Destansı Arkadaşlık -2-
Cimşit 'in köyüne giderken; Yücel hariç hiç birimizin yıllarca görmediği; özlemle anımsadığımız ve birlikte birçok tatlı anılar yaşadığımız çocukluk arkadaşımızı biraz tanıyalım... Köyümüze Ardahan köylerinden bir çocuk geldi demiştik. Tanıdık bir ailenin yanında bir yarım yıl hizmetkârlık yapmak için bizlerleydi. Hizmetkârlık dediğimde yapacağı fazla bir iş yok. Tıpkı biz köy çocuklarının yaptığı; kırılan odunları içeri taşımak, pınardan su getirmek gibi hafif işler. Bizden biraz farklı lehçe ile konuşurdu. Boyu, duyguları tıpkı bizim gibiydi. Başka ve hayli uzak bir yerden gelen bir çocuk farklı olur diye bir çocuksu duygu vardı benim ve arkadaşlarımın kalbinde. Cimşit'i kısa sürede çok sevdik. Birlikte nice oyunlar oynadık.
Hele sınıfımıza müfettiş geldiğinde tarih dersi ile ilgili soruya verdiği cevabı hiç unutmadık. Tarih dersinde Romalılar konusu var. Hayli uzun, sekiz sayfa yer kaplamıştı kitapta. İsa peygamber, Hristiyanlık işleniyor. Romalıların bu dini yaymak isteyenlere yapılan baskı ve zülumları okuyoruz. Bu dinin diğer semavi dinler gibi güzel özelliklerini irdeleniyordu. Müfettiş ortaya bir soru sordu:
'Çocuklar dinimizin adı nedir?' Parmak kaldıranlardan Cimşit'e söz verdi.
'Öğretmenim Hristiyanlık!'
Arkadaşımız işlenen dersten esinlenmiş olmalı ya da erken cevap verip daha sonra öğretmenden 'aferin' almayı düşünmüştü belki de! İlçemiz küçük. Öğretmenimizin ilçede babasının dükkânı var. Çoğunlukla hafta sonlarını ilçede geçiriyor. Belli ki, müfettişi yakinen tanıyor. Araya girdi:
'Müfettiş bey, bu çocuk Ardahanlı. Belki Ardahanlılar, öğrencimizin köyü Hristiyan'dır.'
Böylesi espri ile öğretmenimiz soruyu geçiştirmişti. Müfettişte hafif bir tebessümle başka soruları sormaya devam etti.
Bu ve benzeri şakalar Ardahanlı ve Şavşatlı büyükler arasında da sıklıkla yapılırdı. Yaylalarımız Ardahan yaylalarına komşu. Yaylaların ilerisinde Ardahan köyleri ve daha ileride de Ardahan var. Bizim taraf orman bölgesi, meyve ve sebze istediğin kadar. Ardahan tarafı yüksek, Ardahan ovası ve çevresinde kurak olmayan senelerde bolca arpa ve buğday yetiştiriliyor. Ve de hayvancılık en önemli geçim kaynağı.
Karşılıklı iki ilçe halkı özellikle birbirine yakın köyler trampa usulü alış-veriş yaptı yıllarca. Şavşatlılar Ardahanlılar'la meyve ve bazı sebzeleri buğday ve arpa karşılığında değiştirdi. Ayrıca yine bizimkiler kağnı arabasından tırmık sapına kadar tarım araçları pazarladı. Ardahanlılar Şavşat köylerinden küçük-büyükbaş hayvan satın aldılar. İki farklı ilin köylüleri canlı, elle tutulur bir yapıda iletişim içindeler. O yıllarda taşıt yok denecek kadar az. Taşıt, kağnı arabaları ve atlar. Şavşat-Ardahan şu anda 46 kilometre. İki ilçe halkı daha uzak köylere gidiyorlar. Yollar uzun. Kağnılar hızı kaplumbağalar misali! Hele kış aylarında dağlar geçit vermiyor. Bu koşulların etkisiyle de olacak karşılıklı her ilçe halkının konut kalacağı bir baba dostu vardı köylerimizde. Bizim evimiz tam yol kenarında. İlkokul yıllarında özellikle kış mevsiminde Ardahanlı ne kadar çok misafirimiz olurdu. Babamların da Ardahanlı dostlarında benim de misafir kaldığım olmuştur.
