Dilzara ile Civan
Başlar bir efsanevi aşk destanı.
Kaderin çilesiyle yolları kesişir iki âşığın.
Birinin adı Civan, diğerinin Dilzara.
Civan, Dilzara adlı merhametsiz bir avcının avı olur,
Bir çift kara gözle yüreğinden hançerlenir,
Aşkın ne olduğunu bilmeyen Civan, yakında onu tüm benliğiyle tanıyacaktı.
Civan bir yüzük yaptırır.
Üzerine yalnızca bir isim kazınır: Dilzara.
Gel zaman git zaman,
Aşkın sarhoşluğuna kapılır,
Yemeden içmeden kesilir.
Gözünün önünden gitmez Dilzara,
Nereye baksa onu görür.
Yüreği dayanmaz,
Çünkü onu yakıp gitmiştir Dilzara.
Bir akşam vakti,
Civan’ın içi öyle bir yanar ki,
Dicle’ye atar kendini.
Ama Dicle’nin serin suları bile
Onun aşk ateşini söndüremez.
Ve o anda,
Bir mucize olur…
Dicle dile gelir,
Sularının sesi Civan’ın kulağında yankılanır gibi konuşur:
“Aşk…
Öldürür, sonra diriltir.
Bir kere değil, defalarca öldürür.
Binlerce kez de diriltir.
Bazen yaranın hançeri,
Bazen en derin merhemi olur.
Bu öyle bir illet ki,
Bazen usandırır,
Ama öyle tatlıdır ki,
İnsanı vazgeçiremez.
Benim serin sularım bile
Senin aşk ateşini söndüremez.
Çünkü senin yanman gerek, Civan…”
Bir gün başını alır, Caferî Sadık Tepesi’ne çıkar.
Cizre’yi izleyerek haykırmaya başlar.
Ve ağzından şu sözler dökülür:
"Ey Cizre!
Sen ki, üç yüz yıl önce Mem û Zin’e tanıklık ettin,
Belki nice bilinmeyen sevdalara...
Bil ki ben, Civan, Dilzara’yı seviyorum.”
Dilzara'nın aklı da Civan'dadır.
Acaba ne yapar şimdi?
Çok konuşamadım...
Acaba peşime düşüp gelir mi?
Gözlerinin içi parlıyordu,
Benle konuşurken.
Keşke orada kalsaydım,
Onsuz ne yapacağım buralarda?
Diye kendine konuşur,
Civan’ı çok özlemektedir.
Dilzara'nın babası Mir, kapıyı çalar.
Gözyaşlarını silerken,
Mir sorar:
“Niye canın sıkkın kızım?”
Dilzara, gözlerini yavaşça kaldırıp,
“Canım sıkkın değil baba,” der,
Ve konuyu geçiştirir.
Bir gün,
Cizre’den ayrılır Civan.
Aşk sarhoşu olarak yollara düşer.
Diyarbakır yollarında bir dengbêj,
Ona Mem û Zin klamı okur.
Ve Mardin Kapısı’ndan girer içeri kervanlar.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Yolda bir amca karşısına çıkar.
Amca sorar:
“Evlat, ne işin var bu ellerde?”
Civan cevap verir:
“Çıktım Cizre yollarından,
Diyarbakır ellerine vardım.
Avcıma, av olmaya geliyorum.
Yüreğimde doksan dokuz yara var.
Varsın o yüzüncüyü de açsın,
Ben yine de vazgeçmem ondan.”
Amca der:
“Gel, bir mırra içelim kahvede.”
Civan başını sallar:
“Ben gelmem.
Aşk yolu beni çağırıyor…”
Dilzara’sını karşısında gören Civan,
Bir anda yere yığılır.
Aşk öyle bir çarpmıştır ki onu,
Gözünü açtığında kendini
Diyarbakır mirlerinin sarayında bulur.
İyileşene kadar orada kalır.
Günün birinde,
Hevsel Bahçeleri'nde buluşurlar.
Dilzara, gözlerinin içine bakarak der ki:
“Civan, sana meftune yaptım...”
Civan gülümseyerek karşılık verir:
“Görmüyor musun nasıl yandığımı?
Sen beni çoktan meftun ettin zaten.”
Dilzara der:
“Sanırsın ki bir tek sen yanarsın,
Ben yanmaz mıyım bu aşk için?
