Cevapsız Arama
Telefonu çaldığında kızıyla ders çalışıyordu. O kadar da uzun boylu çalmadı telefon. Cevapsız arama olduğuna hükmedip bakmadı. Kızıyla ders çalışmaya devam etti. Sonunda pes etmiş olacak ki:
'Hadi bakalım yaramaz doğruca yatağa.' dedi.
'Ama baba!..' diye sızlanmalarına meydan vermeden kızını yatağa kadar kucağında taşıdı. Üzerinde Şeker Kız Kendi'nin resimlerinin olduğu nevresim takılı yorganı açarak özenle yatağa yatırdı. Çok değerli bir eşyayı taşıyor gibi dikkatli hareket ediyordu. Kız ise bu durumdan çok memnundu ve sevimli gözlerle babasına bakıyordu. Artık onun ne yapacağını ezberlemişti. Uzun bir süre beklemeyecek birazdan alnına bir öpücük konduracaktı. Ardından ekleyecekti:
"Seni seviyorum canikom." öyle de oldu. Sonra da: "İyi uykular dünya tatlısı, rüyanda beni gör e mi?" diyecek: "Evet söyledi, tamam." Tam kapıdan çıkarken bir cümle daha kuracak ve: 'Gözlerini kapat ve uyumaya bak yarın erken kalkacaksın. Okula geç kalmamalısın. Öptüm seni." diyecekti. Küçük kız yalancıktan gözlerini kapatır ve babası kapıyı çektikten sonra gözlerini açar, gece lambasının loş hale getirdiği odanın içindeki gölgeleri izler ve hayaller kurardı. Bütün hayallerini mutluluk ipine bağlamıştı. Hiç kötü şeyler düşünmez hep güzel düşüncelerle uykusu gelene kadar zihnini meşgul ederdi. Çünkü bunu ona babası ve doktoru öğretmişti. Doktora gitmeyi bıraktıktan sonra babası uzun bir süre küçük kıza bu görevi başarıyla yerine getirmişti.
İşte orada 4 yaşındaki doğum günü... Biraz ilerde annesiyle kırmızı ayakkabı ve üzeri çiçekli elbise aldıkları gün... Annesiyle lunaparka gidip 'İlla atlıkarıncaya binmek isterim' diye heyecanla atıldığı gün... Sonra ilkokula başladığı heyecan... İlk defteri, ilk kitapları, öğretmenin 'Çiçek olun bakim.' dediğinde ellerini bağlayıp yüzüne takındığı masum gülümseme... Hatıralar belleğinden bir film şeridi gibi geçer, giderdi.
O gece hava çok kötüydü. Gecenin ilerleyen vaktinde uykusunu bölen kötü bir kâbusla uyandı. Sürekli olarak yıldırımlar çarpıyor ve şiddetli yağmur yağıyordu. Rüzgârın sesine köpek havlamaları karışıyordu. Babasına seslenmek istemedi. Zaten yorgundu. Bir de o yormak istemedi. Ancak hiç olmadığı kadar korkuyordu. Nefes alıp vermesi sıklaştı. Dışarıdan gelen gürültüler beyninde zonkluyordu. İki eliyle gözlerini kapattı. Keşke kapatmasaydı. Hep iyi hayallerle meşgul olan beyni artık kendisine direniyordu. Biraz ilerde annesi vardı. Eskiden olduğu gibi yine gülümsüyordu. Hava soğuktu. Vakit ilerlemişti. Alemdağ'a babaannelerini görmeye gitmişlerdi. Babası bir gün evvel yine gece yarılarına kadar çalışmıştı. Çalışması gerekliymiş. Oturdukları eve haciz gelecekmiş. Haczin ne olduğunu bilmiyordu. Sorduğunda:
"Sen kafanı böyle şeyler yorma kızım." demişti, annesi. Ama son altı ayda babası çökmüştü. Saçları beyazlamış yüz hatları gerilmişti. O şeker gibi adam sinirli ve gergin bir adama dönmüştü. Her akşam kucağına oturup sevdiği kızını, son zamanlarda hiç kucağına almaz, bir kez bile sevmez olmuştu. O yangın Burcu'nun hayallerini bir anda kül etmişti. 'Kundaklama' deyip durdu babası. Yapan yakalanmamıştı.
