Çınarların Kaynakları Kurutuldu -1-

'İyi günler arkadaşlar, Nasılsınız?'
'Merhaba öğretmenim, sağ olun. Buyurun masamıza, bir çayımızı için.'

Kentlerde kurulan bir hemşeri derneğinde geçti bu kısa konuşma. Üzerinden fazla zaman geçmedi. Hemşerilerimin derneğindeyim. Zaman zaman derneğe uğrar, dostlarımla selamlaşıp iki de muhabbet ederim. Oyun oynayanlarla da kısa süre hal-hatır sorduktan sonra derneğin oturma odasına geçip günlük gazetelere dalarım. Evde, internetten okumadığım bazı yazılara bakmak, gazete kâğıdına dokunmaktan farklı bir haz duyarım. Dernekte beni masasına davet eden arkadaş memleketlim, ilçemizin yüksek bir dağ köyünden. İşçi emeklisi. Şakakları daha ekim ayında memleketinin dağlarının yücelerine yağan karlarla beyazlaşması örneği erkenden aklaşmaya başlamış. Kalın gür kaşları, uzun siyah kirpiklerinin altındaki kömür karası gözleriyle dostça bakışları beni kendine çeker. Her buluşmamızda yakinen selamlaşır yarenlik ederiz. Hemşerim bir taraftan çayları söylerken bir taraftan da başladı anlatmaya:

'Öğretmenim, geçen gün yanıma benim gibi emekli ormancı Hasan geldi. Daha doğru-dürüst selamlaşmadan aldı akortsuz sazı eline başladı tıngırdatmaya... 'Eski komünist amcan nasıl? Hasta olduğunu duydum.'

'Gülmesini bile sarkık bıyıklarının altında saklayan.' Benim halkımın bu tipik örneği, mert arkadaşımın cevabını uzun süre beklememe gerek kalmadı.

'Öğretmenim, şakanın da bir adabı var. Aniden bütün kanım beynime hücum etti sanki.'


'Hasan, görev yaptığın ilçemizin köylerinde mühendislerden fazla kazanç sağladın. Seni-beni komünist diye yaftaladığın Köy Enstitüsü çıkışlı o öğretmenler okuttu. Ne çabuk unuttun! O insanlar kırklı, ellili yıllarda dağlar aşıp, zorluklarla okudular. Öğretmen olup köylerimize geldiler. O öğretmenler bizleri okutmasaydı sen yıllarca dağlarda çoban kalırdın!' Bu sözlerim ormancıya fena dokundu. Israrıma rağmen masamıza oturmadan yanımızdan ayrıldı.'

Kalın bıyıklı hemşerinin diğer arkadaşlar gibi bana hocam değil öğretmenim diye hitap etmesi ilgimi çeker.

Kasın ayının son günlerini yaşayalı fazla zaman geçmedi. Öğretmenler Gününü idrak ettiğimiz zamanlar benim için sevinç ve hüznü bir arada yaşadığım zamanlar olur. Bu zamanlarda öğrencilerim beni arar. Konuşur, okul yıllarını yâd ederiz. Bazıları evime gelirler. Öğrencilerimin sesini duymak efkârlandırır beni. Boğazıma musallat olan hıçkırığı bir türlü yenemem. Üstüne üstlük böylesi efkârlı zamanlarımda yıllar önce kapanan Köy Enstitüleriyle ilgili yazılar görüp okuduğumda da çocuklar gibi ağlarım. O okullar niçin kapatıldı? Birçoğunu tanıma şansına sahip olduğum; önlerinde saygıyla eğildiğim o güzel öğretmenlerimi yetiştiren kurumlar niçin yok oldu!.. Kişiliklerine, donanımlı durumlarına ve fiziki yapılarına... hayran olduğum öğretmenlerden bu vatan ne zarar gördü. Mum dibine ışık vermez derler. Olur mu hiç!. Ulu çınar diye betimlediğim 1946 mezunu dayımın ilk kez köyüme atandığını söylemiştim. Dayımın öğrencileri şık kıyafetleriyle görev yerlerinden ya da öğretmen okullarından köye dönerlerken onları çocuk gözümle hayranlıkla izlerdim. Bunlar gibi en küçük dayımın da okuyup öğretmen olmasında dayımın büyük emekleri olmuş.

Halkımızın, özellikle köylülerimizin okuyup aydınlanmasında ilk ateşleri yakan öğretmenleri yetiştiren kurumların kapatılış öyküler okumak çok acı. Bu okullardan mezun olan öğretmenler yüzyıllarca geri kalmış köylerimize ışık götürdüler. Uygarlık ışığı. Düşünelim hep birlikte. Halkımızın yüzde sekseni köylerde oturuyor. 'Yurdumuz uçsuz bucaksız, gökte yıldız kadar köylerimiz var.' İlgiye muhtaç. Edirne'den Hakkâri'ye, Muğla'dan Artvin'e kadar yurdun en uzak en ücra yerlerinde çalıştı bu insanlar. Yolsuz, susuz, ışıksız köylerde gocunmadan, sızlanmadan.

