Değiştirebildiğimiz Yaşamlar
Sokağın başındaki park yerine arabamı bırakıp, elimdeki adrese doğru ilerlerken, farklı yaşamların olduğu bir sokakta olduğumu anladım. Ayakkabılarımın topukları, yıllara yenik düşmüş kaldırım taşlarının aralarına girdiğinde, kendi kendime söylenerek yürüyordum. Bu sırada karşı kaldırımda giden küçük kızın gülüşüne takıldım. Elindeki iki somun ekmeğe sıkıca sarılmıştı. Bana attığı kaçamak bakış ile yüzünde oluşan gülümseme, gamzelerini ortaya çıkarırken, ben elindeki uçları koparılmış ekmeklere takılmıştım. Ben de çocukluğumda fırından aldığım ekmeğin mis gibi kokusuna dayanamazdım ve ucunu kemire kemire eve giderdim.
Siyah örgülü saçları, günlerdir taranmamış gibiydi. Üzerindeki eski fakat ona farklı bir güzellik katan elbisesinin etekleri yer yer sökülmüş olmasına rağmen, halinden hiç şikâyetçi görünmüyordu. Etrafta olup bitene göz gezdirirken, arada eteğini tutup eliyle savuruyor ve sessizce bir şeyler mırıldanıyordu. Sekerek ilerlerken, kaldırımın kenarında yatan küçük kediyi görünce durdu. Bir süre kediyi sessizce seyretti, biraz düşündü ve elindeki ekmekten, küçük bir parça koparıp kediye verdi. Kedi, bir teşekkür miyavlamasından sonra ekmeği yemeye başladı. Belli ki küçük kızı tanıyordu.
Aynı yöne doğru ilerliyorduk. Ne yaptığını izlemek için, özellikle küçük adımlarla gidiyordum. Bazen güzel gamzelerini görebileceğim şekilde gizli bakışlar göndermesi içimde anlayamadığım bir sıcaklık oluşturdu. Sanki bu küçük kızı çok uzun zamandır tanıyordum. Ne o bakışlar ne de etrafa takılarak, elinde ekmekle yürüyüşü hiç yabancı değildi... Unutmaya başladığım ya da unutmak istediğim bir şeyleri hatırlatmıştı. Bazen yaşam, unuttum zannettiklerinizi öyle bir önünüze serer ki her şeyi dün gibi anımsarsınız. Acı günler yaşanmamış gibi hayata devam ederken, gördüğünüz küçük bir kız tüm geçmişinizi size hatırlatır. Ben de bu küçük kızla, unuttuğumu düşündüğüm çocukluğumu hatırladım. Yüzümde hatırladıklarımın hoşnutsuzluğu ile küçük kızın neşe içinde sekerek gidişini izliyordum.
Küçük kız on adım önümde ilerlerken eski bir binanın önüne geldiğinde durakladı. Sanki benim ilerlememi ister gibiydi. Bakışlarım üzerinde, yanından geçerken o güzel kaçamak bakışlarını tekrar gördüm. Gözlerindeki tedirgin bakışlara anlam veremedim. Dişleriyle dudaklarını kemirmesi sanki hızlı hareket etmemi isteyen bir sabırsızlık işareti gibiydi. Birden kapıdan çıkan, üstü başı dağınık, iri yarı bir adam, 'Nerde kaldın işe yaramaz köpek?'diye bağırdı ve bir tokat sesi ortalığı inletti. Küçük adımlarla ilerlerken, arkama bakmaya korkmama rağmen meraklı bakışlarımı engelleyemedim ve küçük kızın bana savurduğu kaçamak bakışları bu kez ben ona gönderirken bir an göz göze geldik. Geç kaldığı için, yüzüne inen tokadı, görüp görmediğimi kontrol içindi sanırım bu bakış. Küçük kızın gözlerinde gördüğüm acı, yüzüne inan tokadın acısı değildi. Bu acı kırılan onurunun acısıydı. Öyle ki gözlerinde gördüğüm acıyı yüzünde göremedim. Sanırım bu tavır karşısındaki adama karşı gösterdiği bir güç gösterisiydi ve 'Umurumda değilsin...' tavrıydı. Sadece, bir kitap gibi okuduğum gözler, doğruyu söylüyordu.
Göz göze gelmiş olmamız acısını bir kat daha arttırmıştı. O bakışı ve mahcubiyeti beynim resmetmişti. Adam çocuğu tartaklayarak içeri çekti. Ben olduğum yerde yüreğimde hissettiğim tokatla donakaldım. Gözlerimi kapattım. Karşımda az önce gördüğüm küçük kız yoktu. Unutmak için yıllarca çaba harcadığım küçüklüğüm, gözleri yaşlı bana bakıyordu. Derin bir nefes aldım ve yutkundum. Bir şey yapamıyor olmak içime dokunmuştu. Yoluma devam etmeliydim! Belki de gittiğim yerde beni bekleyen başka bir çocuğa faydam dokunabilecekti.