Alemdağ'ın Sarıgazi Kavşağına geldiğinde, tam askeriyenin önünden geçerken babası arabanın hâkimiyetini kaybetti. 5 takladan sonra düzlüğe çıkmıştı araba. Annesinin en son kendisine sarıldığını hatırladı. Uyandığında başında bekleşen hemşireleri gördü. Daha sonraları çok duyduğu konuşmalarda. "Başını şiddetli bir şekilde çarpmış ve beyin kanaması geçirmiş" dedikleri annesinin ölüm nedenini anlayacaktı. Bir de Burcu'ya sıkı sıkı sarılarak ona bir şey olmasını engellediğini. Odasının kapısı açıldı, içeriye babası girdi. Kızını uyanık görünce:
'Babacığım.' dedi Burcu. Sarıldılar:
'Korkma kızım yanındayım.' diye destek verdi:
'Tamam, babacığım korkmam.' dedi. Sakladı gözyaşlarını:
'Baba senle yatayım mı?' diye sordu yalvaran gözlerle:
'Hadi gel!' dedi babası. Kucağına atladı ve doğruca odaya geçtiler:
'Sen yat ben hemen geliyorum.' dedi Erol Bey. Salona geçti. Bir sigara yaktı. Bir zaman sonra elini telefona attı. Telefonda bir cevapsız arama vardı. Arayan 'Sevgili Eşim' yazıyordu. Birden afalladı. "Bu nasıl olur." derken hemen telefona sarıldı. Aradı. Sonra saatin çok geç olduğunu fark ederek telefonu kapattı. Telefon şirketi hattı bir başkasına satmış olabilirdi.
'Ah kafam' dedi 'Nasıl da düşünemedim. Bir de gece yarısı insanları rahatsız ettim.'
Ertesi gün akşam eve geldiğinde televizyonu açtı. Biraz zap yaptıktan sonra haberleri izlemeye başladı. Bir haber dikkatini çekti:
'Gece gelen telefon tetiği çektirdi.'
Heyecanla dün gece yaptığı aklına geldi. Haberi dinlemeye devam etti. 'Kendisini aldattığı düşündüğü eşiyle gece yarısı tartışma yaşayan öfkeli koca tam o esnada telefon çalınca hızla eşinin elinden telefonu aldı. Tanımadığı bir numara olduğunu görünce, öfkeyle tetiği ateşlemek istedi. Silah tutukluk yaptı. Silahın neden tutukluk yaptığına bakmak için kurcalarken birden ateş alan silah, 1 yıldır işsiz talihsiz adamın şakağından girerek beynine saplandı.' Adamın adının Ahmet Bulut olduğu ve 2 yıl önce yanan Yenerler Tekstil Fabrikası'nda kundaklama yaparken yangın çıkmasına sebep olduğu ortaya çıktı. Esrarengiz telefon kaydına rastlanmadı."
Erol Bey elini telefona attı.
Hiçbir kayıt gözükmüyordu...
Ürpermedim desem yalan olur,öykü öyle içine çekti ki beni okurken flim şeridi gibi geçti gözlerimin önünden olaylar...
Oldum olası ilgimi çekmiştir doğa üstü olaylar..
Hak yerini bulmuş demek düşer bana..
Çok etkilendim bu da gerçek..
Kutlarım..
Dün bu yorumu yapmıştım ama göremeyince bir terslik olduğunu düşündüm. Bir solukta mı okudum yoksa soluk almadan mı karar veremedim.Ama gizemli bir sona gideceği belli olan sürekleyici bir öyküydü. Ben doğa üstü olayları ilahi adalet olarak algılamak istiyorum. Sizi yeni farkettim halbuki eski üyeymişsiniz. Tebriklerim gönülden
diğer arkadaşlar gibi ben de etkilenerek okudum. ben de önce hem ilahi adalet diyeceğim hem de önyargılatın esiri olmanın sonucu... tebrikelr öykü gerçek kadar harikaydı
diğer arkadaşlar gibi ben de etkilenerek okudum. ben de önce hem ilahi adalet diyeceğim hem de önyargılatın esiri olmanın sonucu... tebrikler öykü gerçek kadar harikaydı