Duvarları Ören Soğuk Yalnızlık
Yeşil gözlerini, ağır bir yorgan gibi örtmüştü gözkapakları. Sadece biriktirdiği öfkeyi kıyıya vuran dalgaların sesi vardı kulaklarında. Dizkapaklarına kadar tırmanan köpüklü sular sanki bırakıp gitmemesi için ayaklarına kapanmış yalvarıyordu.
Güneş, en özel aydınlatma ve ısıtma sistemini yine göklere tek başına kurmuştu. Hem de kablosuz, borusuz hiçbir yardımcı eleman ve tesisata ihtiyaç duymadan işbaşındaydı.
Günün ilk saatlerinde kendinden çok şey buluyordu. Ayaklarının altında sadece kadife kadar yumuşak kumlar ve terk edip gidenlere inat hep ona doğru dalgalarla adım atan deniz vardı. Bir de üstünden himayeciliğini eksik etmeyen rengarenk gökyüzü!. Yeter de artar diye düşündü ama sonra yeniden kaşları çatıldı. Çünkü yüreğinin bir köşesi hep inliyordu içten içe.
Yıllar, üzerinden ütü geçmiş yumuşacık mendillerle değil bir sünger gibi hoyratça emmişti elem zerreciklerini.. Omuzlarında hissetmek istediği güçlü kolları sadece ağacın dallarında görmüştü. Bazen bir ağaca gövde olmayı bile düşlerdi. O zaman ne de çok kolu kanadı olurdu kim bilir!
Süheyla altı çocuklu bir ailenin en küçük kızıydı. Abla ve ağabeyleri uzun zaman önce evlenmiş, her biri ayrı bir şehre göçüp gitmişlerdi. Hırs ve bencillik dolu ruhları onları insanlıktan da bir hayli uzaklaştırmıştı.
Anne ve babasının sağlık problemleri ilerleyen günlerde onları iyice yatağa bağımlı hale getirmişti. Kardeşlerinden daha farklı bir karaktere sahipti Süheyla. Ekim zamanı diğerleri uzakta olduklarından mıdır bilinmez, merhamet ve vicdan tohumu bir tek Süheyla'dan mahsul alabilmişti.
Okul hayatını yarıda bırakması toplumdan ilk kopuşu olmuştu. Çocukluk arkadaşlarından hayat kendisini daha erken büyüttüğü için kopuvermişti.
Anne ve babasının vücutlarına giren amansız hastalıklarla mücadelesinde onların gönüllü hemşiresi olmuştu. Bir savaşcı gibi arkalarındaydı. Hastane ve ev arasında mekik dokuyordu. Evlatlık görevini layıkıyla yerine getirmeye çalışıyordu.
İç organları iflas eden babası hayat dükkanının kepengini bir sabah hiç açılmamak üzere indirmişti. Yıkımların en büyüğünü yaşamıştı. Evin kalesini içten içe kuşatan hastalık nasıl da büyük bir zafer kazanmıştı. Ölüm gerçeğini kabullenmek öyle zor olmuştu ki. Babasının mekânına her gün bıkıp usanmadan sıcacık dualarını gönderdi.
Aradan bir yıl bile geçmemişti. Gündüz akşama el vermek üzereydi. Annesinin altını temizlemiş, bir bebek gibi pudralamış ve yeni bezini bağlamıştı. Annesinin ise kıpırdayamayan dudaklarının yamacından mahcubiyet gözyaşı olarak süzülüp akıyordu. Yorgun yüzünde, iyice ufalan gözbebekleri öyle cümleler kuruyordu ki! Sanki 'bahtsız kızım, Allah tez alsın canımı da kurtul eziyetimden! Nerede diğer kardeşlerin? Bütün yük neden sırf senin omzuna bindi kadersiz yavrum?' der gibiydi.
Süheyla gözyaşlarını içine akıtarak her zaman ki gibi şefkatli ellerini anneciğinin saçlarının arasında gezdirmişti. İç sesini duyar gibi konuşmuştu.
- Annem lütfen bana öyle bakma! Sen de bir zamanlar bana tıpkı benim gibi baktın! Hem de gece gündüz demeden! Bu da benim sana olan görevim! Lütfen annem! Bakma ne olur öyle! İçim acıyor!
Aradan iki gün geçmişti. Süheyla yeni doğan günü odasının kalın perdesini açarak içeriye buyur etmişti. Her sabah yeni umutlarla doğan güneşe selam veriyordu. Odasını havalandırılıp yatağının üstünü kapattıktan sonra annesinin yanına sokuldu.
- Günaydın güzeller güzeli annem! Bugün nasılsın?
Sıcacık yüreği olan annesinin yaşlı bedeni, ağır bir buz kütlesinin altında kalmış gibiydi. Yıllardır ona sevgiyle bakan gözleri sonsuza kadar donmuştu artık. Göğsünü dinledi, nabzını yokladı. Ama en ufak bir yaşama belirtisi yoktu. Canının diğer parçası da yıldız misali kayıp gitmişti.
Süheyla, anne ve babasının ölümünden sonra derin bir boşluğa düşmüştü. Cenaze için formalite icabı gelen kardeşleri apar topar dönerlerken sanki Süheyla'yı da diri diri gömmüşlerdi o eve.
Yalnızlık örülüydü artık evinin duvarlarında. Kendini sık sık deniz kenarına atıyordu. Sahilde bir nebze de olsa rahatladığını hissediyordu. Anne ve baba sevgisini yaşamıştı ama hayat arkadaşı hiç olmamıştı. Yüreği bir kez bile sevdaya kanat çırpmamıştı. Aşkı hiç tadmayan yüreğine acıdı birden... O sırada denizin engin sofrasına konan martılara baktı uzun uzun. Denizle öpüşüyor gibilerdi. Tepeden bağladığı saçlarını bir hamlede çözdü. Omuzlarından bembeyaz olmuş saçları döküldü. Pembe hayalleri de saçları gibi solup gitmişti. Arkadan gelen gür bir sesle irkildi.
- Bacım hava çok serinledi. Yanlış anlama ama saatlerdir buradasın. Hasta olacaksın! Evin barkın yok mu senin?
Süheyla, gözyaşlarını elleriyle hızlıca sildikten sonra bomboş bakışlarla adama baktı. Hızlı adımlarla uzaklaşırken sanki evde bıraktığı yalnızlığına bir an önce gidip arkadaş olmak ister gibiydi.