Kendimi şanslı sayarım. Topluma örnek olan, abartısız hepsi lider özellikleri taşıyan şimdilerde çoğu aramızdan ayrılmış o yüce insanları tanıma mutluluğunu yaşadım. Yine bir sohbet sırasında günümüzde işlevini tamamen kaybetmiş teftiş olgusunu sordum kırklı, ellili ve altmışlı yıllara ait. O yılları yaşamış bir öğretmen şöyle anlatmıştı:

' Bize, okullarda verilen eğitimle hepimiz mesleğimizi tutku düzeyinde sever olduk. Bir an önce okulu bitirip köylere gitme, göreve başlama ateşi tutuşmuştu içimizde. Görev yaptığımız ilk yıllarda devletimiz gerçek bir 'Devlet Ana' gibi ilgi gösteriyordu bizlere. Meslek aşkı bir yana bu ilgiye layık olmaya da çalışıyorduk ayrıca. Müfettişler okullarımızı ziyaret ettiğinde heyecanlanırdık. Acaba bize güvenenlere layık olabilmişiz mi diye. Bu arada sıkı teftişler yaşardık. En ufak bir eksikliğe ve yanlışlığa müsamaha gösterilmezdi...'

Aynı öğretmen meslektaşlarıyla aralarındaki üst düzey arkadaşlığı, birlik dayanışma içinde olduklarını da şu sözlerle anlattı bana:

'Bizler ekip çalışmasına inan, o doğrultuda eyler içinde olunursa zorlukların kolayca yenileceğini öğrenmiştik. Bu bakımdan özellikle 1961 Anayasası'nın getirdiği haklardan da yararlanarak hızlı bir biçimde örgütlenmeye gittik. Değerli meslektaşımız Fakir Baykurt örgütlenmemizde etkin roller üstlendi. Onun öğretmenler için söylediği şu sözler hala aklımda, 'Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz. Öğretmen sadece ders verir.' Bu ve benzeri sözlerin içini hep dolduruyorduk.'

Saygıdeğer öğretmenim bana bu sözleri söylerken öğretmenlerin altmış ve yetmişli yıllarda nasıl bir araya geldiklerini güçlü sendikalar kurduklarını anımsadım. Yetmişlerin başlarına mesleğe atıldım. O yıllarda üye sayısı çok fazla ve çok az sayıda sendika vardı. Eylem koyduklarında ses getiriyorlardı. Daha üç gün önce bir gazetede; şu anda ülkemizde otuz iki çeşit öğretmen sendikasının var olduğu okudum.

Öykümü fazla dallandırmadan günümüzdeki öğretmen sendikacılığı hakkında bazı kısa kısa anekdotlar anlatmazsam öyküm çalık kalır. 1999 Marmara depremini yaşadık. Büyük can ve mal kaybı verdik. Velilerim ve öğrencilerimizden enkaz altında ecelsiz ölenler oldu. Ne acı olaylara tanık oldum. Aynı yılın 24 Kasım Öğretmenler Gününde merkez ilçe İzmit Halk Eğitim Merkezinde toplandık. Okullardan davet edilen öğretmenler ve resmi zevatla birlikte günümüzü kutlayacağız. İlk sözü valimiz aldı. Klasik söylemlerden öte şu ilginç cümleleri sarf etti:

'Saygıdeğer öğretmen arkadaşlarım, sizlerin karşısında olmakla büyük heyecan duyuyorum. Ben de bir öğretmen çocuğuyum. Atanmış biri olarak söylüyorum. Eğer sizler birlik beraberlik içinde olabilseniz hükümetleri bile devirebilirsiniz...' Sayın valimiz bir realiteyi seslendiriyordu. Duyan kim?

Yıl 2007. Otuza yakın öğretmen kadrosunun olduğu bir okulda çalışıyorum. Öğretmenlerin iyice aralarının açılmaya başladığı yıllar. Okulumuza bir sendikacı arkadaş geldi. Öğretmenler odasındayız. Kimlik cüzdanları hayli eskiyen öğretmenlerden birisi de benim. Sendikacı arkadaş bana sordu.

'Hocam, öncelikle deneyimli bir öğretmen olarak size sormak istiyorum. Ülkemizdeki öğretmen sendikacılığı hakkında ne düşünüyorsun?'

Kısa süreli teneffüs saatlerinde sohbete dalıp derse geç kalmayı hiç sevmem. Hiç düşünmeden söze başladım:

'Siz bana hocam diye hitap ettiniz! Öğretmenim, siz önce benim size soracağım şu soruyu cevaplayın. İnanın bu konuda bilgim yok. Bu anda ülkemizde kaç çeşit öğretmen sendikası var?' El cevap, 'On iki.'

Konuşmamız bu söz üzerine sona erdi. Sınıfıma doğru yöneldim. Az sonrada ders zili çaldı...

Öğretmenlik kutsal bir meslektir. Antik çağlarda yetişen bir filozof şöyle der; 'Tanrı gökten yere inseydi meslek olarak öğretmenliği seçerdi.' İrfan ordusunun günümüzdeki genç neferleri işte böylesine bölümmüş, farklı fikirlerin, partilerin arkasına takılmış durumdalar.

Bu duruma bir günde, bir ay ya da yılda gelinmedi. Bu güzel kutsal mesleğin elemanlarının okulları kapatıldı bu güzel topraklarda. Önce 1954 yılında Köy Enstitülerinin kapılarına kilitler asıldı. Bu iş burada kalmadı 1974 yılında da Öğretmen Okulları kapatıldı. Günümüzde toplum çıkarını kişisel çıkarlardan üstün tutup parti sözcüleri gibi çalışmayan genç meslektaşlarımın olması geleceğe ümitle bakmamı sağlıyor yine de. Gelecek öykümde ulu çınar diye betimlediğim öğretmenleri yetiştiren okulların nasıl kapatıldığını hala aramızda yaşayan deneyimli bir çınarın anlatımıyla anlatmak amacım...

01 Aralık 2016 7-8 dakika 208 öyküsü var.
Yorumlar