Çok Uzun Sürmüş Bir Masalın Hikayesi
Yaman Usta'nın meyhanesi de, Mezarlıkbaşında olduğundan mıdır bilinmez ama, öyle alengirli bir yer değildi. Ucuz şaraplarıyla, it etiyle at etinin o müthiş karışımından yapılan soğanlı yahnisiyle, yağlı domuz çevirmesiyle, bitli oturaklarıyla nam yapmış bu yerde öyle musiki namına da pek bir dümen yoktu. Sadece Yaman Usta'nın değil bu muhitteki hiçbir meyhane sahibinin gücü, öyle musiki işlerine yetmiyordu. Onlar, Kordon boylarındaki beyzadelerin, Yahudi zenginlerinin, Rum kokanalarının ve aslını yitirmiş Müslümanların yerinde olurdu. Burası her mümine hitap eden ucuz yerlerdi.
Yaman Usta bitli kafasını, üç ayda bir, aha şu yan taraftaki hamamda iyice bir yıkar, tellağa para vermemek için götünü başını duvarlara sürterdi. Boyu posu yerinde olsa da etek traşını da saç tıraşını da sakalını da yine hamamdan hamama kesen bu adama sipariş verenler anasını öldürmüş namussuzlar, avradını satmış pezevenkler, kız kardeşine sarkmış Allahsızlar da olsa yine de insandılardı ya Yaman Usta'nın umrunda değildi. Yaman Usta, üzerlerine doğru gelip de sipariş edilenleri masalarına indirine kadar, bu kolunu kesseniz hissetmeyecek kadar sarhoş acüzeler Yaman Usta'nın buram buram kokusunu hisseder, kimisi köşe bucak saklanır kimisi yerlere yatardı.
Böylesine lanetli bir hengamennin orta yerinde musikiye başlayan İskendir, bugün geleli onbeş gün olmuş, bu bitli namussuzların tasfiye edilip papyonlu beyzadelerin meyhaneyi doldurmasına vesile olmuştu. Bu, 'Ebu Cüzzamların' her biri değişik beddualar ediyor ve İskendir'in burnunun sürteceğine canı gönülden inanarak Yaman Usta'nın yerini terkedip az ilerde Çatal Baba'nın mekanına gidiyorlardı. Zaten bu Mezarlıkbaşı'ndaki meyhanelerin hepsi, hemen hemen aynı cemaatin camisiydi. Ama kimse, bu İskendir gibi büyük musiki ustasının Kordon boyundaki o batı bamyası kokan, viski hamamları olan güzel mekanlar varken Yaman Usta'nın meyhanesinde başlamasına bir türlü akıl sır erdiremiyorlardı. Ama bunu düşünenler yerlerinden olan, ana-baba katili, bacısına yan gözle bakan ırz düşmanlarıydı. Biz değildik.
Yaman Usta'da da musiki cenahındandı ya neyse. Durun durun bahsetmişken bir iki birşeyler deyip geçelim hemen. Yaman Usta duymasın, pek sevmez.
Yaman Usta-gerçek adını bize bile söylemedi vallahi-evvelden bir şeyhin müridiydi. Musikiyi severdi. Özellikle şeyhi ona musiki üzerinden sanat icra edip Allah'ın 'Sani' ismine tecelli olmasını niyaz eder açıktan da dua üzerine dua ederdi. Gel gör ki sonradan dine kavuşan birinin selahiyetiyle ve azmiyle dinine imanına sarılamayan bu adam, geceleri herkes uyuduktan sonra üç-beş yolunu bulmak için Karaköy'de aşüftelere çalardı. Sabah ezanına yakın da dönerdi. Bir gece, lüzumsuz bir müridin rüyalanası geldi de dışarıda duran abdesthanelerden birine çıkarken bizim Yaman Usta'yı görüverdi. Yaman Usta da yakalanmanın verdiği o korkuyla bir gemiye binip, Kostantiniye'den ta Smyrna'ya, kaçak geldi ve biriktirdiği üç beş kuruşla da bu itin uğursuzun meskeni olan meyhaneyi açtı. Bir daha da almadı eline o zıkkımı. İçinden kendine sövse de artık geri dönüşü olmayan bir yola giren Yaman Usta, pişmandı pişman olmasına ama bir türlü kendini kabul ettiremez endişesiyle, geri dönmeye hiç yanaşamadı. Kolay yoldan bir sevap bulsa da hemen Cenab-ı Allaha kendini affettirse diye bekler durur o gün bugündür. Bazen gitmese de Cuma çıkışlarında camilerin önünden geçip dilencilere sadaka kaptırması da bundandır. Ama bir türlü bir işaret göremeyince, nicedir kapaklanıp kalmıştır bu lain köşeye. Umudu tükenen Yaman Usta, işte şu İskendir'in üflediği klarnetten çıkan necis hava gibi ortalıkta dolanıp durmaktaydı. Ta ki, bu zındık buraya gelene kadar.
