Dedem Babam Ve Ben -3-
Dedemin, geleni gideni çoktu.Her sohbet sırasında dükkanın içi ne zaman dolar ne zaman boşalır anlamazdık.Aklına takılı sorularla gelen onca insan, beklediği cevabını alır ve giderdi. Dualar, dualar, dualar...Hatta çocuğuna isim koymak isteyenler bile dedeme gelir, çocuklarına koyacakları ismi danışırlardı.Nice fakir fukara eli boş dönmezdi. Hayır hasenatı gizlice yapar yaptırırdı. Çocuk aklımla düşünürdüm hep; "Bu paraları neden diğer insanlara dağıtıyor" diye. Mahalleye bir aşevi ve kimsesizler odası yaptırmıştı.Esnaftan topladığı paralarla oranın iaşesini karşılardı.Cami imamıyla yaptığı istişarelerle çocuklara Kur'an ve Hadis öğretilirdi. Siyer'i Nebi anlatılırdı.
Kur'anı okumaya çıkanlara şeker ve helva dağıtırdı. Hafız olanlara ise ayrı bir değer verir bir yıllık eğitim masraflarını mahalleli olarak karşılarlardı.Yanında bulunmaktan adeta zevk duyduğum dedem çok naif ve kibar bir insandı.Kimseyi kırmazdı.En sinirli olduğu anda söylediği en ağır kelimesi ise "Serseri misin?" idi. Akşam namazı ve yatsı namazı arasında ki vakitte hat sanatı çalışmaları yapar ve bana inceliklerini öğretirdi.Hat sanatı ile uğraşmak dinlendiriyordu ruhumu. Yine böylesi bir çalışma esnasında beni karşısına almış ve konu hakkında bilgiler vermişti.
'Hat sanatı denilince Kur'an harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatı akla gelir. Bu sanat Kur'an harflerinin altı ile onuncu yüzyıllar arasında geçirdiği uzunca bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmıştır oğul! Kuran-ı Kerim'in bir araya toplanmasından sonra, İslam dininin bilime verdiği özel önemin etkisiyle, çok sayıda katip yetişmiş, yazı da doğal olarak büyük aşamalar göstererek önemli sanat kolu olmuştur. Bu yazının ilk biçimi olan ve adını 'Kufe ' kentinden alan köşeli karakterli 'kufi' yazısının yerini dokuzuncu yüzyıldan sonra 'aklam-ı site' (altı çeşit yazı) almaya başladı. Hat sanatı, tarihi seyir içersinde yer yer ve kol kol gelişmiş, mükemmelleşmiş ve güzel sanatlar arasında seçkin yerini fiilen almıştır. Bunun farkına varamayanlar, garp tarihçilerinin adetlerine uyarak hat sanatına 'mimari süsleme' dediler ama... Oysa ki; mushaflar, cüzler, hilyeler, fermanlar, murakkalar, meşkler, karalamalar gibi değişik konularda verilmiş nice eserler vardır ki mimari süsleme ile hiçbir alakası yoktur. Hat sanatı; 'Cismani aletlerle ortaya çıkan ruhani bir hendesedir' şeklinde tarif etmişti. Hatta o gece epey uzunca sohbet içinde nasihatler etti.
Sohbeti bitirirken son paragraf olarak; 'Dış mihraklar memleketin tüm sanat dallarını ortadan kaldırmak için sinsi planlar yapıyorlar. Alim ,ulema ne kadar insan varsa ya yurdundan ediyorlar ya da zindanlara atıyorlar. Bu durum çok vahim. Halbuki; bunu yapanlar , Osmanlının üzerinde yaşadığı tüm coğrafyaya hediye ettiği eserler ile nümayişi hazmedemeyenlerdir.
Çeşitli hile ve desiselerle plan yapıp üzerimize geliyorlar. Sevgili torunum sen de epey bir ışık görüyorum.Ben artık epey yaşlandım; Ola ki hak vaki olur, ruhumuzu ilahi kudretin eline teslim ederiz. O daim sen kaldığım yerden devam et. Her ne iş ile iştigal edersen et amma bu sanatı terk etme olur mu?' diyerek alnımdan öptü. Yatsı namazının okunmasına az bir zaman vardı.Namazları camide kılıp öğlece eve çıkıyorduk. Babam o akşam için dükkanın içinde ki işlerle uğraşıyordu.Malzemeler dükkan içine yığıldı. Beraberce temizliği yaptık. Dedemin ardiyeden çıkmasını bekliyorduk. O an için dükkandan içeriye hiç tanımadığımız üç kişi, çok heyecanlı ve yüzleri kıpkırmızı vaziyette daldılar.En iri ve önde olanı tok sesiyle sordu;
-Hacı Kamil Efendi kim?
Bu hiç beklenmedik durum karşısında babamın yüzü kireç gibi olmuştu.Neye uğradığımız şaşırdık.Adamlar, babamın yanına iyice yaklaştılar.Beni fark etmemişlerdi.Hemen ardiyeye doğru koştum.
'Cismani aletlerle ortaya çıkan ruhani bir hendesedir' ...
Yazı çok güzel seri olarak devamı bekliyorum inşallah..