Beni nankör mü bilirsin?
Aşk öyle bir şey ki,
Ne anlatsan yetmez,
Feryat etsen duyulmaz.
Ne edersen et,
Tarifsiz kalır.”
Civan içlenerek der:
“Daha ne kadar yanacağım, zalım?
Ben seni Cizre’de ilk gördüğümde
Zaten yanıp kül olmuştum…”
“Sen ümitli olmam için yollanansın,
Ümitle beklerim seni,
Ümitle isterim seni her şeye kadir olandan.
Namazlarımda eksilmeyen,
Ağzımdan düşmeyen duamsın.”
“Seni isterim her an,
Senle uyur senle kalkarım.
Yanımda yöremde hep sen varsın.
Sen sadece sen.
Her adımda dilediğim,
Dilemekten vazgeçmediğim,
Tekrar tekrar namazda istediğim,
Elleri kaldırıp doya doya istediğim,
Dilerken gözyaşı döktüğüm sevdamsın.”
Ama bu konuşmalara,
Hevsel Bahçeleri’nde tanık olan bir başka yürek vardır: Delzin.
Meğer onun da gönlü varmış Civan’da.
“Ya benim olacak,
Ya da ölecek!” der.
Ve koşar, Dilzara’nın babası Mir’e anlatır her şeyi.
Mir, Civan’ı çağırır.
Sorar:
“Kimsin, genç adam? Nesin, necisin?”
Civan başı dik cevaplar:
“Cizre benim evim,
Nuh benim atamdır.
El-Cezeri'nin ilmiyim,
Mem û Zin’in şehrindenim.
Ben Cizre’nin genciyim.
Melayê Cizîrî’nin divanıyım,
Mela'nın komşusuyum,
Seyda’nın aşk kalemiyim.”
Mir başını sallar, kızmaz.
Çünkü bilir ki, aşk hükümsüzdür.
Ve şöyle der:
“Aşkı gönle koyan hükmü vermiştir,
Onun hükmü üzerine hüküm verilmez.
Ama bir şartım var:
Madem Mela'nın hemşehrisisin,
Mela gibi aşk ateşinde yanman gerek.
Kırk gün çilehanede yanarsan,
Dilzara senindir.
Unutma, emek vermeden ekmek pişmez.
Aşkta da yanmak gerek…”
Ve Civan,
Bu aşk ateşinde yanar.
Çilehane fırın gibi sımsıcaktır.
Civan şiirler yazar:
“Ben aşığım, âşık…
Aşka maşuk olmuşum.
Sevda için yananım.
Aşkın şehadet şerbetini içmişim.
Bu illet için mücadele edenim.
İbrahim gibi ateşe atılsam,
İsa gibi çarmıha gerilsem,
Yine de vazgeçmem yardan.
Yârin zülüflerine kurban olayım… Kurban.”
Dilzara, Civan’sız hastalanır.
Lokman Hekim gelir bakar,
Derdinin çaresi Civan’dır.
Dilzara'nın ağzından dökülür:
"Hasretle yanarım,
Eriyen bir mum misali,
Sana hasretle şiir yazarım,
Sevda türküsünü dinlerim.
Hasretle türküler yazarım sevdama,
Hasretimi anlatacak sözler kifayetsizdir,
Hasreti hasretle anlatmak çok zor,
İçimden dolan taşan bir hasret vardır.
Hasretle gözyaşlarım dökülür,
Gözyaşlarım mürekkeple birleşir,
Hasretle Civan'ımı anarım.”
Ve Delzin gelir,
“İnşallah o hasretle ölürsün,” der Dilzara'ya.
Dilzara sûkut eder, hiçbir şey demez.
Delzin, şehri terk eder hasetlikle.
Dilzara'nın abisi, Delzin’e şöyle der:
“Yüce Rabbim, iyi ki seni nasibim yapmamış.
Sana aşık olmuştum, ama bende ki sana duyduğum aşk öldü.
Bir daha hiç dirilmeyecek bir şekilde...
Bu hasetin bir gün başını yiyecektir.”
Delzin, son kez Diyarbakır surlarına çıkıp,
Memleketine bakıp terk edecekti Memleketin'e.
Bir çiftin mutluluğunu görür,
Ve kıskanır.
