki bir engel varmış gibi umutsuzca ağlamak istemiyordu gözleri. Belkide bu sıkıntının bir derin noktasında küçük ümit saklıydı. Ağlatmayan o olabilirmiydi.
XXX
Odasına geldiğinde devekuşu misali uyurken buldu onu. Başı yastığın altında, poposu yukarda. Çırpınıp, savaşıp yorgun kalmış, öyleyisine teslim olmuş gibiydi.
Baş ucunda durup bir müddet seyretti yalnız arkadaşını. Saçlarını okşamak geldi içinden. Bunu yapamıyacağını bilse bile. Uzun bacaklarındaki yorgunluğu hissetti. Hayatın yükünü almak istedi omuzlarından. Kafasının içinde dolaşan bunalımları, karanlık sokakları, umutsuz dakikaları, sınırsız hüznü, garip yalnızlığı,çılgınlığı,büyük ümitleri, hayal kırıklıklarını,sancıları,isyanı, kabullenişi bir deftere yazılmış notlar gibi bir bir okudu...Birazdan arkadaşının içinde olacaktı. Beynin her köşesine dağılacak onun yaz mevsiminde dünyayı gösterdiği gibi bu defada kendisi misafir edecekti...O hayal ormanında göl kenarında...Evinde...Çok uzakta.venüsün ışığı birazan parıldayacak, uzaklara yolculuk başlayacaktı.
Hiç zorlanmadı kafasına akarken duyguları ile. O şimdi kalabalık sokaklarda dolaşırken yanında yürüyor . Arkadaşının rüyasında ona eşlik ediyordu. Bir anda uykunun derin bir noktasında istediği oldu. Hızla sarıldı düşüncelerine ve yükseldiler...Ormanın üstünde gece bitmiş. Dayanılmaz kokular çıkaran çiçekler açmaya başlamıştı. Mavi çiçekler yeni kristal taneciklerini toplamaya koyulmuştu. Geldiklerinde o hala ordaydı. Cennetin bahçelerinde olduğunu hiç bilemiyecekti.
Birlikte yürüdüler. Büyük ağaçların gölgesi yeşil çimenler üzerindeki güneşin ışıklarını tatlı bir huzurla kapatıyordu. Gölün kenarında bir kaç küçük dere göze çarpıyordu. Ağaçların hemen üstünde çok uzaklarda bir kaç tepesi beyaz dağ görünmekteydi ara sıra. Yolculukları gölün en sevdiği yeri , adanın önünde son buldu. Sudan yükselen üstü binbir ağaç ve otla kaplı bu garip adayı gördüğünde elini uzattı işaret edercesine. "Gerçekten böyle bir şey olabilirmi o adada olmak isterim, Ne var orda?"
Elinden tuttu kadının. Gölün mavi sularının zarifçe dokunduğu tam kıyı noktasında durdular. Sağ taraflarında hep orda olan yada hiç olmamış bir iskele uzanıyordu tahtadan.
"Tanıyorum bu iskeleyi, ama burda işi ne"
Ayaklarını düşündü bir an. Çıplaktı otlar üzerinde. O hep bildiği İskelesine adım attılar. Tahtaların gıcırtısını duydu. Küçük iskele adaya doğru uzanan bir köprü olmuştu. Sessiz adımlarla bir büyü gibi yürüdüler birlikte. Adaya çıktıklarında. Yüksek çalıların ardında bir küçük yapı olduğunu gördüler. Yosunlarla kaplı, yeşilenmiş gölgelerin içinde huzurla kaplı. Bir girişi vardı ama kapısı yoktu. Yine ayaklarını düşündü kadın. Bu defa taşların serinliğini hissetti. Hiç korkmadan içeri süzüldüler. Ne bulacağını bilmeden karanlık küçük odada bir yabancı ile kalmıştı.
Ordaydı...inanılmaz güzeldi...Bel hizasına kadar gelen tahta bir kaide üzerinde öylesine duruyordu...Işığı odanın içinde hafif dalgalar yayarak dolaşıyordu. Bir mücevher gibiydi....Yakından bakmak için çağıran bir ışıklı cam mücevher...
Avuç büyüklüğündeydi. Camdan yapılmış gibiydi. İçinde sanki binlerce renkli ışık dolaşıyor, bu ışıklar birbirine çarptıkça küçük renkli zerrecikler halinde tüm odaya yayılıyor gibiydi. Yanına gittiğinde bütün duygularının alt üst oluduğunu hissetti aniden. Tatlı , rehavet verici bir heyecan adeta tüm benliğini sıkıca sarmıştı. Öylesine yoğun ve dayanılmaz bir sıcaklıkta tüm ruhunun adeta esir olmuş gibi çekildiğini, karşı konulmaz bir titreşimle kalbinin deli gibi çarptığını duyabiliyordu.