İlişkiler sadece mal trampa etmekle kalmazdı. Tarihten gelen kader birliğimiz de var. Tarihe doksan üç savaşı olarak düşen, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında Ruslara savaş tazminatı olarak Batum-Kars-Artvin-Ardahan illerinin verildiğini biliyoruz. Batum hariç diğer iller Kazım Kara Bekir Paşa komutasındaki orduyla anavatana katıldığını da malum. Birlikte esaret yaşadık birlikte özgürlüğe kavuştuk.
Karşılıklı, göndermeli, kışkırtıcı fıkraları çok duydum iki komşu halk arasında. Köyümüzde, mahir bir demirci ustamız var. Ali Çavuş. Bu amcamızın çok hoş, kimseyi kırmayan güzel şakaları vardı. Büyüklerle yaptığı şakalar şimdi yapılamayacak düzeyde; kaba! Bir Ardahanlı görse tanıdık olsun olmasın hemen sorardı:
'Siz fermanla mı Müslüman oldunuz, kılıç zoruyla mı?' Adam soruyu ilk kez duyuyor. Şaşkın şaşkın bakarken amcamız yanıtlardı kendi sorusunu:
'Siz Ardahanlılar kılıç zoruyla Müslüman oldunuz. Onun için dinin gereklerine pek uymazsınız. Bizler fermanla inandık. Çünkü inceledik. Beğendik. Kendi irademizle Müslüman olduk. Onun için sabah-akşam namaz kılıyoruz!'
Bir Ardahanlı köyümüze gelir. Tanıdık birine misafir olur. Çocukluğumuzdaki yıllarda bayanlar başörtüleriyle özellikle ağızlarını kapatırlar yüzünü de çok az gösterirlerdi. Ardahanlı ve ev sahibi müthiş şakacı insanlar. Ardahanlı soruyor ev sahibi kadına:
'Bacı, niçin başını öyle sarıyorsun? Yüzünde çıban mı çıktı? Kadın utanıp kenara çıkıyor. Öykünün sınırlarını zorlayacak ne çok böylesi şimdiki ölçütlere göre çok kaba şakalar söylendi kaderleri bir birine aynı bu iki ilçe arasında. Dönelim öykümüze ve ilkokul yıllarımıza...
Sene sonunda karnelerimizi aldıktan sonra; Cimşit, bizden ayrılacaktı. Okulun bahçesinde toplandık. Hepimiz ayrı ayrı bu altın kalpli arkadaşımızla vedalaştık. Cimşit çok etkili sözler etti veda konuşmasında. Bu sözleri ev sahibi saygıdeğer Nafiz Dede mi öğretmişti? Bilemem. Arkadaşımız içinden geldiği gibi duru pınarlar örneği çağlıyordu:
'Arkadaşlar güzel köyünüzden ayrılıyorum. Sizler gibi arkadaş tanımadım bu yaşıma kadar. Birbirimizi bundan böyle belki de hiç göremeyeceğiz. Sizleri unutmak mümkün mü? Bana karşı gösterdiğiniz yakınlığı anlatamam. Ormanlarınız, meyve bahçeleriniz ne kadar güzel...' Cimşit ağlıyordu. Aramızda gözleri yaşaranlar erkekler de oldu. Kız arkadaşlarımız da ağlıyordu. Ardahan adını duyunca hep bizlerin kalbini fetheden çocukluk arkadaşım Cimşit'i anımsar gözlerim buğulanır.
Çamlıbel, ünlü 'Han Duvarları şiirinde,
'Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.' Der Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya geçerken.
