Efsane Hüsnü
Ankara'nın gece kondu semti Altındağ'ın mahalle kahvesinden, içeri
Efsane Hüsnü, her zaman olduğu gibi yine aynı saat'e ayak parmaklarının üstüne basarak, sanki millet'e çalım atarcasına, içeriye girdi.
Çaktırmadan şöyle bir kahvedekileri süzdü ve çocukluğundan beri oturduğu, mahallesinde ki kahvenin tam ortasındaki masaya, evinde ki koltuğa oturur gibi kuruldu.
Kahvedeki müdavimlerinde onu kolaçan ettiklerinin farkındaydı.
Yaşı ellibeş filan vardı.
Saçlarına, beyaz bulutlar çoktan düşmüştü.
Ama hala dinç ve gösterişliydi.
Mahallede herkes ona yüzüne karşı kaptan derdi ama arkasından konuşurlarken,
Efsane Hüsnü derlerdi.
Efsaneliği ve kaptanlığı, zamanında biraz futbolculuk yaptığı içindi.
Mahalleli onun palavraları ile bütünleşmiş ve her günde onun martavallarını dinlemeye hazırdı.
Onsuz mahallenin tadı mı çıkardı?
Kaptan, etrafına şöyle bir dikkatlice baktı.
Bütün gözlerin üzerinde olduğundan emin olduktan sonra, kolunun altında ki spor gazetesini, masaya yaydı.
Ceketinin cebinden yine kendine has hareketlerle, yakın gözlüğünü çıkarıp taktı.
Herkes birbirine çoktan işareti vermişti, yine gırgır şamata başlamak üzereydi.
Kaptan'ın okuma yazması yoktu.
Bunu cümle alem bilirdi de, bir o kimse farkında değil zannederdi.
Bacak, bacak üzerine attıktan sonra, gazeteyi gayet hızlı bir şekilde okuma pozisyonuna getirdi ama bugün kahvedekilerin de ona bir sürprizi vardı.
Onlarda hazırlık yapmışlardı.
Kahveci Recep, Hüsnü'nün çocukluk arkadaşıydı.
Kendi elleri ile, tavşan kanı çayı masasına saygı ile koyup, yüksek bir sesle.
- Kaptan gazetelerde bugün neler yazıyor?
- Koçum Fener akşam yine rakibini ezdi geçti...
Efsane Hüsnü fanatik bir Fenerbahçe taraftarıydı.
Kahvedekiler pası almıştı.
Sandalyesini kapan, kaptanın masasının yanında soluğu aldı.
Kaptan'da tabii ki onu bekliyordu.
Recep usta, her zaman olduğu gibi, bu fırsatı yine kaçırmadı.
Herkesin eline çayları tutuşturuverdi.
Kahve eskiye göre, bugün çok kalabalıktı.
Kaptan kalabalık, türbüne oynamayı severdi.
Mahallenin bitirimlerinden Ali kestirmeden söze girdi.
-Kaptan be!
Aramızda seni tanımayan yeni arkadaşlar var.
Kusura bakma biz biliyoruz da onlar bilmiyor.
Sen hangi takımda top oynamıştın?
-Kırmızı şimşeklerde
- Formanız ne renkti?
-Lan Recep yine cahillerin içine beni oturttun, adama kırmızı şimşekler diyorum,
Formanız ne renkti diyor, buyur buradan yak.
Oğlum ne renk olacak?
Adı üzerinde kırmızı be, hem de kan kırmızısı.
Milli takım formasının renginden.
-Kaptan sizin formada da ay yıldız var mıydı?
- Buyur soruya bak, lan oğlum ay ve yıldız sadece Milli formada olur bunu bilmiyor musun?
- Kaptan hiç milli oldun mu?
- Bak iyi bir soru sordun, bunları öğrenin, bizim zamanımızda üç tane birinci lig vardı.
1959 yılında bunlar birleştirildi, şimdiki lig ortaya çıktı.
Kaptan sen milli olmuş muydum dedimdi?
-Gelecem oğlum sabret, sen anan karnında nasıl durdun?
Bir gülüşme koptu kahvede.
Hüsnü'nün bu hoşuna gitmişti.
Yavaş yavaş havaya giriyordu.
- Bizim zamanımızda on senede bir milli maç olurdu.
Beni de Milli takıma davet ettiler.
Bitirim Ali hemen söze balıklama daldı.
-Kaptan nasıl davet ettiler?
-Şimdiki düğün davetiyeleri var ya, tabii o davetiye daha havalı, postacı şak diye kapıyı çaldı.
Ankara'da o zamanlar ben efsaneyim, adrese ne gerek var.
Postacı tutturdu müjdemi isterim diye.
Bir onluk toka ettim eline,o zamanlar iyi paraydı....
-Kaptan saadete gel.
Hüsnü kızmıştı, Aliye yandan bir kesik attı.
Nasıl konuşuyorsun der gibi ve tekrar konuyu topladı.
- Kocaman altın renginde bir zarf, içinden de aynı renk muhteşem bir davetiye çıktı.
- Kaptan onu bize hiç göstermedin?
- Olmaz!!
O özel evrak.
Tabii bütün Akara biliyor, benim önceden Milli takıma çağrılacağımı.
Ankara liginde, çok ara gol krallığında öndeyim.
Yalan olmasın, daha liglerin bitmesine on hafta falan var.
Ama ben otuzüç'ü bulmuşum.
- Kaptan otuzüç ne?
-Yaa Recep, dinine imanına bana bir kahve getir her zaman kinden, sinirlendim yaa.