Aydınlık ve karanlık yüzü, birbirine karışan İstanbul'un, harap bir semti olan Fatih'in eski sokaklarında, aradığım evi buldum. İçeriden gelen sesler evde kalabalık bir ailenin olduğu izlemini verdi. Kapıda zil olup olmadığını kontrol ederken, açılan kapıdan çıkan iri gözlü, bir hayli kilolu bir kadınla yüz yüze gelince irkildim. Çizgi film karakterlerini andıran kadın, makyajlı yüzümü, fön çekilmiş bakımlı saçlarımı inceledikten sonra bir adım geri çekilip baştan aşağıya süzdü. Zoraki kibarlaşmaya çalıştığı belli olan, bozuk bir konuşma ile 'Buyur, kimi aradıydınız?' dediğinde, bir an dilimin tutulduğunu düşündüm. Kapı aralığından gördüğüm manzara da nefesimi kesmişti. Yerde oturan küçük çocuk önündeki tastan kedi ile birlikte bir şeyler yiyordu. Tabağın kenarına konan karasineğin vızıltısını duyuyordum. İstanbul'un göbeğinde gördüğüm bu manzara, şehrin iki yüzünden biriydi.
Varlıkla yokluğun bir arada yaşandığı hayaller şehri İstanbul'un bu yüzü aslında bana hiç yabancı değildi. Ben de bir zamanlar buralarda yaşamış ve içimdeki izleri silmek için ömür tüketmiştim. Şimdi yabancısı olduğumu düşündüğüm bu yaşam aslında benim gerçeğimdi. Gözlerimi içerideki manzaradan ayırmadan, 'Ben Kadir Bayır'ı aramıştım! 'dediğimde, karşımdaki garip bakışlı kadın gözleri üzerimde içeri seslendi. Eski tahta kapının, sonuna kadar açılması ile artık içerisi tamamen görünüyordu. Yerde oturan çocuk, kedi ile yemek yemekten mutluydu. Çürük dişlerini göstererek kapıya gelen, orta yaşlı adama bakarken, bir an neden burada olduğumu unutmuştum. Adam eliyle dişinin arasındakileri temizlerken ağzından çıkan, geveleme şeklindeki,'Kadir benim, ne var?' sözleri ile kendime geldim.
'Valilikten geliyorum!' diyerek, geliş nedenimi ve kızları Sibel'in eğitimi için geldiğimi söylediğimde adam kaşlarını çattı ve 'Anasının yanında, oraya neye gitmedin?' dediğinde, karışık bir aile ortamının içine düştüğümü anladım. Öğretmeninin bu adresi verdiğini söylediğimde sanki sırtına yük yüklenmiş gibi bir tavır takındı. Kaşlarını çatıp, adamın küçük bir kopyası izlenimini veren, bir erkek çocuğunu, Sibel'i almaya gönderdiklerinde beklemek ve ayrıntıları anlatmak için içeri girdim. Oturmam için gösterilen kanepenin kenarına iliştim. Çünkü yaslanarak otursaydım, biliyordum ki koltuğun kırık ayağı ile yere yığılabilirdim. Geliş nedenimi anlatırken, bir taraftan etrafı inceliyordum. Öğretmeninin, çocukları Sibel'in üstün zekâya sahip olduğunu düşündüğü için valilik yardımı istediğini söylediğimde şaşkın ve anlamsız bakışları beni de şaşırtmıştı. Sanki çocuklarının zeki olması anormal bir durummuş gibi, ' Yok canım ne zekisi... O biraz gevezedir, geveze...' diyen kadın, çocuğun üvey annesiymiş.
Elimdeki evrakları verdiğimde, adam biraz çekinerek evraklara baktı. Okur gibi yapıyordu ve okuduklarından da bir şey anlamadığı belli oluyordu. Evraklara bakışlarından doğru dürüst okuma bilmediğini anlamıştım. Sessizce beni dinliyor, her şeye tamam diyordu. Eğitim masraflarının devlet tarafından karşılanacağını söylediğimde yüzünde bir memnuniyet ifadesi belirdi. Hiç bir şey demeden, başından savmak istercesine evrakları imzaladı. Kurtulmak istediği ben miydim yoksa kızımı anlayamadım!
Evde, nereden geldiğini anlayamadığım keskin bir koku vardı. Bu koku gitgide genzimi yakmaya başladığında, dış kapının açılması ile rahatladım. Başımı kapıya çevirdiğimde, gözlerim bir mucizeye inanmak ister gibiydi... Karşımdaki küçük kız, az önce kaçamak bakışlarımızın çarpıştığı, siyah saçlı, güzel gamzeli kızdı. Yüzümdeki gülümseme ile bakışları yumuşayan küçük kız, yanıma geldiğinde, çölde serap görmüş gibi bakıyordu. Okuması için geldiğimi söylediğimde, gözlerinden süzülen yaşları gizlemek istercesine yere baktı. Bir şeyler söylemeye çalışırken dudakları titriyor, sessizce akıttığı gözyaşları izin vermiyordu. Sonra, güzel gamzelerini gördüğüm buruk bir gülümseme ile bakışlarımız birleşti. Çocuğun gözlerindeki minnet bakışlarının altında ezildiğimi hissettim. Çünkü ben sadece işimi yapıyordum.
(Sosyal Hizmet görevlisi arkadaşımın anısından kaleme alınmıştır.)
...İNCİDAL...
Hayatın tam ortasından dolu dolu yaşanmışlıklar. Ne yalan söyleyeyim gözlerimde az buğulanmadı desem yalan olur. O küçük kız benim çocuğum olsa nasıl davranırdım diye de geçirdim aklımdan. Yurdum insanı işte böyle. Ama umutsuzda olmamalıyız mutlaka herkesin çorbada az tuzunun bulunması ile, taşın altına hepimizin elimizi koymamız ile karınca kararınca bu memleket de düzelir ve bir yerlere mutlaka gelir. Tebrikler içtenlikle İnci hanım...👍😙👍