İskendir, her gece Yaman Usta'nın meyhanesinde çaldıktan sonra, hemen şuracıkta bulunan Kevgir Ağa'nın hanında uyurdu. Sabah ezanına kadar, İzmir'i kasıp kavuran ve dillerden düşmeyen o üç parçayı tekrar ede ede insanları mest eden bu zındık, gene de ezanı duyunca bırakırdı. Ezan okununca herkes dağılır, kimisi camiye koşup geceki içtiği şaraplar için istiğfarda bulunacakken abdest alınan kurnanın üzerine kusar kimisi zaten 'battı balık' diyip yürürken, ayaküstü, içtiği şarapların etkisiyle kendi üzerine bevl ederdi. Aslında şaraptan değil, İskendir'in üflediği parçalardan sarhoş olan bu kabadayı külhanileri ve şanı dillere destan beyzadeler evlerine gidişlerinin on yedinci gününün sabahında, İskendir hazırlanıp kaldığı hana doğru meyhaneden çıkmıştı ki içeri cevval bir delikanlı yürüyüşüyle yaşlı bir adam girdi.
Yaman Usta, binbir tilkinin dönüp durduğu kafasını adamın göreceği şekilde uzatarak, ezanın okunduğunu, varsa yüreği namaza gidip Cenab-ı Allah'ın huzurunda böyle babayiğitçe durmasını, söyledi. Adam bir tabureyi çekip Yaman Usta'yı yanına çağırdı. Bu altmış yaşlarında iri yarı ve dipdiri olan zatın duruşunda bir anormallik sezen Yaman Usta, ayaklarını sürüye sürüye adamın yanına vardı. Adam, bu şişman ve temiz kokular sürmüş, sakal tıraşını daha bu öğlen yapmış adama İskendir'i tanıyıp tanımadığını sordu. Yaman Usta pek laf verecek gibi değildi ama İskendir zındığının foyasını bildiği için bu adamla yumuşak yollu halleşmeyi düşündü. Yaman Usta, adamın neden bu gencin peşinde olduğunu sordu. Meğer bu zındık, belde belde gezermiş de Peygamber Efendimiz'in Kur'an-ı Kerim'i kıraat ettiği makamda türküler söylermiş. Adı İskendir değil de Mehmetnur olan bu Yahudi zındığı Deersaadet'teki bir fakih tarafından yasaklanan bu makamı, aklını midesiyle değiş tokuş eden bu Müslüman bozuntularının hayallerinde, aşüftelerin göbek attığı ve sevgililerin birbirlerine nağme yolladığı bir havaya sokmak istemekteymiş. Adam bunlardan başka daha neler neler dedi ama bize de 'bu sırrı tutun bre' deyince daha fazlasını diyemez olduk. Elhasıl, bu zındık Yahudi, çargah makamını oyum oyum oynanan 'Bahar Gecesi', sevdalıların kalbini eriten 'Sensiz Hayat Çekilmiyor' ve kırkını aşmış teneşir paklayasıca morukların gönlünü abad eden 'Gönlümün Güneşi' nağmeleriyle kirletmek istemekteymiş ki bu evi barkı yıkılası beyzadeler, it öldüren bile bulamayasıca şarapçılar, böğüre böğüre gezinesi ergen abazalar zihninde bu makamı kötü bellesin diye...
