Cemal
Antalya yağmurunu bilen bilir, hava ne kadar günlük güneşlik bile olsa gökte Akdeniz ve Toroslar'dan gelen kara bulutlar bir anda Antalya'yı kuşatır ve çehresini değiştirir. Bu ani ve beklenmedik yağmur, Antalya insanı için epey "beklendik" bir olaydır.
İşte yine insanı derin düşüncelere sevkeden ve bulutların grisini insanın içine sindiren bu havada, yağmurun belirsizliği ve sessiz hüznünü benimsemiş bir biçimde sokaklara atmıştım kendimi... Aniden bastıran yağmura teslim olmuş bir biçimde dalgın dalgın yürüyor ve "gerçekleşmeyecek" olduğunu bildiğim hayallerin etkisinde biraz mutlu biraz da hüzünlü bir şekilde sokakları arşınlıyordum. Işıkta duran otobüse binip binmeme kararsızlığı arasında iken bir anda arka dörtlüde oturmuş bir anda buldum kendimi. Üç koltuk yanımda bulunan bir bayan, tahminimce, İstanbul'daki yakın bir arkadaşıyla konuşuyor ve arkadaşının oğlunun sokaklarda fazla dolaşmaması için tembihlerde bulunuyordu. Benden iki durak sonra binip o bayanın yanına oturan sarışın bayan ise ifadesiz bir suratla düşüncelere dalmıştı.
Ve işte ne olduysa bundan sonra oldu. Otobüse binen tombul, 10 yaşlarında bir çocuk benle sarışın bayanın arasına oturdu ve arka dörtlünün hayata bakışını, düşüncelerini ve o günkü durumu değiştirdi.
Elinde koca bir tepsi, az kalmış, soğumuş simitleri ve bir tane de poğaçası vardı. Epey konuşkan bir çocuk olduğu ve bu işi uzun zamandır yaptığını bize anında dönüp konuşmasından çabucak anlamıştım. Ticareti biliyordu... Konuşmasında bir farklılık çabucak kendini belli ediyordu ve buradan olmadığı anlaşılıyordu. Daha 10 yaşında olmasından ve hayatı tanımamasından, zaman geçtikçe insanlara yabancılaşacağını bilmemesinden ötürü, onu kırabilir diye nereli olduğunu sormadım.
Önce sarışın bayana sordu "Simit ister misin abla?" Çekinmiyordu konuşmaktan. Aynı sorunun bana sorulacağını sezmiştim. Bayandan olumlu cevap alamaması üzerine bana döndü ve "simit ister misin ağbey?" dedi. Maalesef ben de olumlu bir yanıt vermemiştim küçük çocuk için... Ama pes etmek yoktu, soracak ve konuşacaktı daha, çabuk pes etmemeliydi.
Buğulanmış camdan dışarıyı seyrederken bir yandan da yandaki konuşmalara kulak veriyordum.
"Neden almıyorsun abla?" ile başlayan konuşma faslı, bayanın "aç değilim" deyip gülümsemesi ile devam ediyordu. Zoraki gülümsemiyordu kadın yalnız, içtendi. Çocuk konuşurken kişinin kulağına eğilip adeta fısıldarcasına konuşuyordu. Az sonra kadın bir simit aldı ve ikiye bölüp yemeye koyuldu.
Çocuktu işte daha, çocuk... Utanması yoktu... Açtı... Aç olduğunu belli etmesi üzerine kadının ısrarlarıyla diğer parçayı aldı ve büyük bir zevkle yemeye koyuldu. Ben de kafaya koymuştum, ondan bir simit alıp ona verecektim, onun kabul etmeyeceğini bilmeme rağmen...
Ondan bir simit aldım ve ona vermeye çalıştım, kabul etmedi... Ama ben de pes etmeyecektim bu sefer, bu çocuk gerçekten farklıydı. Ama o da pes etmiyordu işte, ne yapayım...
Geleceğim yere az kaldığını anlayınca yerimden kalktım ve düğmeye bastım, ama kulağım hala oradaydı... İstanbul'daki arkadaşıyla konuşan kadın, nihayet, benim de merak ettiğim soruyu sordu çocuğa " Nerelisin çocuğum sen?" Çocuk hiç de utanmadı, sıkılmadı... Belli ki alışmıştı bu soruya. Bir çocuk edasıyla cevap verdi "Suriyeliyem abla" ardından derin bir sessizlik oluştu, Cemal'miş adı, sonra söyledi. Ve şu zamanlardaki her büyüğümüz gibi bana sıkı sıkı tembihledi " Ağbey, sakın kalabalıkta dolaşma ha,her yerde bomba var." Daha 10 yaşındasın Cemal sen, düşünme bunları.. okula git, gitar çal, spor yap... düşünme bunları çocuk...
Bu coğrafyanın kaderi de buydu maalesef. Yaşına bakmadan her kişide ölüm korkusu vardı...
Otobüsten indim ve simidi kaldırıma koydum, belki birileri yer diye. Affet beni Cemal, ama gerçekten aç değildim...
Yolun ve bahtın açık, işlerin hayırlı olsun Cemal. Biz alışamadık bu ülkeye, umarım sen alışırsın...