Çöp Poşeti - Deliliğe Övgü

Dün gece bir rüya gördüm. Annemin oldukça geniş bir tabutu vardı. İçinde yüzüyordum. Güneş yakıp kavuruyordu bedenimi. Ruhum kıpırtısızdı. Dinginlik diyemem buna. Zira sayıklayarak uyandım. Camus'un Yabancı romanı üzerimde açık kalmıştı. Tekrar uyuyabilmem için epey süre gerekti. Birkaç şiir geçirdim içimden. Geyikli Gece'de dalmışım.

Sabah kalktığımda telefona sarıldım. Ofisi aradım. İşe gelmeyeceğimi söyledim. O gün bisiklete binmek istiyordum. Haluk Bey, reklam departmanın müdürü, önce sinirlendi. Ardından iyi olup olmadığımı sordum. Durumun Öykü ile bir alakası var mıymış? Beni yağmurlu bir akşam, artık sana layık değilim klişesi ve kime layık olduğu sorularıyla terk eden Öykü. Kırmızı Değirmen başıma yıkılmıştı. Üstelik Öykü'nün ölmesine gerek kalmadan.

Hayır ilgisi yoktu. Sadece çalışmak yerine bisiklete binecektim. Nihayet ikna oldu Haluk Bey. Sinirden bıyıklarını yemeye başlamıştır diye düşündüm. Büyük ihtimalle sabah kahvesinin kalıntıları eşliğinde.

Annem televizyondaydı. Dizilerden birini izliyordu. Gittim, elli beş ekran tüplü televizyonu kucakladım, balkondan aşağıya attım. Annem şaşkın şaşkın bakıyordu. Ona geç gelebileceğimi söyledim. Yatsın uyusun, beklemesin beni.

Ağlıyordu kadın, bana neler oluyordu? Ah bu babam. Profesyonel olarak yirmi iki yıldır kayıplıkla uğraşan, emekliliği düşünmeyen babam yüzündenmiş.

Annemi söylenmeleriyle bıraktım. Anahtarlarımı çöpe attım. Çıkmadan evvel yanıma bir çöp poşeti aldım. Bugün bana arkadaşlık edecekti. Sağolsun kabul etti.

Apartman kapısında Turan'la karşılaştım. Cerrahpaşa'da tıp okuyordu. Samimi dostumdu. Yediği içtiği benden ayrı giderdi ama olsun. Konuşmaya başladı. Dediklerini tam anlayamıyordum. Dinliyordum, kelimelere ulaşmıyordum sadece.

Aniden Turan'a kafa attım. Sendeledi, düştü. Beklemiyordu. Orada öylece yatarken bir iki de tekme savurdum. Kan içinde bıraktım onu. Kin gütmüyordum Turan'a. Saniyelik gelen bir vurma hissini bastırmadım. Vurduktan sonrasını da umursamadım. Merakla biraz inceledim sadece.

Poşeti rüya kırmızısı bisikletimin gidonuna astım. Hızla pedalları çevirmeye başladım. Bir yandan da dertleşiyordum. Öykü'yü anlatıyordum. Sadece iki defa gördüğüm babamı. Baş parmağımla, işaret parmağımdaki kalemtıraş yaralarını. Morte a Venezia filmini. O hep susuyordu. Ara sıra rüzgarın yarımıyla konuşmaya çabalıyordu sadece. Bana hak verdiğini hissediyordum.

Durdum. Bisikletimi bir süs havuzunun içine bıraktım. Poşeti koluma sardım. Yürümeye başladım. Cadde kenarında bir sergi salonu vardı. Ruhlar Dükkanı isimli fotoğraf sergisini gezdim. Sergiden ayrılırken, ziyaretçi defterini çaldım. Sergi berbattı. Ruhum kırılmıştı. Defter daha da berbattı. Eciş bücüş yazılmış övgü dolu sözler.

Caddeye döndüğümde ceplerimi kontrol ettim. Kardeşimin pasosu yanımdaydı. İlk gelen otobüse binip son durağına gitmeye karar verdim. Tıklım tıkış bir otobüste, mizahla harmanlanmış saygısızlık vebasıyla mücadele ettim. Canım sıkılıyordu. La Fontaine'den bir masal okumaya başladım. Ezberden, yüksek sesle. Ateş böceği ile Pamuk Prenses en sevdiğimdi. Bir çırpıda okudum. Teklemedim. Alkış da almadım. Alkış almak şöyle dursun, herkes bana tuhaflığımı vurgular biçimde baktı. Üçüncü durakta otobüsten atıldım. Oysa ki Kaplumbağa ile Külkedisi masalına gelmiştim. Hani şu, kabuğuna dikiş iğnesi saplanıp, yüz yılda uyuyabilen kaplumbağayla onu öpmeye yeltenen kız hakkındaki.

Defteri otobüste bırakmıştım.

İndiğimde büyük bir kalabalığın arasına düştüm. Seçim zamanı yaklaşıyordu. Halkın çok sevdiği ne idüğü belirsizler sorumlusu bakan konuşma yapıyordu. Poşetim dikkat kesildi.

Bana göre ağır şizofreni hastasıydı ne idüğü belirsizler bakanı. İnsanları hastalığına davet ediyordu. Kabul görüyordu. Konuşmasında üçüncü geometrik dünya savaşı, bütün kitaplarla bütün filmlerin tek kitap, tek filme indirgenmesi gibi konular vardı. Mahşer yeri dinliyordu. Alkış kıyamet, methiye, kaside ne ararsan alandaydı.

Bu muhteşem, muhterem zatı öpmek istediğimi söyledim. Eller üzerinde beni sahneye taşıdılar. Fear of the Dark'ı söylememiştim bile.

Sahneye vardığımda ayıp olmasın diye kulaklarından öptüm bakanı. Mikrofonu aldım. Ağzıma geleni saydım. Ağzıma gelmeyen kelamları ise ince ince ortaya çıkarıyordun. Şahaneler şahenesinin akıl oyunlarını yürütmedeki becerisine, hitabet sanatına, bireyi henüz öldürülmeden tebeşirle çizmesine sövdüm durdum.

Yaka paça alaşağı edildim. Yakamı düzeltebilsem de paçam şanslı değildi. Polis görmedim, karakol bilmedim, doğru akıl hastahanesine götürüldüm.

İlk defa onunla karşı karşıya geldim. Karşımdaki uzun bacaklı, kısık gözlü, ortalama göğüslü femma fatale fısıldadı:

"Delirmişsin"

Çöp poşeti hüzünle irtifa kaybetti. Gözlerini kıstı, kolumda pıstı.

31 Temmuz 2013 4-5 dakika 40 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    Gülümseyerek okudum, kimin normal kimin deli olduğu tartışma götürür.

    Normal olmak; kurallara riayet etmekse, hepimiz normaliz bu bağlamda.

    Gerçekten de güzel bir yazı çıkmış kaleminizden: Farklı, eğlendirici...

    Kutluyorum.