Cemal Dedemin Topal Serçesi
Çocukluğumda, köyde, ağır geçen kış günlerinde, aç ve korumasız kalırdı kuşlar.
Her yanı kar kaplardı. Hele bir de tipi oldu mu, büyükler bile evlerinden dışarı çıkamazlardı.
Cemal Dedem; soğuğa ve içeriye değin serpen kara aldırmadan, iki kanatlı kapıyı
ardına kadar açar, avuç avuç yem saçarak, serçelerin gelmesini beklerdi. Zaten alışmışlardı onlar da. Çok geçmeden ötüşüp uçarak, öbek öbek bulut gibi gökten yere inerler, yem dolu alanı kaplarlardı.
Amcamın, teyzemin, halamın çocukları, Cemal Dedemlerde toplanır, serçelerin beslenme şölenini
hiç kaçırmazdık. Onları izlemek, bizi çok sevindirirdi. Hatta kendi yiyeceğimiz kavurgayı bile serçelere vermekten derecesiz keyif alırdık. Özellikle karnı doyanlar, çekinmeden Cemal Dedemin şapkasına, omuzlarına konup, adeta teşekkür ederlerdi.
Aralarında bir de tek kanadı ve tek ayağı hafif sakat serçe vardı ki dedem ona daha da özen gösterir, incitmeden avucunun içine alır, başını okşar, gagasını öperdi.
O manzara karşısında bizim de canımız gider:
- Ne olur, ben de tutayım biraz, diye yakarırdık.
Dedem:
- Sakın sıkmayın, öldürürsünüz sonra, diye bizi uyarır ve birimize özenle uzatırdı.
Avucumuzdaki sıcaklığın ve yumuşaklığın verdiği keyifle mest olurduk.
Bu serçenin neden aksadığını bilmiyorduk ama dedem:
-Ya doğuştandır ya da sonradan başına bir kaza gelmiştir, diye açıklardı.
Bir gün, hastalanıp yatağa düştü Cemal Dedem. Yürüyemiyordu.
-Serçeler, zavallı yavrucaklar n'olacak? Aç bırakmayın ha ! Onları yemleyin, diye uyarıyordu ninemi.
O gün, dedem üşümesin diye, kapının dışına, karların üzerine serpti yemleri ninem. Biz de bazan
kapının deliğinden, bazan tahtalarının ince aralıklarından izlemeyi keşfettik itişerek. Serçelere
aniden saldıran kediyi gördüğümüzde, sevincimiz yarım kaldı. Topal serçe hariç, büyük bir gürültüyle pırrr ! diye havalandı hepsi.
Kedi onun üstüne atladı, kaptığı gibi kaçmaya başladı. Kızgınlıkla ve heyecanla kapıyı açıp, peşine düştük. Alçak bir duvarın üstüne sıçrayıp, oradan da arka tarafa atladı. Yumuşak kara bata çıka ilerleyebiliyorduk. Yetiştiğimizde, bembeyaz karın üzeri kıpkırmızı kana bulanmıştı. Suçunu gizleyemeyen kedi pembe diliyle burnunu yalıyor, gözlerimizin içine bakarak, adeta karnımı
doyurdum, diyordu. Oysa, bizim öğrendiğimiz, kedilerin görevi fare tutmaktı. Çok üzülmüştük.
Hepimiz kar topu ile onu uzaklaştırdık. Topal serçenin kanatlarından kalan telekleri alıp,eve döndük.
Dedem, doğrulup, sırtını yatağa dayamış, oturur gibi duruyordu.
- Dede, dede ! Kedi, topal serçeyi yedi, diye sızlandık.
Bakışı ve yüzü değişti. Kalkmaya çalıştıysa da kıpırdayıp kalakaldı.
- Bir serçeyi koruyamadınız, dedi.
Yanaklarından süzülen iki damla yaş, yorganın üzerine düştü. Elimdeki teleği alıp, bir elinin parmakları
arasında çevirirken, öteki eliyle okşadı; yastığının altına yerleştirdi. Sessizce dua ettiği,
dudaklarının kıpırdamasından anlaşılıyordu.
Böylesine içten sevgiyi de doğanın dengesini de yıllar sonra kavrayacaktık.
Yüksek sevgi,sevgi dengesi,
Merhametli Cemal Dede doğuştan gelen sevgi dolu yüreğini bozulmadan koruyabilmiş üstelik yakınlarına öğretmiş sevgiyi...
Doğaya ve hayvanlara karşı sevgi yaşama sevinci vermez mi,
Kayıplarının üzmez mi,hele ki korunmasızsa...
Dünyayı ısıtacak kadar güzel bir öykü ahh keşke topal serçede korunabilseydi..
Paylaşım için teşekkürler..
Ustam sevmek en ince ayrıntısına kadar ince eleyip sık dokumak, denge bütünün parçası olduğunu farketmekmiş.Öykünüz her gün yaşanan sıradanlıkların ötesine geçip, yarınlara hiç bir şeyin sıradan ve değersiz olmayacağını da taşımış.
Ah ne yazık, öğüt ve ders almaktansa yaşamak en güzel öğretmen her birimize. Emeğinizden ve ellerinizden öper saygımla giderim...