Yaman Usta, nicedir mutlu olduğunu anımsayamadı. Belki de en son dergahtan kaçtığı gecenin sonuna doğru Kirli Naciye'nin kondurduğu salyalı öpücüğe ve bir de Kordon boylarındaki meyhaneleri boşaltan bu İskendir'in gelişinin ikinci gecesi tebessüm etmişti. Yaman Usta adama, İskendir'e ne yapacağını sorduğunda bu mütebessim hal hemen gidiverdi. Zira adam onu irşad etmeye, düzeltmeye gelmişmiş. En son çare olarak, İskendir denen zındığın günahları şu dağları aşmasın diye kamasını dayayıp öldürecekmişmiş. Yaman Usta bu durumdan pek hoşlanmasa da bir yerde kendinin de aklından geçen buydu. Zira ilk geceki nağmelerinden bile, bu zındığın çargah makamından üflediğini bildiği halde borcunu harcını ödemeden bu adamı öldürmeyi planlamamıştı. Onun için üç gün kadar bir zaman kalmıştı kafasındaki paranın denkleşmesine. Yaman Usta derince düşündükten sonra bu adamın fikrine katıldı. Hem bu arada tıklım tıklım dolan şu meyhanesinden kazandığı paralarla kumar boçlarını öderdi hem Kordon boylarında yeni bir meyhane alır hem de bu densiz zındığı geberterek Cenab-ı Allah'ın gözüne girerdi. Ooo, cennete gitmek için epey fırsat ayağına gelmişti. Ama sanki sevabı bölünecek miydi ne? Neyse bu zındığı öldürdükten sonra şarap satmazdı o zaman, bağışlanması için kalan sevabı da böyle tamamlardı. Şu, Frenk işi viskiler pek dokunmazmış adama, onları satardı. O viskiler, bu şarap gibi Kur'an-ı Kerim'den red yememişti hem. Yaman Usta ellerini adamın görmeyeceği bir yerde, zihninde, ovuşturdu. Pek gönlü yokmuş gibi uzlaştı bu yabancı adamla. Adam dışardan esen yele yüzünü dayayıp günün ağarışını gördükten sonra vakit çıkacak korkusuyla namazını şuracıkta, üzerinden çıkardığı yeleğinde kılıverdi hemen. Yaman Usta 'adam amma da afili müminmiş' diye geçirdi içinden. Hemencecik ayrılıverdiler.
Aradan geçen bu üç koca günde, Yaman Usta üçbeş işçi tutmuş kendi de yaymış malzemeyi şu zındık İskendir'i öldürme hesapları yapıyordu. Bir yandan da İskendir'in 'Bahar Gecesi' nağmesiyle çoşan fikirsizlere 'cıkcık'lıyordu. Ama bu zındık o kadar mahirdi ki işinde, çargah perdesinde hicaz geçkisi yapıyor üstüne de bir asmakalış çakıyordu. 'Ne nefes ama' diye geçirdi içinden, bu yılların musiki ustası. Sonra birden gözünün birini kısıp dilini de dişleriyle ezerek'acaba' dedi içinden. Sonra durdu durdu. 'Evet evet' dedi ve kıs kıs güldü usulca. Bu akıllıca fikrini Muhterem'e-Yaman Usta adını bilmediği bu adama bu isimle seslenmek istedi-açmalıydı. Ne de olsa mesai arkadaşıydılar.
Muhterem'i bulacağı Hacı Hasan Han'ının önünde durdu. Muhterem geldiğinde Yaman Usta sevinçten göbek atacaktı nerdeyse. 'Şimdi' dedi. 'Biz bu zındığı tek öldürmeyelim. Şu ilerde, Kordon derler, sen bilmezsin bir lanet yer var. Orada da epey bir Yahudi, Rum ve aslını yitirmiş kendini Müslüman sanan mesnetsizler var. Biz, bu zındığı oraya kaçırtsak da orada hepsini birden yaksak ya' dediğinde Muhterem'in gözü dehşetle açıldı. Zinhar böyle birşeye yaklaşamazdı. Mümin adam, bu kelle uçurma meselesini dahi en son çare olarak düşünürdü. Böylesi birşeyi asla kabul edemezdi. Yaman Usta, allem etti gallem etti sonunda ne dediyse aha bu mümin, kabeyi tavaf ederken gözlerinden yaşlar boşalan muhlis adamı bu işe ortak etti. Allah Allah aklımız çıkacak. Ne kadar da dayadıksa kulağımızı, duyamadık ne dediğini Yaman Usta'nın. Adamın tehdit edildiğinde korkacak birşeyi mi vardı, yoksa Yaman Usta, 'şeddeli kafir de olsa bu adamı korurum' mu dedi de, Muhterem o deminki fikrinden caydı, bilemeyiz. Onu ancak bir bu vicdansız Yaman Usta bir de Cenab-ı Allah bilir.
Ertesi gün sabah ezanında buluşup bu işin planını yapmak üzere ayrıldıkları vakit, Kordon boyları tarafından çığlıkların büyüyerek göğe yükseldiğine şahit oluyordu herkes. Bir uğultudur Smyrna'nın,şimdi İzmir derler, üzerinde dolanıyordu. Yaman Usta göğe başını kaldırıp mağrurlanarak yürürken, Kordon'da hangi dinsizin meyhanesine konsam diye hesaplar döndürüyordu kopasıca kafasında.
