Çeşmenin Suyu
İnsanlığın, paylaşmanın ve dayanışmanın en yoğun yer, köylerdir çünkü nüfus şehirlere göre az ve herkes herkesin akrabasıdır. Şehir hayali her çocuğun aklına sokulurdu oysa şehir; gürültü, kalabalık içinde yalnızlık,karmaşık ilişkiler,sağlıksız yiyecekler ve hastalıklar demekti.
"Yapana hayret içene afiyet olsun." klişe sözü her mahallede bulunan çeşmenin duvarında yazıyordu bazen yaptıranın adı-soyadı yazardı reklam panosunu gibi."Hacı Ahmet Çeşmesi."
Köylerde yaşayanlar beni iyi anlar, evlerde su olmazdı, su ihtiyacımızı bu çeşmelerden karşılardık yani sırtımızda bidon bidon su taşıyarak. Yemeğimizi yapar, çayımızı demler,çamaşır ve bulaşıklarımızı yıkar, fidanlarımızı ve hayvanlarımızı bu suyla sular hatta kendimiz de yıkanırdık.
Köyden bir kaç kilometre uzaklıktan geldiği için çeşmenin suyu, özellikle kış aylarında sık sık kesilir köylüler imece usulü yaparak arızayı giderirlerdi, yüksek dağlardan geçtiği için boruları buzdan patlardı genellikle.
Çeşmeler, aşıkların toplanma mekanlarıydı aslında, el ele tutuşamasalar da göz göze gelip iki çift laf etmek onların hayalleriydi bazen seven sevdiğinin baş harfini çeşme duvarına kazırdı çakısıyla eğer onun da gönlü varsa o da onun isminin baş harfini kazırdı ki bu aşkın ilanı demekti.( Hasan ile Gül H.G),(Hatice ile İsmail H.İ vb.)
Çeşmenin suyu az akınca millet su doldurmak için sırada bekler onlar da birbirleriyle sohbet etme imkanları bulurdu,kim kimi seviyor,kim kimle evlenmiş, kim ayrılmış.
"Nerde kaldın kız Aysel, baban gelecek şimdi daha yemek yapacağız."
"Hadi gel artık kız, hayvan çatlayacak susuzluktan."
Kulak asan kimdi ki, hepsinin bahanesi hazırdı: "Çeşme az akıyor, kova dolmuyor anne."
Gerçek, köyün güzel kızlarından Gülüzar'ın evlenmesiyle ortaya çıktı meğerse köyün delikanlıları onunla konuşabilmek için çeşmenin suyunu hep keserlermiş.