Çaya Meze Potansiyel Suçlu Manzarası
İki bin bir, İstanbul. Ağustos şehri kuşatmış, güneşin alacağı var sanki kaldırım taşlarından, çok yakıcı. Sokaklar yine inadına tıka basa, boğuluyorum. Önümde çocuk arabası , kızımı güneşin şerrinden korumak için bir gölge arıyorum. Köstebek yuvalarını aşarak, tenden duvarlar arasından yol bulmaya uğraşıyorum.Sanki ben bu şehirde hiç yaşamamışım, sanki yedi tepesinin her birine birer öpücük, her sokağına bir iz bırakmamışım, nasıl da acemisi olmuşum bu koca şehrin. Çok sıcak!
Ah be kızım; ne vardı kırk derece havada bronşit olacak! Sabah akşam iğne. Ah be kızım; senin canın ne! Senin canın, benim içim yanıyor. Neyse, başa gelen çekilir, yeter ki sen bir an önce toparlan, renk gelsin gül yanaklarına.
Kliniğe az kaldı, polis karakoluna yaklaşıyorum. Çocukluğumdan bu yana aynı manzara; iki memur merdivenlerin önünde nöbette. Elbette tam Türke yakışır şekilde , ellerinde sigaraları ve demli çayları. ( Tam Türke yakışır şekilde ifadesini açarsak; İtalyanlar çok sigara içen birini , aynı bir Türk gibi sigara içiyor sözüyle anlatırlar ) Tabeleya gözüm takıldı , polis karakolu tabelasına ikinci bir tabela eşlik ediyordu. Çocuk polisi !... Birden havanın sıcağını, ortalığın kalabalığını, üzerime gelen insan yığınını, delik deşik kaldırımları unutuyorum. Ülkemde güzel şeyler oluyor.Çocuk polisi... Bu müthiş birşey. Çocuklarımız artık özel eğitimli, çocuk ruhundan anlayanlara emanet, bu gerçekten çok güzel birşey... Karakolun karşı kaldırımındayım, ben gülümsüyorum.
İki adım daha ilerliyorum; gözüm tabelaya mıhlanmış. Nerede olduğumu unutmuş olmalıyım ki bir anda, önüme bakmayı akıl edemeyip, bir şeye çarptığımı farkederek duruyorum. Hay Allah! Neden bu kadar şaşırıp, herşeyi unuttuysam. Olması gerek değil miydi, aslında çok geç kalmış bir kurum değil miydi ?
'' Kör müsün be kadın! '' diye çıkışıyor çocuk arabası ile çarptığım bayan. Kaldırımda oturan bir dilenciye çarpmışım, canını çok yakmış olmalıyım diye düşünüp, özür diliyorum. '' Sizi görmedim inanın, dalmışım.'' Samimiyetime inanmıyor olsa gerek '' Tabii tabii hep öyle olur zaten. '' diye cevaplıyor. Gerçekten samimiyim oysa... Birden gözüm kadının kucağındaki bohçaya takılıyor. Belli ki daha kırkı çıkmamış, esmer tenli, kızgın güneşin altında harap olmuş bir bebek. Yine güneş üzerime baskı yapıyor, çok sıcak! İçimdeki ikilemle çatışıyorum. Bir yanımda çocuklarına tapan, yumuşacık bir anne, diğer yanımda, yavrusunu güneşin altında perişan eden dilenciyi parçalamak isteyen dominant bir kadın. İkincisini susturuyorum. ''Çocuk perişan olmuş, gölge bir yere geçseniz'' diyorum. '' Sanane be kadın, senin beben mi'' diye çıkışıyor. Sabır , Tanrım sabır... '' Bir anne çocuğunu bu denli harap eder mi? Bakın güneş tam üzerinizde, yazık çocuğa, lütfen gölgeye çekilin! '' diyorum, hani neredeyse kızımı çocuk arabasından çıkartıp, bebeği yatıracağım. ''Eeee sıktın be kadın! Tövbeee , çekilsene , gölge etmesene '' deyip, yerine çöküyor.
