Davullu Klarnetli Savaş
Düğündeyim. Düğünler ile pek arası olmayan biri olarak sıkıntıdan patlıyorum. Öğle olmasına rağmen kahvaltı etmemekten şikâyetçiyim. Karnım müziğe ritim tutarken babamın durumu fark etmesiyle bu acıdan kurtuldum kısa sürede. Düğünden çıkıp bir şeyler atıştırmak ilaç gibi geldi tabiî ki. Uzun uzun bahsederdim ama iştahınızı kabartım okumayı yarıda kesmenizden korkarak devam ediyorum.
Tam her şeyden umudu kesmişken zorlamayla oynamaya kalkıyorum. Aman ne oynamak... Suratım yerde, aklım havada, vücudum ortada; sallanıyor yok yok titriyor. Titremekte değil başka bir şey. Çok titremeden, aklım yeryüzüne ayak basıyor sonunda, oturuyorum yerime.
Daha sonra düğünle alakasız yerlere dalıyorum:
Etrafıma bakınıyorum, ilerde bir fener ışığı gidip geliyor, sağa ve sola... Bir daha, sağa ve sola. Dikkatlice baktığımda ayın yüzünü görüyorum, sallanan ise bedenim. Durumu kavramaya çalışırken bir acı hissediyorum sağ kalçamda. Kanıyor. Gülümsüyorum. Nedenine gelemeden bir patlama oluyor, ağzıma gelen taşı toprağı çıkaramadan bir tane daha. Burnumun dibinde ki bu şiddette hala ayaktayım. Sallanıyorum ama sağa ve sola... Bir daha.
Çok geçmeden birkaç göz görüyorum yalnız olmadığımı fark etmem ile yine gülümsüyorum. Gözler, boyun, sırt, kalça, hepsi parça parça görünüyor. Devamını göremiyorum bir türlü, yaklaşıyorum. O sırada ağzı netleşen bıyıklı dağ gibi adam, bağırmaya başlıyor. Kulağımı yırtarcasına ilerleyen bir çığlık... Bedenine inat, iyice incelen bir ses. Kendimi opera salonunun ağır havasında hissediyorum. Patlamalar devam ediyor, adam bağırıyor, ben ise ortada sallanıyorum hala. Sağa ve sola.
İnce ince bağıran adam nefesi kesilmiş gibi yavaşlıyor yavaş yavaş. Patlamalar ise adama acımış bir halde görünüyorlar gözüme. Uzun bir sessizlik... Başımı kaldırıyorum fener hala yanıyor. Ve sallanıyor. Gözlerimi yere çevirdiğimde o cüsseli adamı göremiyorum, gülsem mi ağlasam mı diye düşünürken, gülümsüyorum yine.
Gözlerimi biraz uzağa kaydırdığımda dizinin üzerinde olan eteğini göstere göstere, topuklu ayakkabılarıyla yere vura vura gelen, ela gözlü, siyah saçlı bir kız çocuğu görüyorum.
Soldan ona doğru büyük bir aşkla koşan, gözlerini havaya dikmiş daha spor giyimli bir başka kız çocuğu kaçmıyor gözümden
Gülmeye başlıyorum içimde. Ses olarak çıkan bir hıh var sadece dışarıda. Sonra o acı ses haykırmaya başlıyor yine. Adamı göremiyorum. Patlamalarda aynı hızla tekrar geliyor.
İnsanlar çoğalmaya başlıyor. Her biri kahkahalarla karışık garip sesler çıkarıyor. Deliriyor muyum? Gözlerimi tekrar tekrar gezdiriyorum. Kafamda harika bir şiirin bitişinde uzun süren o yankı var. Hani bitmek bilmeyen ve öğrenmesini de istemediğimiz.
Sonra fark ediyorum. Sağa ve sola, sağa ve sola ritim bozulmuyor. Sağ ve sol...
Gözlerime aniden sert bir ışık vuruyor. Düğünde buluyorum kendimi. Gerçeklik aynı mekân değişik sadece. Sağ ve sol, sağ ve sol. Annem karşımda gülüyor. Canlanmaya davet ediyor. Bense şaşkın, sağ ve sol... Klarnet başlıyor acı acı ötmeye. Adamı arıyor gözlerim iri cüsseli olanı. Sonra davul başlıyor vurmaya. Patlamaları yaşıyorum yine. Gülümsüyorum. Ve devam ediyorum o çok neşeli dansıma, sağ ve sol...
Ne ara kalktığıma dair ve ayakta ne durumda olduğuma dair hiçbir şey yok kafamda. Klarnet hep alır beni benden. Yine öyle oldu aldı beni benden, ama nereye koyduğunu unuttu. Ve şimdi yazıyorum. Şaşıyorum kendime. Gülümsüyorum.
Mertcan'dan bahsedilse, Edebiyat adına, Deseler ki nasıl bilirdiniz?
İyi biliriz, der, onu tanıyanlar elbette.
"Nicelersin daha sayamadığım"
Kutlarım güzel insan,
Saygılarım ve selamlarım seninle😎
Genc arkadasimizin kalemini kutlar devamini dilerim. Sevgi ve selamlarimla.
Bu sitede edebiyat adına çok güzel şeyler oluyor. Gençlere fırsat verilmediğini savunanlar, bu genç kalemleri nasıl görmeden geçiyorlar şaşıyorum. Tebrikler sevgili Mertcan, kalemini sakın bırakma...