Dokunmatik İşkence
Fısıltılı konuşuyorduk. Daha yeni gelmiştim, açıkçası fena halde ürküyordum. Gelen giden oluyor, allanıp pullanan yanımızı evirip çevirerek bizi deneme tahtası zannederek gülümseyip çekip gidenler de oluyordu. Ama şu kız var ya şu kız! Şundan fena halde ürküyorum. Gelişi ve bana yaklaşışı pek hayra alamet değil. Sanki gideceğim, sanki kapıverecek beni.
“Buyurun efendim, hoş geldiniz”
“Baaa-baaaa!”
Topuklu ayakkabıları, Yeşilçam filminin “vurucam kırbaçı, alıcam seni fıstııık!” sahnesini anımsatır gibiydi. Birazdan topuklu ayakkabısıyla vuracaktı rakiplerime, alacaktı beni!” Babasına beni gösterip tepemde dikilmişti.
“Yeni geldi efendim, biliyorsunuz yeni çıktı zaten.”
“Baaaaa-baaaaaa! Bunu alalım, bunu alalım, lütfeeeeen.”
“Tamam kızım, aaaa… Siz kızımın kusuruna bakmayın, ilk kez alıyoruz. Yarın on sekizinci yaş gününü dolduruyor da. Biz, biraz beklemek istedik diğer ailelere kıyasla.”
“Haklısınız efendim, artık ilkokul çocuklarının bile gözdesi bunlar. Çok yanlış ama, ne yapalım işte…”
“Pişt, pişt! Haydi güle güle, gidiyorsun valla. Düşünsene, garantisi, kırılması, bozulması, ısınması derken bir de üstüne üstlük yenilerin senin yerini alıp seni eskitmesi düşüncesi… Of beee! Üzüldüm senin için.”
Ben yanımdakine cevap veremeden on sekizine kafa tutmak üzere olan kız, beni eline aldı bile.
“Babaaaaaaa!”
Bu kez ‘Baba’ tonu, ciyaklamalı tondan çıkmış, mutluluk konfetilerinin patladığı zamanki seslerini almıştı.
“Teşekkür ederiim!”
Bir haftadır ahbabı olduğum Erkan Bey de beni satacak olmasının keyfini yaşıyordu.
Ben de seslense miydim babama? Bizim de atamız vardı canım, “Baaabaaa, gel beni kurtar”
Duyulmadı sesim. Polifonik kaldım kendime…
Beni kutuma koyup kutuyu da poşete koyarak sahibemin eline teslim ettiler geçici süre kalacağım kutuda nefesimi almaya çalışırken elinde beni sallayışına pek bir içerliyorum doğrusu.
“Babacııım! Sen bir tanesin, çok teşekkür ederim. Çok istiyordum.”
“Biliyorum kızım ama şimdiden anlaşalım, çok vakit harcamak yok. Anlaştık mı?”
“Tamam babaaa!”
Yeni evime yol aldık, sahibem koşarak odasına kuruldu, kutuyu poşetten beni de kutudan çıkardı. Şarj aletimi de çıkarıp priz maceramı başlattı. Tabii ilk bir süre şarjda olmam gerekiyor, öyle değil mi?
Bana beyinsiz muamelesi yapmalarına ayar oluyorum aslında. Neyse, uyuyayım da derin bir nefes alayım.
Ertesi sabah sahibem uyanır uyanmaz beni eline aldı.
“Merhaba benim güzel Huawei’m!”
Bir an sarılıp öpecek sandım.
Beni açar açmaz WhatsApp, Instagram, Facebook yüklemelerimi yaptı, selfie manyağıymışçasına arka arkaya yatağında bir sürü fotoğraflar çekti, arka plan yaptı, arkadaşlarının numaralarını annesinin telefonuna kaydetmiş, rehbere eklemelerini yapar yapmaz gruplarını kurdu ve dokunmatiğimin alnından defalarca öpmeye başladı. Durmuyor Allah da, durmuyor… Devam ediyor da, ediyor… Şarjımı yemek için yanına meyve suyu da verse miydim acaba? Kuru kuru olmam hiç, güzel gitmem.
Zaman ayarlamamı kafamda yaptım, tam olarak on saatini benimle geçirmişti. Annesi yanına çağırıyordu, bahaneleri sıralayarak yatağında uzanıyor ve ellerini benim sıcaklığımla ısıtmaya devam ediyordu.
Günler günleri kovaladı. Zaten okullar da tatildi. Bu kız hiç dışarı çıkmıyor muydu? Yaz tatili bitmek için gün sayarken benim de şarjım günde neredeyse yirmi kez bitmeye başlamıştı, elinden beni düşürmüyordu ki. Yemek yerken sofrada salatalığın kırt kırt sesleriyle benim dokunmatiğimin yanık sesi yarışır olmuştu. Arada üstüme domates düşürdüğü falan da oluyordu, siliyordu, devam ediyordu.
“Kızım, hani bu kadar çok kullanmayacaktın şu telefonu? Aldığımızda bana öyle söylemiştin.”
“Çok kullanmıyorum ki baba. Arkadaşlarımla iletişim kuruyorum sadece.”
Babası gibi ben de ona dik dik bakmaya başlamıştım ama o benim gözlerimi fark etmiyordu bile.
Selfie çektikçe çekiyor, gözlerimi kameranın merceği zannediyordu. Saf sahibem benim!
