Çocukluğum ve Kar
Dostlukların en sıcak yaşandığı yıllarda, akraba ziyaretleri yapardık sık sık. Uzaklık, ulaşım zorlukları sıkıntı yaratmazdı. Yenecek yemeklerin en lezizini konuklara sunmak; atadan dededen gelen hoş bir adetti. İçtenlikli kucaklaşmalar, cüzdana bakmadan, dönüş zamanı konukların, dolmuş, otobüs ücretlerini ödemeler zevkle yapılırdı.
'Kamyonlar kavun taşır/ ben hep seni düşünürdüm.' Külebi'nin bu mısraları örneği kısa da olsa tatillerde akraba ziyaretlerini düşünürdük.
'Kamyonlar yine kavun taşır/ içimdeki şarkı bitti.' Aradan yıllar geçti... Yaşıtlarımın önce şakaklarına karlar yağdı. Saçlar azaldı, bazen kafaların tam doruklarında, bazen alnın tam gerisinden. Önemli değil dedik saçların bu durumuna. Maden olan yerde otlar büyümez diye geçiştirdik.
Çocuklar büyüdü, kızlar kocaya gitti. Gelinler geldi, torunlar derken herkes kendi can derdine düştü. Komşu kentler arasında ziyaretler mazi oldu. Değil en az yılda bir kez, hiç yapılamaz oldu. Cüzdanlar zayıfladı yıldan yıla. Kemerlerin delikleri arttı. Yüzlerde çizgiler çoğaldı. Zaten, örgütsüz, özellikle küçük memurların cüzdanları hiç semizleşmedi. Oysa rivayete göre cumhuriyetin ilk yıllarında öğretmen maaşları, mebus maaşlarına denk olurmuş.
Yeni yılı komşu kentimiz Bursa'da karşılayalım diye niyetlendik ev sahibi ile. Akrabalarımızı ziyaret edelim dedik. Birçoğu ile hayli zamandır görüşmemiştik. Marmara Bölgesi'nde havalar açık ve güneşli geçti iki bin on beşin bu son ayında. Yağmurlar çok az yağdı. Aman kar yağsın, barajlar dolsun diye bekliyorduk yağmur duasına çıkan bağrı yanık çiftçilerimiz örneği.
Yılın son pazartesi için meteoroloji alarm vermeye başladı. Balkanlar'dan gelecek soğuk hava dalgası önce Trakya bölgemizi daha sonrada tüm yurdu etkisi altına alacak. Hava sıcaklığı hızla on derece birden düşecek, otuz, otuz bir aralık ve bir Ocak günü yurdumuz beyazlara bürünecek.
Yılın son günü saat beş otuz pencereden dışarı bakıyoruz. Her yerde kar var. Apartmanımızın çevresine diktiğimiz selvi ve zeytin ağaçları beyaz kürklerini giymiş hanımlar örneği, bize tebessüm ediyorlar. Sanki güzel yurdumun en yüce dağlarının yamaçlarının kar manzarası bahçemiz. Çevre sakin, sessiz, hava tertemiz. Atmosferimiz silkinmiş, atmış bünyesindeki ne kadar egzoz gazı isi varsa, hepsini. Fabrika bacası pis gaz artıkları, temizlenmiş.
Marmara Bölgesi'nde hava ne ölçüde temizlenebilir ortalama yirmi santim yağan karlan. İnsanların özellikle bu bölgede, nezle gribe yakalanırcasına kansere yakalanıp patır patır kara toprağa düştüğü özellikle kentlerimizde.
Sözüm ona, sanki uçsuz bucaksız güzel yurdumuzda başka alanlar yok fabrika kurmak için. Büyük sanayi ülkelerinde bile yok fabrika enflasyonu bölgemizde ki kadar. 'Bütün renkler hızla kirleniyordu./birinciliği beyaza verdiler.' Dizelerini bu bölgenin karı için yazmış Özdemir Asaf, bu güzelim dizeleri dense yeridir... Ak güzeldir, paktır. Temizlik simgesidir ak renk. Lakin hafif bir lodos hızla kirletir doğamızın aklığını.
Aralık sonunun birkaç günlük kar yağışı beni çok gerilere götürdü. Ulu dağların hemen diplerinde kurulan, terim yerindeyse dağ köyüme gittim. Çocukluğuma. Henüz yürüyebildiğim yıllara. Yağan karlar boyumu aşardı. Annem çığ kopar derdi, yamaçlardan, çok kar yağdığı gecenin sabahlarında. Ufacık bir ses dalgası, fazlaca ağaçların büyümediği vadilerin yamaçlarından karlar kopar ve kayar hızlı bir biçimde. Bu karlardan kurtlar hiç kurtulamaz, sadece saksağanlar canını kurtarır derdi anneciğim. Çünkü saksağanlar diklemesine uçan kuşlarmış. Kurtlar gibi, eğer çığın koptuğu yamaçlarda avcılar varsa, onların sonu da kara olurmuş ak karlar yığını altında.
Anımsıyorum, babam evde yoktu. Bilemezdim babamın o yıllarda keçilerimizi rakımı düşük sıcak köylerde kışlattığını. Büyük ablam hayvanları saman vermek için samanlığa ve ahıra çok zor gittiğini anlatıyordu, üzerindeki karlar ve üşüyen elleriyle eve geldiğinde. Bir taraftan ellerine üflüyor bir taraftan da heyecanla anlatıyordu: 'Bir ses duydum derinden, sanki insan sesiydi.' Annem: 'Allah Allah bu karda- kışta, kıyamete kim olabilir!' Diye hayretini belirtti. Evimiz köyün hayli dışında, kışın araç trafiğine kapanan bir şosenin kenarındaydı.
