Çay Mühendishanesi
İp gibi ince bir oğlandı, genç kavaklar gibi upuzun. Gövdesini omuzlarından algılamaya başlardı insan, kısa bir karasızlık anından sonra önce kumral başı girerdi görme alanınıza, ardından yer çekimine direnen gövdesi...
Küçücük bir dükkânı vardı...
Dükkân da denmezdi ya... Sultanhamam da, köhne Kelamcıhan'ın taş merdivenlerinin hemen altına, sanki hep varmışçasına bir gecede yerleştirivermişti iki metrekarelik çay ocağını. Camia esnafı olarak, sıradan bir mayıs sabahında, hazırlıksızken yakalanmıştık 'Çay Mühendishanesi' tabelasına.
İstanbul'un taşı toprağı Amerikan menşeyli kahve zincirleriyle dolmuş taşarken, çaya mühendis titizliğiyle yaklaşan zihniyete takılınca aklım, 'mühendishaneye' ilk adım atan ben olmuştum haliyle.
Özenle yıkadığı 'ince bellileri' tek tek raflara yerleştirirken, benim saçma sapan sorularıma da yanıt vermişti.
Saçma sapan çünkü, alışılmış ağzı kalabalık 'çaycı' profili yerine; akıllı fikirli, birikimli, 'Alacanım' ı ezbere söyleyen Mustafa'yı bulmak allak bullak etmişti cümlelerimi.
Az buçuk geveze olsa da lafı sözü dinlenir, söylediğinin nereye gittiğini bilir çocuktu Mustafa. Kısa zamanda sıkı dost olduk. Krizin vurduğu esnaf kapı önünde tavla atarken, biz saatlerce laf yarıştırırdık mühendishanenin daracık alanında.
Mühendislik baba mesleği demişti bir keresinde. Baraj inşaatlarında çalışırmış babası, Mustafa çok küçükken geçirdiği kazada ölmüş. O gün bu gündür mühendis olacak benim oğlum diye heveslenirmiş annesi ya, yokluk işte kısmet olmamış. 'Mühendis olamadıksa da mühendishane açtık biz de' der gülerdi gevrek gevrek.
Eli yüzü düzgün, yakışıklı çocuktu. İğne iplik, çeyizlik almak için hana uğrayan gelinlik kızların ilgisine mazhar olmak hoşuna giderdi gitmesine de, aklı Arapçıhan'ın altındaki şubede çalışan bankacı kızdaydı Mustafa'nın.
Günlerce dinlemiştim 'Abi bir gözleri var, yaralı ceylan gibi bakıyor adama' cümlesi ile başlayan anlatışlarını. Karanlıkça bir akşam vakti, pusuda göstermişti bana Ceylan'ı, meğer adı da gözleri gibi Ceylanmış kızın. Kara kuru, ürkek bakışlı bir kız çocuğuydu bana görünen, 'hikmet senin bakışında oğlum' dedimse de çıktığı yoldan dönmedi Mustafa.
Zamanla anlaşıldı ki, üniversiteyi Anadolu da okumuş, sınav kazanıp hasbelkader bankacı olmuş, çok çocuklu bir ailenin büyük kızıydı Ceylan.
Durup durup okuyamadığına efkârlanırdı Mustafa. Oysa kendi de bilirdi nice okumuştan daha adam olduğunu ya, üzülürdü işte. Hele bu Ceylan meselesinden sonra iyice kafaya takar olmuştu diplomasızlığı.
Yine bir akşam vakti, mühendishanenin camekânından bir tabureye ilişmiş, paltosuna sımsıkı sarılmış ağlarken görmüştüm Ceylan'ı. Elleri ceplerindeydi Mustafa'nın, şuursuzca arşınlıyordu dükkânı. Vardı bir dertleri, bırakıp çıkmak gelmedi içimden, kız gidene kadar kapamadım tezgâhı. Ceylan çıkar çıkmaz eliyle çağırdı, 'gel' işareti yaptı Mustafa.
Krizi bahane etmiş, bir küçük boğaz fazla gelmiş, Ceylan'ın işine son vermiş koca banka. Baba parasız, iş bulmak imkânsız, bundan böyle görüşemeyecekleri de ortada; çaresizlikle bir yandan konuşuyor, bir yandan sakallarını sıvazlayıp duruyor Mustafa.
'Hadi oğlum' dedim, 'hazırla kendini, vakit kız isteme vaktidir.'
'Olur mu ki' dedi,
'Bence olur, neden olmasın ki' dedim.
Hemen ertesi akşam gittik kızın evine. Mustafa, ben, bizim hanım, bir de Mustafa'nın annesi. Eli ayağına dolaştı kızcağızın, baba beklenmedik durumdan şaşkın... Fazla uzatmadı Allah'tan ' Belli ki geçmişi var ikinizin' dedi sessizce; utandı mı, kızdı mı anlamadık. Birkaç soru sordu, Ceylan'ın gönlü olduğuna emin olunca da razı oldu, verdi kızı. Kim bilir, belki de evden bir boğaz eksildiğine sevindi adamcağız.
Birkaç hafta içinde evlendiler. Bir yıl kadar daha açık kaldı mühendishane, şimdilerde büyük bir alış veriş merkezinde allı pullu kahvecilerle yarışır 'çayhanesi' var Mustafa'nın. Mühendislik ise hâlâ aklının bir köşesinde, inşallah bir gün...
Ben hala aynı yerdeyim, dükkânda. Aklımdan ne zaman can dostumu geçirsem, Alacânım'dan birkaç mısra düşer dilime.
...
alacânım,
mil yeşili gözlerin
dindirdi gözlerimi
kaç körü birden öldürdün bende
mahsur kaldım, eksik oldum, kapına düştüm
ben yandıkça
ezber ettin ayazın demirini
alacânım,
indi mi göğsüne heves?
...
( Her okuduğumda kalbimi sızlatan şiirlerden biri Alacânım. İndi mi göğsüne heves... Aşkı bu türlü dillendirmek, Murathan Mungan'a özgü. Erkek diliyle öykü yazmaksa benim heveslendiklerimden...)
güzel bir öykü yazarı kutlarım