Çaycı
Yorgun bir yürek gördüğüm de dolar gözlerim galiba yaşlarımı akıtmak için yer arıyorum sebep arıyorum hüznüme...
Başkasına ağlamak , başka derde yanmak daha kolay geliyor demek ki...
Bir süredir yeni üzüntü sebebimi takip ediyordum, mahallenin çaycısını, ismini bilmediğim ağabey, çaylarını taşırken çok dalgın görünüyordu, yüzünde daima mutsuz bir ifade, belki dükkanlara girince neşeli, belki gülüyor, konuşuyor, bilmiyordum, ben beni hüzünlendiren tarafıyla ilgileniyordum...
Balkonumda kitabımı okurken sürekli gözüm ona takılıyordu ve onu çözmeye çalışıyor derdini anlamak istiyordum. Anlatmadan nasıl bilebilirim ki. Gözlemlemeye devam bir ipucu çıkacak inanıyordum.
Bazen hızlı hızlı yürüyordu bazen çok yavaş, boşları toplayıp dönerken köşede durup yakıyordu sigarasını, bir iki içine çekiyordu kuvvetlice, çay ocağına yaklaşırken söndürüp çöp kutusuna atıyordu her seferinde...
Devamlı gidip geliyor onu izlerken ben yoruluyordum arada bir yukarı bakıyordu benim onu izlediğimin farkında mıydı? Yok yok sanmam hiç göz göze gelmedik ki...
Mavi terlikleri, kahverengi çizgili beyaz tişörtü, siyah bol paça pantolonu, düz uzun saçlarını bazen yana tarıyor bazen dağınık bırakıyordu, bir kurşun kalemi vardı kulağının arkasına sıkıştırıp unuttuğu, çay tepsisini sallaya sallaya gidip geliyordu, yüzü asıktı, ismini bilmediğim çaycının, hüznünü öğrenmek için can atıyordum...
Eşi mi? Çocukları mı? Borcu mu var? Yoruldu mu? Annesi mi? Babası mı? Yoksa kardeşleri mi? Hayalleri mi yarım kaldı? Neden hiç gülmüyor yüzü? Başı hep yerde, takılıp düşmemek için mi? İnsanlarla göz göze gelmemek için mi?
Artık dayanamıyordum gidip bir kaç kelime etmeye karar verdim sadece izleyerek bir şey öğrenemeyecektim çünkü. Bir gün işten dönerken uğradım çay ocağına küçük bir yerdi, oldukça samimi, üç tane küçük masası vardı, kırmızı şeritli kilimlerle örtülü minik sandalyeler, duvarda takvim bir kaç ay öncesini gösteren ve manzara resimleri, sürekli kaynayan çay ocağı eşliğinde ki çay kokusu...
-"Merhaba açık bir çay alabilir miyim? "
-"Tabi ki"
-"Fincanda olsun. "
-"Fincan yok büyük bardak olsun mu?"
-"Olsun "
-"Bende karşı bina da oturuyorum görüyorum sizi, sürekli açık çay ocağı hiç izniniz yok mu?"
"Çaycının izni olmaz kızım, çaycının başka işi olmaz, cenazesi olmaz, düğünü olmaz, hep açık olmak zorundayız, bizim iş böyle."
-"Yorucu olmalı."
derken çaldı telefonu, hemen geçti tezgahın arkasına, doldurdu çaylarını ve hızlı adımlarla götürdü tepsisini, bekledim biraz, konuşmaya devam etmek istiyordum gelirken telefon yine kulağındaydı, gelir gelmez tekrar doldurdu bardaklarını, "Sen rahatına bak kızım" dedi ve gitti neyse başka zaman gelirim dedim kendi kendime ve kalktım...
Aradan bir kaç hafta geçti her sabah olduğu gibi balkona çıktım, çay ocağı kapalı. "Hani hiç kapalı olmazdı?" Hazırlandım çıktım evden işe gideceğim. geçerken çay ocağının yanından yandaki dükkana sordum işaret ederek,
"Kapalı mı?"
"Evet, dün gece vefat etmiş çaycı kardeşimiz, kalp krizi geçirmiş bir kaç gün kapalı olur herhalde biz de çok üzüldük çok iyi biriydi..."
Aklımda sözleri yankılandı "çaycının cenazesi olmaz"...
.
.
.