Mutluluk adeta bu taşın içinden ruhuna doğru akmaktaydı. Hayatında bildiği en güzel şeylerin ona verdiği hazların toplamı gibi bir şeydi. Tüm çocukluk anıları, gençliğin en heyecanlı anları sanki tüm güzellikler benliğinin içinden akıp giden bir sel gibi tüm hücrelerinden adeta akıp gidiyordu. ağzında binlerce çikolata yemiş gibi bir tat olduğunu düşündü çılgınca. Tüm vucudu geriliyor sanki binlerce küçük top içinde dolaşıyormuş gibi garip hisler duyuyordu.
"Çok güzel değilmi ?"
"Nedir bu "
"Saf mutluluk yada saf aşk bu"
"Hep burdamıydı"
"Çok nadir bulunur. Hele böyle saf olanı. Düşün bir kere Yüzyılda bir açan kimsenin görmediği gizli renkleri olan bir çiçek gibi. En temiz camdan daha saf ve geçirgen. En güzel elmastan daha sert ve kusursuz. en derin denizlerde bulunan el değmemiş incilerden daha parlak, binlerce yıldızdan daha sıcak. var olmuş ve olacak en güzel şey."
"Nerden buldunuz"
"Seven bir kalpten alındı. Hiç karşılıksız, beklentisiz,sadece seven bir kalpten."
"Peki ya aldığınız kişiye ne oldu sevgisiz yaşayabildimi"
"Eğer alınmasa kirlenecek ve değersiz bir şey olacaktı. Çok acı çekti...Adeta kanırtarak alındı bedeninden, hiç vermek istemedi günlerce yalvardı geri almak için ama gerekliydi...Çünkü yine oluşturabilir ,Burda umutsuzluklara ilaç olmalı bu sevgi"
"Bak bu ikinizede yetermiş değilmi, aslında dünyaya yeter görmesini bilmek gerek" Güldü yabancı arkadaş...Bıraktı onu bir müddet başbaşa mutsuzluğunun bir nefes gibi uzaklaştığını izledi.
XXX
Herşey bittiğinde sabah uyandığında...Yeni bir gün parlıyordu...Telefonunda bir mesaj buldu...Mutlulukla ve ümitle yeni gününe başladı...Karanlık gecenin geride kaldığını düşündü biten her gece gibi....Eski doslarının yeni doğumlarını kutladı...Nisan ayıydı. Güneş çok güzeldi....Çılgınca güldü gün boyu. Hayatın anlamını sordu bazen kafasının içinde bir yerlerde. Gemilerin biri geldi biri gitti sahil lokantasında. O hiç bilmediği arkadaşının anısına kadehler kaldırdı. Ne o adayı hatırladı. Nede mutluluk taşını. Sadece bir sevinç duydu ve peşinden garip bir hüzün. Kalabalıkların içinde kaybolup gitti.
Canım arkadaşıma Nisan 2008
Öyküm Hakkında açıklama: Hepimizin hayatında zor günler vardır. Bu öykümü Zor günler geçiren, bunalımlar içindeki Canım Öğretmen arkadaşıma armağan etmiştim. Bende o günlerde sahip olduğum tek mutluluğu, aşkımı kaybetmiştim. Mutluluğun tek kaynağının sevgi olduğunu düşünüyorum. Eğer benim kaybettiğim aşkımı bir yerlere saklıyan bir güç varsa istedimki o güç arkadaşıma, benim mutluluğumu hediye etsin. Benim aşkım cenneten bir hediye gibi onun derdine derman olsun.Eğer Öykümdeki Mutluluk taşı varsa o mutlaka arkadaşlarımızın kalplerinde olmalı...
İşte Bu öyküden sonra oda şu küçük yorumu yollamıştı:
ANCAK KALBİ KOCAMAN İNSANLAR SUSUZ GÜNEŞSİZ SEVGİSİZ KALMIŞ DOSTLARINI EVLERİNDE KONUK EDERLER...İÇLERİNDEKİ SEVGİYİ PAYLAŞIR HATTA TESLİM ETMEYE GÖNÜLLÜ OLURLAR.YAŞATMAK İÇİN YAŞAMDAN VAZGEÇEBİLECEĞİNİ DÜŞÜNECEK KADAR...VEYA YENİ LİMANLARA YELKEN AÇACAK GÜCÜ DELİK SANDALINA RAĞMEN BULARAK.....KİMSE SEVGİSİZLİKTEN BOYNU BÜKÜK KALMAZ; HELE BUNCA SEVEN ARKADAŞLARI VARKEN