Düşüntrak Yazıntrak
Babamdan bir öğüt Asla arkana bakma'...
Geçen günkü bir konuşmadan çok etkilendim. Kızım; Anne neden hiç anılarını eşe dosta özellikle de bizlere anlatmıyorsun'. Nihayetinde tatlı bir duygu sardı içimi daha böyle çok şeyler söyler de, onları muhtelif nedenlerle, uzun bir zaman beklettiğim doğrudur. Bekleyiş ne denli uzun sürerse de o denli hırçınlaşacak belki de sevimsizleştirecek hikayelerimi. Şimdi klavyenin başına oturmuş, an kırılmış, mekan başkalaşmış, kulak misafiri olduğum anılarla ruh çatışması altında tazelendiğimi hissediyorum. Anlamlı kılacaksa, okuyucumun önünde dilimi yokluyorum, içinde duyumsamaya başlayana dek yüreğimin bütün ılıklığını hissedeyim diyorum..
Bir kere kalem yazmaya başladı mı, adettendir biraz aceleye getirilmiş de olsa, anlaşılırlığı sıkıntıdan nemli hikayeciliğe dönüşüveriyor. Bu nedenle büyük annem ve babamdan giriş yapalım ki nahoş hayat kırılmalarını bir an önce unutulabilmesini sağlayalım.
Bundan 77 yıl öncesi, 26 Aralık gecesi 32.962 kişinin canına mal olan 1939 Erzincan depreminden söz ederek hikayemi iliştirsem. [Yaklaşık 100 bin kişinin yaralanmasına sebep olan 7,2 büyüklüğündeki (yüzey etkisi 7,9') 116.720 bina yıkılmıştı.]
Derme çatma evlerde 40 50 m karelik evlerde yaşam mücadelesi verilirken, adetlerini yarınlara aktarmakta çok güçlük çekmeye başlayanlar... Sonuçta atadan dededen bu kentli olanlar kendilerini doğup büyüdüğü bu ülkede yabancı gibi hissetmeye başlamışlar ki bu göçlerle sonuçlanmıştır.
-Allah (cc) bizlere böyle afetler göstermesin. Bu temennimizdir. Niyazımızdır.
Bu vesile ile depremlerde hayatını kaybetmiş tüm şehitlerimizi rahmetle yad ediyorum-
Kalanlar gündelik rutinlerine kaldığı yerden devam etsin biz gelelim anıları anmaya...
Günlerden pazar, babama;
Bir yazı hazırlıyorum desteğin olmazsa bunu başaramam,' diyorum. Yüzünü bir müddet tavana dikti. Dudaklarındaki gülüşün yerinde kuşku vardı sanki. Bağdaş kurarak kamburumu çıkardım.
Hazırım sende hazırsan,' deyişini hatırlıyorum.
'Başla hadi yazmaya, girişi yapayım da söylediklerimi aynen aktar...
Anacığım altı çocuğundan dördünü Erzincan depreminde kaybetmiş. Çocuklarına olan düşkünlüğünü sağ kalan ablam ile gidereyim demiş.Ne yazık ki o da evlendikten birkaç sene sonra 20 Aralık 1942 Niksar-Erbaa: Büyüklüğü 7,0 olan bu depremde aynı kaderi paylaşmış. Babam anamın; Keşke diğerleri yaşasaydı kundakta bu oğlanın yerine, dediğini işitse de bana hiçbir vakit söylememişti.'
Anladığım kadarıyla bu bir gerçeği kavrayış biçimiydi, ailesiyle hayatındaki ilk anksiyete paniği geçirmekte olduğu, ne yazık ki fakında değildi.
'Deden bu psikolojinin altından kalkamamış anlatılanlara göre yaylalara çıkarak her gün bu ortamdan uzaklaşmaya çalışmış. Bir gün Paşaların (köyde lakap) at arabası şehre arpa buğday götürecekmiş. Dedeme, gel yürüme yazıktır ayacıklarını yorma demiş. Tam güneş doğarken şehre yaklaşırken inmek ister, ayağı kayar omzunun üzerinedüşer. O günden sonra sırtı kamburlaşmaya başlar ki ağrı içinde günleri sayarken artık vücudu bunu kaldıramaz olur ve 32 yaşında Hakkın rahmetine kavuşur. Bu talihsiz olay sonucu anamın kadın başına iki çocukla kalması akrabalarca onaylanmaz, tekrardan evlenmesi şart olur.
Bu ikinci evliliği zengin bir sığır tüccarıyla idi. O zamanlar 5 yaşındayım üvey babam bana hiç iyi davranmazdı, ablamın da evlendirilmesi sonucu şehir şehir dolaşıp hayvan satışı için ekmek paramızı çıkarıyorduk. Yerimiz yurdumuz da yoktu, ya neye yanayım neyi anlatayım ki kızım sana...'
Anlatırken, dilinden gecenin kuytu vakitlerinden düşenler, sanki soruyordu suskun jürilerine bakarak, elindeki siyah beyaz karelerle hesaplaşması rahatsız derecede idi..(eski fotoğraflar)Götürdükleri yerlerde terk etmeler... Hep sarhoş ağızla yazılan Rüyama gelsene' sözlerini yıllarca duymuştum. Kimseye anlatamadı suçsuz olduğunu söylemelerini diliyordu sanırım.
Belirtmek gerekir, ne tür kendini bilinmezlikti bu böyle? Beynim dağılıyordu sanki. Çoğu zaman hikayemizin ne zaman bitip bitmediğinden tam olarak emin olamamak, bu işte bizleri asıl delirten!
...Hakkında karar kılınan şeytani planlardan habersizce günü geldi dediğinde daha henüz 9 yaşında Erzincan'dan bir yük trenine büyükbaş ineklerin arasında kaçak yolculuk yapan kendi öz babam, inanılacak gibi değildi.
Karadeniz'e açılmakta olan bir balıkçı gemisinin güvertesinde soluğumu aldım.
İzmir Limanına demir atacakken tayfalardan biri beni fark etti, kaptana;
La kaptan bak saa bir eyi bide kötü haberim var eyisi burada bir sıçan var kötüsü bu sıçan bi kaçak'.
Laz kaptan;
Uy sende kimsun' dediğinde, adımı söyledim hıçkıra hıçkıra ve neden bu zorlu yolculuğa çıktığımı. Kaptan kendi eliyle gideceği yere bıraktı beni.
Ayrılırken;
Bak evladum benim da evladum yoktur bilesun eğer istersun benum yanumda kalabilisun sana sahip çikarum okutarum' demişti.
Ama ben ısrarla, Yok amca ben burada kalmak istiyorum' ,deyiverince,
Zihni amcamda;
Madem geldin sevip saydın sığındın evime hoş geldin oğlum bundan sonra sende benim evladım sayılırsın' demişti'...
Korkusuzsun be babammm, hemi de sırlarla dolusun. Elbet bizlere bir gün anlatacaksın henüz bilmediğimiz çılgınlıklarını, zamanı geldiğinde ben hep hazır olacağım babacığımmm!
İşin tadı kaçmadan, zaman dar ve kaygan, sizlere gözlerden uzakta yaşanan hayat hikayelerinin devamı gelecek desem. Gelecek, misiniz ki okumaya! Görüşmek dileğiyle...