Bir fırtına çıkar,
Delzin dengesini kaybederek surlardan düşer,
Ve orada hayatını kaybeder.
Çilehanede,
Bir ney inler, bir saz yankılanır.
Bu yankı, Civan’ın yüreğini anlatır.
Çektiği acılar, yazdığı satırlar yankılanır duvarda.
Civan, ney ile saz arasında,
Aklını da fikrini de Dilzara’da bırakır.
Ve derin bir uykuya dalar.
Civan bir makama girdi,
Baktı ki aşk yok ortalıklarda.
"Burada bir şey eksik," dedi.
"Aşkı mı sorarsın? Bu makamda aşk yoktur," dediler.
Terk etti o makamı,
Girdi aşk makamının sokağına.
Tam makama girecekken,
“Senin haddin değildir bu makama girmek,” dediler.
“Başım gözüm üstüne,” dedi.
Aşk makamının kapısına sırtını dayadı.
Bir seher vakti aşk merhamete geldi.
Aldılar onu makama.
Tir tir titreyen Civan,
Aşk makamına adımını atar atmaz
Gönlünde hoş bir sıcaklık hissetti.
Kendinden geçmişti.
“Kimsin?” dediler.
“Aşktan olanım.”
“Amacın nedir?”
“Aşktır.”
“Tevhide inanır mısın?”
“Dinim, imanım tevhittir,” dedi.
“Şu kapı senindir.
O kapıdan hiç ayrılma.”
“Aşk kapısının bekçisi oldum,” dedi o an.
Bir ses işitti:
“Bekçi değil, sahibisin.
Gir kapıdan içeri, artık orası senin yuvandır.”
Aşktan yanıp kül olan Civan,
Dilzara’sına kavuşur.
Civan, keçi kılından yapılmış şal û şepik giyer,
Dilzara, Cizre yöresine ait beyaz bir fistan.
Kırk gün, kırk gece düğün yapılır.
Dört yıl sonra Dilzara ölür,
Civan her akşam Dilzara'nın mezarında yatar. Ve bir gün Civan rüyasında Dilzara'yı görür, Dilzara der ki: "Civan, vakti gelmedi mi?"
Civan, dört yılı ibadetle geçirir,
Dört yılın sonunda Civan da ölür. Mevla’ya ulaşır. Aşkları, mecazi aşktan ilahi aşka dönüşür.
Bir öyküden fazlası var burda, bir aşk destanı tadı var yazıda. Hem klasik halk edebiyatı motifleri, hem de şiirsel bir dil kullanılmış. Buda yazınıza özgünlük katmış. Özellikle Dicle’nin dile gelip konuşması, aşkın hem yakan hem iyileştiren yanına dair güçlü bir sembol olmuş. Ayrıca Mir’in çilehane şartı da hikâyeye güzel bir sınav unsuru katmış.
Özellikle sinemacı gözüyle baktımtığımda, nacizane tavsiyem; 1.Başlangıç (Karşılaşma ve Aşkın Doğuşu)
2.Ayrılık ve Arayış (Civan’ın Diyarbakır’a Yolculuğu)
3.İtiraflar ve Engel (Delzin’in ihaneti)
4.Çile ve Sınav (Civan’ın kırk gün yanışı)
5.Sonuç ve Kavuşma ya da Ayrılık
Bu başlıklar altında her bölümü ayrı ayrı işleyebilirsin, şiirsel dili koruyarak derinleştirebilir, hatta bir kısa film senaryosuna dönüştürebilirsin sevgili kardeşim.
Yazmaya mutlaka devam et, kalemin daim olsun. Tebrikler...
“Dilzara ile Civan”, birleştirici gözle bakıldığında, hem edebi hem de duygusal açıdan güçlü bir öykü. Artıları, öykünün kültürel zenginliği, poetik dili ve aşkı çok boyutlu ele alışıyla öne çıkıyor. Eksileri ise daha çok teknik detaylarda ve bazı karakterlerin işlenişinde yatıyor. Hikâye, Mem û Zin gibi klasik aşk destanlarının modern bir yankısı olarak görülebilir; ancak özgünlüğünü artırmak için klişelerden biraz daha sıyrılıp yan karakterlere derinlik katması faydalı olabilirdi.
ama güzeldi yüreğine sağlık.