Tanrı'm adalet bu mu , adaletin bu mu diyorum. Onca kadın annelik özlemi ile yanarken; masum bir bebek, gül gibi bir bebek analıktan nasibini almamış bir kadının kucağında geleceğini yitiriyor. Bir şeyler yapmalıyım! Öyle hırslıyım ki, soluğu karşı kaldırımda karakolun önünde alıyorum. Nefes bile almadan kapıdaki nöbetçi memurların önüne dikiliyorum.
'' Söyler misiniz ; bu ülkede dilencilik yasal mıdır? ''
Memurlardan biri nasıl bir ruh halinde olduğumu anlamış olmalı ki ; '' Sakin olun bayan , sorun ne? '' diye cevap veriyor.
'' Sorun karşınızda, gözünüzün önünde. Kırkı çıkmamış bir bebeğin omuzlarında. Bir kadın karşınıza tezgah açmış, dileniyor, siz de çay keyfinize manzara yapıyorsunuz! Söyler misiniz, sayın çocuk karakolu yetkilileri , bu çocuğun hayatına niye sahip çıkmıyorsunuz! Bu çocuğun sonu ne olur sizce? ''
''Potansiyel suçlu.'' diye kısaca cevap veriyor memur. Tepkimi anlamamış olsa gerek ki, bana yanıt verirken de gülümsüyor. İşte içimdeki dominant kadın tam da o anda ortaya çıkıyor. ''Bakın; ben şu anda gitmek zorundayım, on beş dakika sonra geri döneceğim, oldu ki , bu bebek hala güneşin altında , siz de bu karakolun kapısını bir daha bekleyemezsiniz! '' Kuru sıkı bir tehdit değil, hırsla söylenmiş bir cümle hiç değil, bu körlüğe bir operasyon gerek diye düşünüyorum...
Kliniğe gidiyoruz, kızım yine ağlayarak iğnesini oluyor, yine benim canım yanıyor. Dönüyoruz, gözüm kaldırımın her iki yanında. Ne kadın, ne bebek, ne de az önce kapıda nöbet tutan iki memur görünürde.
Ah diyorum , ah bebek !!!
Evimin yolunda gözümün önünde baygın hali, sızlıyorum.
Bu çocuk arabasına da, bu gönüle de sığardın da, seni koruyacak devlet nerede...
Bravo ! Zeynep Hanım. Tarihiyle yeriyle kahramanlarıyla gerçek olayı ile ölçülü, özenli, duyarlıkla kusursuz, çok güzel anlatmışsınız.
İçtenlikle kutluyorum.
Epeyce olmuş öykü yayınlanalı bugün okuyabildim Sevgili Zeynep..
Bunun için özür dilerim..
Öylesine gerçek ki,zaman zaman yaşadığım tepki verdiğim ve sana ne cevabı aldığım ve kızımın sürekli bir gün birisinden dayak yiyeceğin dediği üzücü hatta dramatik durumu çok güzel anlatmışsın..
Verdiğin tepki alkışlanası,
Ne yazık ki çok fazla var yavrusunu acımasızca kullanan anne babalar..
Kutluyorum,sevgimle..
Güne düsen öyküyü ve ablami kutluyorum.😊 Sayfasina sevgilerimi birakiyorum.
Aslında söyleyecek çok şey var da hangi ucundan tutsam bilmiyorum. Vatanını sevmek günü kurtarmak değil diyorum ben sadece. Kızıyorum da ondan. Günü kurtaran isimlerden/oluşumlardan yorulduk milletçe.
Ve benzer manzaralardan birine ses olmuş söz olmuşsun Zeynep. Ne demeli ki... Öpüyorum gören gözlerini. Görmek bazen öyle ağır ki...
Kutluyorum içtenliğimle...
Sevgili Zeynep, hayranlıkla okudum bir anı ancak böyle muhteşem dile gelir. Sade, anlaşılır akıcı dil ve okuyucuyu kilitleme..
Kazançlıyım yine bugün/ Tebrik ederim.