İskendir her akşam olduğu gibi, daha güneşin kızılı sönmeden, meyhanenin önüne gelir otururdu. Derince düşünür, fazla değil iki adım ötede duran şu Kordon'a bakınır dururdu. Güneşin gök dalından bir portakal gibi düştüğü anlarda, Kordon boylarından karaya çalan bir is peyda olduğundan yaklaşık yarım saat sonraydı, İskendir Yaman Usta'nın yanındaki bu adamı görüp elindeki klarneti fırlatarak nefes nefese koşmaya başladığında... Koca caddelerden sonra, veletlerin bile zor sığıştığı, bu ara sokaklardan geçen kovalamaca konvoyu, Kordon taraflarına doğru seyir ederken bir ara yere göğe karanlık bir kasvet dolmaya başladı. Yaman denen namussuz, koca göbeğini hoplata hoplata yarım saattir, ara sokaklarda İskendir'i arıyordu ki birden olduğu yerde, dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüş hızından daha hızlı, bir daire çizdi. Vay anasını koca İzmir yanıyordu. Ne ara ateşe vermişti Muhterem buraları, diye düşünürken 'iyi olmuş, ama... neyse ne' diye içinden geçirip Kordon boyuna koşturmaya başladı. Zaten artık o İskendir zındığı ölse de ölmese de Yaman Usta'yı ilgilendirmiyordu. O, bu hengamenin ortasından böylesine kolay kurtulabilmişti. Şimdi 'Muhterem İskendir'i yolmuş, bir tavuk gibi haşlıyordur' diye içinden geçirince böylesine bir zındığı kolayca alt ettiğine seviniyordu. Kendi de o zındığı kovalayarak bu işte pay sahibiydi. Hakkını yememeli. Bir de bu işin sevabını, Kiramen Katiplerine, okkalı bir şekilde yazdırdığını düşününce kasılmadan edemedi.
En son Pasaport'un oralara geldiklerinde, Muhterem eliyle ona bu tarafı işaret etmiş ve o başka yöne gitmişti. Şimdi bu isli hava geçene kadar, gidip evinde önce iyi bir yıkanmalı sonra da kafayı çekmeliydi. Eve doğru giderken, insan uğultularının kulaklarına hiç de uğramağı bu adam, hülyalara dalarak yürüyordu. Artık Kordon'da açtığı bu yeni yerde öyle elini kolunu sallayanı almayacaktı. Zengin beyzadeleri, paşa oğullarını, hanım kızlarını, yaşlı kokanaları, paralı dulları müşteri edinecekti. Eve girip de kendini yıllardır yıkanmadığı bonyosuna atarken 'ne de sözünün eriymiş Muhterem' diye geçiriyordu içinden. İşi hiç de Yaman Usta'ya bırakmadan bitirivermişti işte. Nerdeydi acaba şimdi? 'Aman neyse ne' deyip gene de İskendir denen zındığın ruhuna bir fatiha okumadan edemedi.
Yaman Usta, banyodan çıktıktan sonra, bu hayallerle pembe güllü peştemalinin altında uyuklarken, yanan meyhanenin üzerindeki evinin de alev almasına rağmen, çatur çutur seslerin arasında, hiç de uyanamamıştı. Bir ara gözlerini açar gibi olduğunda işlediği tüm hadsizlikler yüzünden Cenab-ı Allahın kendisini cehenneme attığını sanıp tekrar usulca gözlerini kapatıp, azabı içine içine işleyen alevlerle, gerçek aleme uyanıverdi. Muhterem ise bir kuytuda durduğu bir an, gölgesini gördüğünü sandığı İskendir'i beklerken dumandan zehirlenip oracığa leşini serdirdi. Zavallı, odundan farksız kafasıyla bir patlıcan közünü andırıyordu. Ruhu şad olsundu. İskendir ise İzmir'in alevler içinde kaldığı o lanetli akşamüstünde, atladığı Rum gemilerinde iyi derece Rumca konuşunca kendini ele vermeden kaçıverdi. Aslında İskendir; İzmir yanarken kaçtığı gemide Rum, Roma ateşe verildiğinde mazlum bir Romalı, Sezarın son cümlesinin başrolündeki Bürütüs ve Fransız İhtilali'nde avamca öldürülen asilzadelerden biriydi. Hiç de yabancılık çekmeden konuştuğu Rumcayı ve ölmeden yaşadığı bunca hayatı düşünürken cayır cayır yanan İzmir'e daldırdı gözlerini ve dilinden midir zihninden midir şunları döküverdi Ege'nin fokurdayan sularına:
'Ben bir musibettim, bilmesi gerekenleri bilmeyenlerin başına geldim.'
Bu sözlerin ardından, geminin ambarına inip ağzına bir iki buğday tanesi attıktan sonra çırpmaya başladığı kanatlarıyla daracık bu pencereden uçmaya başladı. Pencereden bakakaldık, şaşakaldık. Zihnimizdeki izler, sıkıştığı o diş aralarından kelime kelime dökülüverdi ambara:
'Biz bir masaldık, anlamak isteyenlerin ummanına daldık'