Dilenci
--- Hep onun peşinden koştum onun için ağladım sabahlara dek. Onun için iyi bir ressam oldum onu çizdim günlerce aylarca. Onun için şair oldum şiirler yazdım binlerce sayfalar dolusu. Kar demedim kış demedim nöbet tuttum kırmızı panjurlu evinin önünde. Bana göre ben ona aittim ona adamış ona vermiştim kendimi. Onun için serdengeçti bir Şovalye olmuş nice savaşlar vermiştim köşe başlarındaki ona laf atan serserilerle. Kalbimin benliğimin sevgilisi zannedip onunla yaşamıştım yıllar yılı. Onu tanıdıktan sonra her türlü emiri yerine getirebilecek robotlar gibi olmuştum. Aklım fikrim hep onda idi. Ruhumla bedenimle ben ona aittim. Başak sarısı saçları deniz mavisi gözleri ile adeta beni benden alıp gitmişti. Soluduğum havada yediğim yemekte yürüdüğüm yolda okuduğum kitapta yazdığım şiirde çizdiğim resimde velhasıl yaşantımın her anında o vardı. Onunla yatıyor onunla kalkıyordum.
Her gün okul çıkışlarında onu takip ediyor gün boyunca sokaklarda onun gölgesi oluyordum. Bazen göz göze geliverdiğimiz oluyor bana hafifçe gülümsüyordu. İşte o anda vücudumu tanımı mümkün olmayacak bir duygu kaplıyor ve ben alev alev yanmaya başlıyordum. Onsuz geçen her anım her saniyem bana büyük bir acı vermeye başlamıştı. Onun yokluğundan bir hasret çukuruna düşmüş fokur fokur kaynamaya başlamıştım. Onu biraz daha fazla görebilmek için işimi aksatmaya başlamış en sonunda çalıştığım iş yerinden de kovulmuştum. İşte tüm felaketler bundan sonra başladı. Başka bir işe girmediğimden zaten kısıtlı olan maddi olanaklarım yavaş yavaş erimiş en sonunda meteliğe kurşun atar hale gelmiştim. Allah'ım bu acı ızdırap hasret daha ne kadar sürecekti. Nasıl cesaret edipte bu kıza kendisini sevdiğimi söyleyebilecektim. Aradan aylar yıllar geçmiş hala ben başladığım yerdeydim ve bir arpa boyu yol gidememiştim. Değişen sadece zaman ve bendim. Bu platonik aşkın vücudumda açtığı tahribatlar her geçen gün ağırlaşmaya başlamıştı. Saçım sakalım ağarmış ve uzamış yıkık dökük pejmürde bir adam olup çıkıvermiştim. İş yok para yok giyecek yok yiyecek yok. Yok Allah'ım yok. Velhasıl perişan acınacak bir haldeydim ve sefilleri oynuyordum. Gün geliyor bir tren garında yatıyor gün geliyor bir sabahçı kahvehanesinde pinekliyordum. Bazen sevdiğim kızın evinin önünde sabahlara kadar nöbet tutuyordum. Yıllar vücudumda öyle ağır tahribatlar açmıştı ki beni tanıyan artık belli başlı kişiler vardı. Gece bekçileri sarhoşlar ve evsiz barksız gidecek bir yeri olmayan sokaklarda sabahlayan garibanlar serseriler.
