Dedemden Hayat Dersi

Dedemle her gezintiye çıkışımız ya da her balık tutmaya gidişimiz benim için hayat dersi olurdu. O zamanlar ne kadar farkında olmasam da dedem bana hayatın güzelliklerini ve iyi insanın özelliklerini muhabbet ve oyunla öğretirdi. Galiba babamla yapamadığı, yaşayamadığı günleri benimle yaşamak istiyordu. Ben hiç sıkılmadan dedemi dinler anlattıklarını bir bir ezberlemeye çalışırdım.

Dedem nenemin verdiği işleri bitirince,'Gel seninle tepedeki göle gidelim. Akşam için balık tutarız. Şöyle güzel bir ateş yakıp, közde balık yaparız,' deyince, durur muyum? Anında oltaları ve yanımızda götüreceğimiz azığımızı bir sepete koyup hazır ola geçiyorum.

'Aferin bre, sen ne çalışkan çocuk oldun!' diyerek, beni övüyor.

Bunun her zaman söylediği söz olduğunu biliyorum ama ilk kez duyuyormuş gibi mutlu oluyorum. Malzemelerimizi alıp patika yoldan tepedeki göle doğru yola çıkıyoruz.
Sekiz yaşında bir çocuk için yürümesi zor sayılabilecek bir yolumuz var. Dedemin güzel sohbetiyle ben yolun nasıl geçtiğini hiç anlamıyorum.

Dedem başını ağaçlara çevirip anlatmaya başlıyor,'Kuşlar iyice azaldı, gittikçede azalıyor. Gün, günden beter oluyor. Bu gidişle kuşta kalmayacak.'

Dedeme hak verir şekilde başımı sallıyorum. Bu hak verir tavrım, dedemin hoşuna gidiyor. Başımı sıvazlayıp gülümsüyor. Bir süre derin düşüncelere dalan dedem tekrar anlatmaya başlıyor,' Bu dünyayı biz yaratmadık ama biz yok ediyoruz, sanki sahibiymişiz gibi. Ağaçlar kuruyor, hayvanlar ölüyor; tabiat zamanla yok oluyor. Neden? Hep insanlar yüzünden, insanların sorumsuzluğundan. '

Dedem sinirli bir şekilde tepeden aşağıya bakıyor,' Irmaklar kuruyor, ormanlar gittikçe azaldı. İnsanların kanaatsizliği dünyanın düzenini bozuyor. Sonrada her şeyden şikayet ediyoruz.'

Tepeden aşağıda ormanlık alandan, ağaçların kesilerek tarlaya dönüştürülen yeri gösterip,'Eskiden buradan baktığımda her yer yemyeşil ormanlık alandı. Şimdi bizim çilli, kel tavuk gibi!' dediğinde ben gülmeye başlıyorum,'Evet dede gerçekten bizim çilli gibi' diyorum.

Dedem geç kalmış gibi hızlı adımlarla ilerliyor. Ben normal yürüyüşünde zaten koşturuyorum. Hele hızlanınca koşmamda fayda etmiyor. Yorgunluktan ve koşturmaktan etrafıma bakmaya fırsat bulamıyorum. Dedem yavaşlayınca geldiğimizi anlıyorum. Kendimi yemyeşil çimlerin, gelinciklerin ve papatyaların içine atıyorum. Gökyüzüne bakıyorum. Gözlerimi açıp kapatıyorum. Bu dedemin öğrettiği bir oyundu.

'Gördüğün gökyüzü aslında hem çok uzak hem de çok yakın' derdi dedem. Dedemin sesiyle oyunu bırakıp kalkıyorum.'Hadi oltaları atalım. Yoksa yine balıkçıdan balık almak zorunda kalmayalım?' diyor. Her zamanki gibi nasıl iyi balık tutulur anlatmaya başlıyor. Ben de iyi bir öğrenci tavrıyla sorular sorarak dinliyorum. İyi balık tutma tekniğimize rağmen, eve neden hep boş elle dönerdik bilmiyorum.

Oltaları yeşillikler içindeki göle atınca, kıyıdaki kayalara oturur sohbete başlardık. Dedem, sorular sorar; fikrimi alır, sonrada başlardı anlatmaya...

'Sence en akıllı kişi kimdir?'

'Babam! Benim babam her şeyi biliyor.'

'Babalar her şeyi bilebilir ama ?en akıllı kişi her zaman başkasından öğrenecek şeyler bulan kişidir' sence de öyle değil mi?'

Onaylamak için başımı sallıyorum.

'Peki en güçlü kişi kimdir?' diyor.

'Ooo... Bekir amcam!' diyorum, ' Herkesi dövüyor dede, hiç yenilmiyor.'

'Bekir amcan aslında en güçsüz kişi , çünkü ?en güçlü kişi öfkesine hakim olan kişidir' dediğinde, sakinliği ile tanınan Kadir amcam aklıma geliyor.

'O zaman Kadir amcam!' diyorum,' O hiç kızmıyor, sinirlenmiyor.'

Dedem burada o ünlü kahkahasını fırlatıyor. Dağlar bile yankılanırken kahkaha atıyor. Dedem mutlu bir şekilde devam ediyor.

'Sence en zengin kişi kimdir?'

'Ahmet, o kadar çok kitabı var ki dede; sayısını kendi bile bilmiyor.'