Kemo 'muzun arabası kişnemedi, hemen çalıştı. Biz de Doğu Karadeniz Bölgemizden Doğu Anadolu Bölgemize gidiyorduk. Karadeniz Bölgesini görmek isteyen bazı Ardahan ve Karslı dostlar batıdan örneğin İstanbul'dan kalkıp Karadeniz sahil yolunu takip ederek doğdukları topraklara ulaşırlar. Samsun'da karşılaşırlar ilk kez mavinin en koyu rengine sahip Karadeniz'le. Yolculuk devam ederken sol tarafta hırçın deniz, sağ tarafta yemyeşil gür bitki topluluğunu görürler. Bu yeşillikler hiç bitmez mevsimler değişse bile. Hele bir de gökte güneş varsa gözler farklı özellikteki mavi ve yeşili bir arada görmenin doyumsuz güzelliklerini izler.
Hopa'da son bulur sahil yolculuğu. Bu kez bol dönemeçli yollar başlar. Karadeniz dağları aşılarak Çoruh nehri vadisine varılır. Vadinin dik yamaçlarındaki yalçın kayalıkları gören Doğu Anadolu insanı 'aman bu yolculuk bir bitse, kaza yapmadan evimize gidebilsek' diyerek neredeyse kurbanlar adarlar yüce yaratana. Yol evimizin önünden geçerek devam eder Ardahan'a doğru. İşte bizler bu yoldayız. Karadeniz Bölgesi iklim ve bitki topluluğu daha bir farklı köyümüzde ve yaylalarımızda. Sadece bu topraklarda gördüğüm tatlı bir yeşil.
Evimizin karşısındaki yamaçları kaplayan çam ormanının içine daldık. Az ilerimizde yayla düzlüklerindeki pınarlardan başlayıp yaz-kış bizim vadimizi süsleyen çayımız akıyor. Önümüz Sahara dağı. Yol yine dönemeçli. Yine çam ormanı ve yeşil çayırlar. Nihayet aşağı yayladayız. Kemo kısa bir mola veriyor. 'Kaç yıl görmedim bu evleri. Dünya cenneti bakir topraklarımızı. Karşıki yamaçları... Kapılıkaya'mızı.' Diye söyleniyor kaptan şoförümüz.
Birkaç fotoğraf çekiyor arkadaşlar. Yola devam. Yine yeşil ormanlar. Yine dönemeçli yollar. Nihayet rampa yolları bitirip düz bir yolda ilerliyoruz. Az ileride yukarı yaylalarımız. Hepimizin bu yaylalarda çocukluk ve ilk gençlik günlerinin unutulmaz tatlı anıları var. Yaylalarımız karşımızda duruyor mahzun, sessiz, garip. Koyun-kuzu sesleri duyulmuyor artık. Daha otuz yıl önce her yaylanın önüne bir koyun sürüsü gelirdi. Şimdilerde iki ya da üç aile koyun besliyor köyde. Çan sesleri, kuzu melemeleri duymak artık olanak dışı. Hepimizin yayla evleri var. Boş duruyor. Anne-baba, bir önceki kuşak yok artık. Hüzünlenmemek ne mümkün!
Yaylalarımızı birazcık seyrettikten sonra yayla düzlükleri üzerinde yolculuk devam ediyor. Az sonra 2470 metre rakımlı yolu geçip Ardahan, Doğu Anadolu Bölgemiz sınırlarına gireceğiz. Ardahan ve Karslı dostlar artık mutlular. Dönemeçli yollar, dik yamaçlar bitti. Ardahan ovası hemen karşılarında. Şehrin evleri çıplak gözle görülüyor. Söyleniyoruz aramızda:
'Acaba yolumuz üzerinde kazları yine görebilecek miyiz? Kış için evlerin kenarında istiflenmiş tezek yığınları var mı hala...'
Tebessüm ettim demek ki bir çok yerde, komşu ilçelerde benzer şakalar itişmeler varmış 🙂
Güzel duyguların harmanlandığı öykünüze tebriklerimle
öyküme gösterdiğiniz ilgi ve yorumunuza teşekkür ederim kalem dost Nigar Baran hanım efendi. selam, saygı ve sevgiler.