Dağların arkasında yaşayan köylüler, karlar yolları kapadığında sık sık konuğumuz olurdu, kış günleri yolculuklarında.Ta ki dağlar yayalara yol verene kadar. Evimiz, adeta bir cankurtaran görevi yapardı.
Sabah yemeğinden henüz kalkmıştık. Kapımız çalındı. Dışarda iki kardan adam. Ayakta zor duruyorlar. Donmak üzereler, evimize zor can atmışlar. Açlık ve soğuk canlarına tak etmiş. 'Bacılar, ocağı canlandırın, sobaya odun koyun. Allah rızası için, ölüyoruz.' Annem.' Buyurun ağa kardeşler, gelin hele.' Evimizde ekmek bol pişirilirdi. Annem bolca yağ eritti. Peynir, manda yoğurdundan çıkarılmış ayran sunuldu konuklara. Eriyen yağın nefis kokusu hala hafızamın derinliklerinde saklı. Çünkü bizde, yemeğin iyisi, bolca yağ eritip ekmeği banıp yemek pek olası değildi o yıllar. Kalabalık aileydik. Dört kız iki erkek. Karşıdaki orman karlara bürünmüştü. Tanımsız güzellikte bir güzel manzara oluşmuştu ormanımızda. Yeşil iğne yapraklar yoktu artık çamların üzerlerinde.
Adamların gözlerine ışık geldi. Başladılar anlatmaya. 'Köyümüzün ve civar köylerin Cilavuz'da (Kars'ın Susuz ilçesi) okuyan öğretmen okulu öğrencileri karne tatili için dağı aşarken tipiye yakalanmışlar. Biz çocukların geleceğinin önceden haberini alıp dünden onları karşılamaya gittik. Tipi çok amansızdı. Bir öğrenci karda boğulmuştu, birisi kayıp. Köylerimizde kışın soğukta donmanın yöresel adı boğulmaktır. Çocuklar şimdi sizin kışlada, handa. Köyümüze gidip haber ulaştıracağız.' Dediler. Sıcacık evimizde aniden buza kesti. Hala anımsarım, hepimizin gözleri yaşardı. Bu yazıyı yazarken bile ağlamaklı oldum, bu kara haberi anımsayınca. 'Allah sofranıza Halil İbrahim bereketi versin'Deyip hızla yollandılar konuklarımız kendi köylerine. ' Fazla zaman harcamadan tekrar kışlaya dönmeliyiz.' Tümcesi, ağızlarından çıkan son sözleriydi.
Hayvanlara saman verildi. Sığırların, yalağa gidip su içmeleri için karlar temizlendi annem ve ablamlarca. Ben küçük kardeşimle karlara dalıyordum. Kar boyumuzu çoktan aşıyordu. Daha sonra sobanın ve ocağın birlikte ısıttığı evimize çekildik.
Akşam yaklaşıyordu. 'Anne yola bakın, yola bakın!' Diye ünledi bir ablam. Hepimiz dışarı fırladık bir anda. Dün gibi anımsarım hayli kalabalık adamlar topluluğu, ellerinde kürekler yolda yürüyorlar. Bu adamların kışlalarımıza gidişini demek ki görememişim. Ne o, sekiz-on adam bir şey taşıyorlar. Bir sal bu. Ortalama iki bin dört yüz metre yükseklikteki dağı aşamayıp donan genç öğretmen adayı cansız bedeniyle köylülerinin omuzunda köyüne dönüyor, saldan, çözülüp, sarkan ve sallanan bir koluyla. Sallanan bu kol, annemden duyduğum: 'Zamanın birinde bir ulu padişah ölmeden önce kullarına vasiyet eder. Ben öldüğümde tabutumu mezara götürürken bir kolumu dışarda bırakın. Cansız kolum sallansın. Âleme ibret olsun cansız kolumun sallanması...' bu söylenceyi anımsattı bir an bende.
Henüz günah nedir tatmamış, Bir an önce öğretmen olma, ailesine, aralarından çıktığı halkına hizmet etme heyecanıyla başladığı okul yıllarının bitmeyeceğini donarken, vücut ısısı hızla düşerken, hafızasını ağır ağır kaybederken nereden bilebilirdi genç öğretmen adayı. Nereden bilebilirdi, yaz tatili başlarken dorukları türlü yayla çiçekleriyle bezenen zalim dağları bir kez daha aşamayacağını. Bembeyaz karlar içinde son nefesini ölüm meleğine teslim ederken, Anadolu'nun bir köyünde, siyah önlük, ak yakalı kızlı erkekli minicik öğrencilerini hayal ediyordu belli ki.
Aradan yıllar geçti. Yazgımızda öğretmen olmak varmış. Yıllarca Nazım'ın dediği gibi: 'Gülmesini bile sarkık bıyıklarının altında gizleyen halkımın.' Çocuklarını okuttum. Elli- altmış mevcutlu, sobası tüten sınıflarda. Çok çalıştım, yurdumun yolsuz, susuz uzak köylerinde ışık olmak için. Halkının aydınlanması uğrunda başladığı yaşam savaşını kışın yol vermez dağlarda kaybeden genç arkadaşımın hayali, hayalim oldu.
Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün: ' Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır...' Direktifini yerine tam getiremedik. 'Alnımızda bir çelenk, nura doğru can atan Türk genciyiz...' Şiarlarıyla çıktığımız yollarımıza duvarlar örüldü. Önce Köy Enstitülerinin, daha sonra da Öğretmen Okulları'nın kapılarına kilit vuruldu. Ziyaret edeceğimiz okulların adı bile unutuldu. Üzgünüm...
.