'Bir bakıma doğru. Okumak farklı bir hazinedir ama ?en zengin kişi yaşadığı günün ve saatin kıymetini bilen kişidir.' Zenginliği sadece sahip olduğun maddiyatla ölçmemelisin.' dedikten sonra aklına aniden gelmiş gibi, 'Saygıya en çok kim layıktır, biliyor musun?' diyor.

Bu soruyu bildiğimi düşünüyorum. Okulda öğretmenimiz Atatürkün saygıyı hak ettiğini söylemişti.

'Atatürk!' diyorum, kendinden emin bir şekilde yüzüne bakıyorum,' Bildim mi dede?'

'Bu da doğru ama kendine ve dostuna saygı duymayan Atatürk'e saygı duyar mı?'

Bilememiş olmamın hüznü ile sessiz bir şekilde ,'Duymaz dede!' diyorum.

Dedem anlatmaya başlıyor,' Bir insana düşen ilk iş insanın KENDİSİ olmasıdır. Kendin olmadığın zaman ne yaparsan yap, insanlar senin gerçekte nasıl bir insan olduğunu anlayamaz. Etrafında dost değil yalakalar barınmaya başlar. İnsanın en yakın dostu ve en büyük düşmanı kimdir bilir misin?' Ben kaşlarımı kaldırmış yine yanlış cevap vereceğimi düşünerek susuyorum. Gülen gözleriyle dedem gülümseyerek 'kendisidir' diyor.

Şaşırıyorum, insan kendine hem dost hem düşman nasıl olabilir diye, aklım almıyor. Dedem devam ediyor,'Kulağından gireni geri ağzından çıkaran insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insanda makbul değildir. En değerli insan kimdir söyle bakalım. Bunu daha önce konuşmuştuk, unutmadın değil mi?'

'Unutmadım dede ?en değerli insan kulağından gireni yüreğinde saklayan insandır' '

'Aferin unutmamışsın. Söyle bakalım nasıl mutlu oluruz?'

'Sahip olduğumuz şeylere sevinip, sahip olamadıklarımıza üzülmeyerek'

'Düşün bakalım, tanıdığın insanlar arasında en güzel insan kim?'

'Öğretmenim dede. Saçları çok güzel ,hem çok güzel gülüyor. Her şeye de hemen kızmıyor.'

'Söylediklerin güzel şeyler sabır en güzel erdemdir. Ama gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir. Ancak kalptedir.'

Dedem merakla dinlediğimi görünce seviniyor. Verdiğim cevaplardan da hoşnut bir ifade ile devam ediyor.

' Gerçek mutluluk gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir. Gerçek sevgi yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir. İyiliklerde öyledir. Birine bir iyilik yaptığın zaman o senin yaptığını bilmemeli. Kendini sana borçlu hissetmemeli. En güzel yardım gizli yapılandır.'

Sohbet devam ederken, ılık ılık esen rüzgar yerini hafif hafif çiseleyen yağmura bırakınca balık keyfimiz yarım kalıyor. Acele toparlanıp evin yolunu tutuyoruz. Çıkarken zor gelen yokuş aşağı inerken hemen bitiyor. Ben balık yakalayamadığımız için üzgün bir şekilde,'Dede bugün de elimiz boş dönüyoruz,' diyorum.

Dedem bana yan gözle bakıyor, sessizce gülümseyerek 'Emin misin?' diyor.

O zaman ne demek istediğini anlamamıştım. Şimdi düşünüyorum da bu gezilerde dedemin amacı balık tutmak değilmiş.

İNCİDAL

14 Aralık 2012 6-7 dakika 8 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (3)
  • 12 yıl önce

    Merhaba İnci Hanım,

    Hayat deneyimi kadar öğretici bir kurum daha yoktur dünyada. Ben hep şunu düşünmüşümdür. İnsan, keşke üç evreli bir yaşam sürseydi. Birinci evre: Doğup büyümek ve dede-nine olmak. İkinci evre: Küçülmek ve aklı erebilen çocukluk dönemine inmek. Üçüncü evre: Dede-nine deneyimiyle yeniden büyümek, dede-nine olarak ölmek. Öyle sanıyorum ki üçüncü evrede dünya daha bir güzel olurdu. Başarı dileklerimle saygılar.

  • 12 yıl önce

    oyyyy ne güzel bir gezi olmuş bu böyle gezi değil hayat dershanesi maşallah dedin inceden inciden işlemiş bu dersi sözleri altın değerinde maşallah her kulağa küpe olmalı bence de

    okurken öğreten başarılı bir öyküne daha ortak olmak güzel bir duyguydu

    kutlarım incim ellerin dert görmesin selamlar.

  • 12 yıl önce

    Yaşanmış veya kurgu, bu yazıyı yazmak, yazabilmek, yazılanların gerçek hayattaki anlamlarını bilmek demektir.

    Yüreği sevgi dolu bir dede ve onun dünyaya verdiği değer. Dünyadaki değerleri bir bir beynine yerleştiren bir küçük kız.

    Amma çok balık tutmuş o küçük kız.

    Çok güzel bir anlatım sevgili dost, hem okumak zevk verdi, hemde ördaki dede olmak istedim.(henüz torunlarım yok, ama yakındır olmaları)

    Topluma verilen bu güzel mesaj için insanlık adına teşekkür ediyorum.

    Yüreğine sağlık.