Ben ona flashback yanımla ilk tanıştığımız günün benim için vahametini göstermeye çalışıyordum.
Anlamıştım, anlamıştım böyle olacağını!
İki yıldır beni kullanıyor. Evet, iki yılda bana bir şey olmadı. Geldi 20 yaşına, üniversiteyi de okumadı, oturdu evinde, annesinin dizinin dibinde… Garanti sürem doldu dolacak, bana bir şey olsa bu kız çalışmıyor da nasıl olacak?
Evini geçindirmeyi düşünen biçare kadınlar gibi hissetmeye başladım.
“Anneee! Bugün misafir mi geliyor?”
“Evet, n’oldu?”
“Of! Şimdi temizlik de yaptırırsın sen.”
“Poponu yerinden kaldırıp iki evi süpürsen ölmezsin. Yumurta bile senin ellerinden önce kırılıyor, sırf sana zahmet olmasın diye… (!)
“Of anne, yine başlama. Kimmiş gelenler?”
“Hacer Teyzenler”
“Niye geliyorlar ki?”
“En son kuzeninin düğününde bir araya gelmiştik, geçen sene. Sen olanların farkında değilsin ki, özlemişler, geliyorlar kızım. Aaa azıcık bırak şu telefonu yaaa yeter. Kıracağım bak.”
Dudağını büzdü. O an yirmi yaşında değildi de beş yaşında bir kız çocuğuydu sanki. Gözlerini kırpıştırdı, kirpikleri kendisinden hevesliydi onu ağlatmak için.
O an aklıma çalmak fikri geldi, arkadaşı arasaydı da şu ağlak haline denk gelmeseydim. İki yılda ağladığı zamanlara denk gelmemek için dua eder olmuştum. Öyle fena ağlıyordu ki, beni yatağına sırt üstü çarpıp çarpıp duruyordu. Deliydi biraz, sahibem…
Hacer Teyzesi ve minik kuzenleri geldiler, şakalaşmalar, gülüşmeler, espriler, havadan sudan konuşmalar derken bu kız iki kelam etmedi iyi mi! Ben ondan çok konuştum diyebilirim.
Tuş seslerim hiç susmadı her zamanki gibi… Yok, bu böyle olmayacak, çok sıkıldım ben bu kızdan.
Bozulayım en iyisi (!)
Bu gece parlak ve deha yanımla ertesi sabah tuşlarımın çalışmaması fikrini düşündüm durdum.
O vakit beni eline alıp birilerine mesajlar atmak için heveslenemezdi, ben de rahat ederdim bir süre.
“Anneeeeeee, Babaaaa! Huaweim çalışmıyor, dokunmatik basmıyor, mesaj atamıyorum, hiçbir şey yapamıyorum.”
Eyvah! Yine dövüne dövüne sırtımı vura vura ağlamaya başlamıştı. Acaba düzelse miydim?
“E kızım, telefon elinden düşmüyor. İyi bile dayandı. Bırak diyoruz, insan içine karış diyoruz. Yok…”
“Sanırım bana yeni bir telefon alma zamanın geldi. Öyle değil mi baba, babacığım benim”
“Kızım, yeni telefon istemek için ne gibi güzellikler yapıyorsun bize acaba?”
“Ne yani, işe yaramazlığımı yüzüme mi vuruyorsunuz? Ben çalışır, kazanır, alırım, tamam mı?”
Bu kez çok sinirlenmişti. Günlerce hem ağladı, hem iş aradı, hem de bana küstü, beni eline almadı.
Nitekim bir gün bir yerde dişe dokunur bir iş buldu. Maaşı da dolgundu ki pabucumu dama atacağını söylediği o cümleyle karşıma çıktı.
“Baba! İlk maaşımı aldım, eh bunu da kutlamak isterim, benim telefon da iş görmüyor zaten artık biliyorsunuz. O benim canım huaweim değil artık, insanları aramakta bile zorlanıyorum. Samsung alacağım. Huawei beğenmedim, çok çabuk yarı yolda bıraktı beni.”
“Telefon seni yarı yolda bırakmadı, yirmi dört saat yapışık ikiz gibi yaşarsan tüm telefonlar aynı tepkiyi verir. İyi tamam, maaş senin maaşın git ne yapıyorsan yap.”
Beni götürüyordu. İkinci ellere teslim oluyordum. Beni satıyordu. Aslında çok içlenmiştim.
Ekranımı karartıp protesto etmek istedim ama bu bile onun umurunda olmazdı artık.
İkinci el telefonların satıldığı yerlere gelin gidiyor gibiydim, ya da kuma gidiyordum.
Bir şekilde gidiyordum işte! Kapıyı kapatıp gittiğinde ardından baktım, iki yıllık anılarımızın hatırına bir kez dönüp bakmadı sahibem…
“Anneee! Harika bir telefon seçtim. Aldım, geliyorum.”
Samsung, genç kıza korku dolu gözlerle bakıyordu, tabii genç kız ilk selfie’sini çekmeyi düşünürken elinde Samsung’unu evirip çeviriyordu…
son beş altı yıl öncesine kadar böyle miydi ah şu dokumatik telefonlar ah. Günümüzün en büyük sorunlarından birisi öyküde akıcı bir dille işlenmiş tebrik ederim. buluştukları yerden hiç konuşmadan kalkan hatta hesabı bile akıllı telefon aracılığıyla ödeyen bir nesil var bakalım daha nereye kadar gidecek.