Cennet Beyaz Cehennem Kızıl ve Bulutlar Gri
Saatin tik tak sesini andıran ritimsel bir tempo ile kızılımsı renklere bürünmüş bir sokakta yürüyordum. Ağaçlar kızıldı, ağaçlardaki yapraklar, gökteki güneş, binalardan yansıyan ışıklar ve yürüdüğüm yollar dahi kızıldı. Akşam güneşi kadar kızıl ışık, şömine alevi kadar ısıtmıştı içimi. Düşüncelerim suskundu. Gene cümleler kurmadan paragraflar yazıyordum. Ruhumda kalemlerle anlatamayacağım kadar çok şey hissediyordum. Daha fazla kızıllık ve daha fazla sıcak esinti vardı içimde. Saçlarımın uçları rüzgâra değip içim titredikçe işte diyordum cennet bu.
Cennet beyaz, cehennem kızıl...
Sıcak esinti, estikçe soğumaya başladı. Gri bir bulut kümesi kara bir yorgan gibi çekildi kızıl bulutların üzerine. Soğuk rüzgâr yüzümü yavaş yavaş öpmeye başladı. Ardından bütün kızıllık bir bez misali önce ağaçların yapraklarından tek tek sonra ağaçlardan sonra bina camlarından kayıp gitti. Bulutlar güneşe gri bir pelerin giydirmişçesine sarıp sarmaladı.
Cennet beyaz, cehennem kızıl peki ya gri nereye aitti.
Düşüncelerim bulutlardan gelen kırılma sesiyle bölündü. Bulutların kalbimi çatırdıyordu yoksa. Sessiz sessiz bağıran bulutları duydum. Evet, sessiz sessiz bağırdılar. Ama ne içten kopan bir haykırıştı o öyle. Ne iç parçalayıcı bir bağırtı. Fakat bilindik haykırışlara benzemediği kesin. Bunu fark etmek için ne dinlemek ne görmek ne de dokunmak gerekiyordu. Sadece hissetmek. Ayaklarım görünmez bir engele çarpmış gibi durdu birden. Gökyüzüne baktım ve gözlerimi kapatıp duymaya odaklandım. Gizemli fısıltılar duymaya başladım. Yavaş yavaş şırıltıya dönüşen fısıltılar o kadar yakınlaşmıştı ki gözlerimi açmak istedim bir an. Sonra yanaklarıma, ellerime, göz kapaklarıma, saçlarıma konan öpücükler hissettim. Bunlar yumuşacık, ılık öpücüklerdi. İçimdeki elektriklenme yerini sükûnete bırakmıştı. Taze ve ıslak toprak kokuları sarmıştı dört bir yanımı. Bir toprak bu kadar mı güzel kokardı? Göz kapaklarımı kapatıp kendimi cennette hissettim. Tamamen beyaz bir yer değildi. Kızıl bulutlardan saç tellerime mavi yağmur taneleri dökülüyordu. Onları kızıla boyamama kızmış ya da küsmüş olmalıydı bulutlar. Daha derinden ve daha içten kopan bir çatırdamayla irkilmem bir oldu. Yağmur hızlanmaya başlamıştı. Bulutlar onları boyadığım kızılboyayı silmek istercesine şiddetle yağıyorlardı. Sırılsıklam olmuştum. Saçlarımdan, kıyafetlerimden, çenemden aşağı şıpır şıpır yağmur suları dökülmeye başlamıştı çoktan. Ne bir binanın çıkıntısına ne de bir şemsiyenin koruyucu alanına ihtiyacım vardı. Islanmak istiyordum. Bulutların beynimi, geçmişimi, yaşadıklarımı, yaşattıklarımı, zehirlenen her hücremi, içimi temizlemesini istiyordum. Yağmurlar süratle yüzümü yıkıyor, ayakuçlarıma küçük su akıntıları çarpıp kenara çekiliyordu. Ayakkabılarım ıslandı, çoraplarım, tırnaklarım ıslandı. Saçlarım, üzerimdeki bütün bez parçaları ıslandı. İçim de ıslanmaya başladığı an işte dedim işte yıkanıyor akıp gidiyor bütün zehrim. Aslında ayakuçlarımdan zemine siyah bir suyun akıp gitmesini beklemiyordum. Bu çok komik olurdu öyle değil mi? Yağan yağmur çarptığı bütün nesnelerden folklorik sesler çıkarıyordu.
Cehennem kızılsa benim cennetimde kızılın ne işi vardı öyle değil mi?
Sesler daha da hızlanmıştı. Ben düşüncelerimden sıyrılırken vücut ısımda benden sıyrılır gibi oldu bir an. Titriyordum ve farkında değildim. Tam ayakuçlarımın dibine beyaz yer yer gri renkleri olan bir güvercin düştü. Uçamamıştı uzaklara ölmüştü. Kafamı kaldırıp yukarı baktım. Gözlerimin içi yarı gözyaşı yarı yağmur ile dolmuştu.
Her beyazda biraz gri vardı ve her gri aslında biraz kızıldı...
Cennet beyazdı, cehennem kızıldı ve bulutlar griydi...
tebrik ederim öncelikle fakat bu çağın gerekliliği gibi- dikteyle zorla melankolyaya sürülmek; ki bunu şahsi olarak indirgemenin en azından sana zarar vereceği kanaatindeyim.
eleştiriselliği- bence kendinin dışında bizzat dünyaya küfrederek nakşetmeli insan 👍
sağlıkla.