Cemil anlatmaya devam ediyordu. Susacağa da pek benzemiyordu. Bir kendisiyle beni tanıştıran Cumhur beye dönüyor bir bana dönerek makinalı tüfek gibi anlatıyordu. Gerçekten de acınılacak perişan bir haldeydi. Üzüldüm acıdım cebimden çıkardığım birkaç kağıt parayı eline sıkıştırdım. Bir elindeki paralara birde bana baktıktan sonra,
---İşte bak bende tam oraya geliyordum. Yani sevdiğim kız yani Serpil'in beni dilenci zannettiği güne. Her neyse fazla uzatmayayım. Her geçen günüm bir önceki günü aratıyordu. Ve yavaş yavaş gram ,gram eriyor bitiyordum. Ayakkabılarım boyasız lıktan çatlayıp gitmişti bağcıkları kopmuştu. Elbiselerimin ayakkabılarımdan farklı bir hali yoktu. Onlarda pis ve yırtıktılar. Zira ne ayakkabı nede elbise alacak param yoktu. Soğuk bir kış günü en nihayet eski yırtık pardüsü'me sarılarak ve bütün cesaretimi üzerime toplayarak yanına yaklaştım ' Affedersiniz amma' diyecek oldum amma Serpil sanki kelimeleri sanki boğazıma tıkıverdi ' Şey evet evet sizi anlıyorum bir dakika ' deyip benim ne diyeceğimi beklemeden elindeki çantasından cüzdanını çıkartıp bir madeni kaç bozuk parayı elime sıkıştırıverdi. Donup kalmıştım olduğum yerde. Ağzımı açıp ta tek bir kelime olsun söyleyeme miştim. Bir elimdeki bozuk paralara baktım birde elime bu paraları sıkıştırıp yüzüme dahi bakmadan hızlı adımlarla yanımdan uzaklaşıp giden uğruna işimi varımı yoğumu kendimi feda ettiğim kıza. Gerçek acıda olsa işte tüm çıplaklığıyla ortadaydı. Ben bir dilenciydim. Amma taparcasına bir aşkla sevdiğim kızın tahmin ettiği gibi bir dilenci değil. Ben bir aşk dilencisiydim. Ona kızmaya hakkım yoktu beni bu halimle kim görse dilenci zannederdi. Aksine Serpil'e teşekkür etmeliyim. Bir fırsatını bulursam ona teşekkür edeceğim....
Hemen araya girip,
---Boş ver teşekkür etmeyi Cemil bey. Bence yanlış yapıyorsun. Böyle yapmakla Serpil'i elde edemezsin. İyi bir ressam olduğunu duydum aynı zamanda şairmişsin. Yani seninle aynı dili sevgi dilini konuşuyoruz. Gel bu kardeşini dinle seninle önce bir berbere gidelim senin güzel bir traş olman lazım. Sonra üzerine temiz giyilecek bir şeyler alalım. Resim yapmaya şiir yazmaya başla. Sonrası inan sonrası kendiliğinden gelir. Bu sefer Serpil senin peşinden koşmaya başlar. Bana inanabilirsin güvenebilirsin.
Dedim. Gözlerini gözlerimle buluşturdu,
---Başarabilir miyim bunca yıl aradan sonra sence başarabilir miyim? Dedi.
---Tabi ki başarabilirsin. Başaramayacak ne var. Başarısızlar kendilerini küçük gören basit zavallıların işidir. Oysa ben seni son derece güçlü gördüm. Aşkı peşinde bu kadar güçlü koşan yılmayan yılgınlık getirmeyen resim yapan şiir yazan birisinin koskocaman bir yüreği vardır. Yaptıkların yüreksizlerin korkakların işi değil Cemil bey. Ben sana kefilim. Haydi kalk gidiyoruz önce bir berbere ve hamama...
---Teşekkür ederim dostum. Bekle geliyorum kırmızı panjurlu köşklerde yaşayan kız. Bekle geliyorum bir ressam bir şair olarak ben geliyorum. Dilenci zannettiğin bu garibana gün gelecek aşık olacaksın ve benim kadınım olacaksın. Bekle beni Serpil bu sefer sen beni dileneceksin bundan kaçışın kurtuluşun yok....
Verdiğim gaz tutmuştu. Cemil ile Berbere doğru ilerlerken o ha bire daha konuşup duruyordu.
---Bekle beni Serpil dilencin bir ressam bir şair olarak sana geliyor. Bu şairi bu ressamı seveceksin kaçış yok bundan kaçış yok...