Ne olacak, oğlum gol be.
Gelelim esas mevzuya, rahmetli babam ölüm döşeğinde, onu bırakıpta Milli maça İstanbul'a
gidemedim.
Portekiz'le yapmıştık o maçı. Sekiz sıfır yenildik.
Onların o zaman Bene ve Esibiyo diye efsane futbolcuları vardı.
Bizim bekler, onları tutamadı.
Benim yerime de o maçta Metin Oktay on numarayı giymişti.
Tabii maçı radyodan dinliyoruz hem de, bu kahvede Recep'in babası Durmuş amca sağdı rahmetli.
Recep hani sizin koca radyo vardı ya?
O bozgunu işte onda dinlemiştik.
- Kaptan be eskiler anlatıyor, toplara çok sert vururmuşsun öyle mi?
- Recep şu arkadaşlara çay getirsene ya.
Bak onu doğru söylemişler.
Bir gün, siz o eski topları ve kramponları bilmezsiniz.
Toplar o zaman böyle sboplu falan değildi.
Memeliydi ikide bir, maç oynanırken topun havası birden inerdi.
Onu şişirmek için ciğer lazımdı, hakemler hemen oyunu durdurup beni çağırırlardı.
Kahvedekiler şöyle çaktırmadan, birbirlerine baktı.
Gülmemek için kendilerini zor tuttular.
- Hele o kramponlar o zaman onlar köseleden yapılırlardı ve kuyruk yağ'ı ile iyice yağlanırdı.
İkide bir altındaki dişler çivi ile çakıldığı için, çiviler ayağımıza oturur, hop
Sahanın kenarına orada bir ayakkabı görevlisi olurdu.
Ayakkabıyı çıkarıp, ona teslim ederdik, tabii ayaklarımız kan içinde.
Görevlinin örs ve çekiç'i olurdu.
Örs'e ayakkabıyı taktığı gibi başlardı dövmeye.
- Neyi döverdi kaptan?
Allahım sen bana sabır ver.
Zamane veletleri ne olacak.
Neyi dövecek oğlum ayakkabının içinden çıkan çivileri.
Recep bee şunlara bak masal gibi dinliyorlar, yine beni sinirlendirdiler kahvemi getir.
Bunlara da bir şeyler veriver...
Şimdi topa set vurduğumu duymuşunuz ya:
Geçmiş bir gün, saha çamur, o zamanlar nerede şimdi ki çim sahalar neyse.
Beni ceza sahası içinde biçtiler mi?
Hakem bastı düdüğü, penaltı.
Topun havası inmiş, hemen şişirdim taş gibi yaptım.
Penaltı noktası çamurdan görünmüyor, hakem onbir adım saydı.
Topu oraya dikti.
Ama geçmiş gün adımlarını çok fazla açarak saydı.
Ben hakeme dedim ki hocam kaleye çok uzak oldu.
Hakem kulağıma eğildi kaptan mahsustan öyle uzağa diktim topu, bir sakatlık olmasın diye demezmi!!!
İyice açıldım, tam topa vuracağım, birde ne göreyim!
- Ne gördün kaptan?
- Sus!
Lafımı kesme, sen devamlı faul yapıyorsun yaa...
Kale arkasındaki tribündeki seyirciler, kenarlara doğru kaçmaya başladılar.
- O niye kaptan?
- Gözünü seveyim, bir sus yaaa...
Kahveye bir sessizlik çöktü, Kaptan kızmıştı bir süre öylece durdu ve tekrar anlatmaya başladı.
-Top fileyi delipte kendilerine gelecek diye korkuyorlar da ondan.
Kaleci fırladı, yanıma geldi.
O da kulağıma, aman kaptan şutunu sağa doğru çek, ben sola gideceğim, çoluk çocuğum var dedi.
Tabii kazaya sebep vermedim, mazallah, adam ölürde vicdan azabı çekerdim.
- Kaptan seni Fenerbahçe'den istemişler doğru mu?
- Doğru o zamanlar, Dünyada iki tane on numara var.
Biri benim, biride Pele:
1952 yılında Brezilyanın efsane kadrosu vardı.
Didi, Pele, Vava, birde Carinca diye birisi.
O Pele'den de büyük futbolcuydu.
Brezilya'ya heykelini diktiler ama sonra alkolik oldu, sokaklarda dilenerek öldü.
İki parmağını kulağına götürüp, onu çektikten sonra tahta masaya üç sefer vurdu.
Didi'ye gelince yıllar sonra Fenerbahçe'yi çalıştırdı.
İşte o Didi,
Beni seyretmiş Pele'nin stiline benzetmiş ille Hüsnü'yü alın diye talimat vermiş.
- Niye gitmedin kaptan?
Bu sefer kaptan kızmadı, ezik bir sesle.
-Kısmet değilmiş.
Hemen söze kahveci Recep usta girdi.
- O sıralarda Kaptan Hüsniye yengemize aşıktı, sevdasını bırakıp, gurbet'e gitmedi.
- Helal olsun kaptan be, seninki de efsane gibi bir aşkmış.
Kader ağlarını kaptana kahvede yavaş, yavaş örmekte idi.
Kaptan bitirimlerin ellerine düşmüştü bir kere.
Sözü Hasan alıverdi.
- Kaptan futbolu kaç yaşında bıraktın?
- 38 yaşında ama istesem hala oynardım.
Çok ısrar ettiler, bizi bırakma diye ama benden bu kadar dedim.
- Kaptan geçenlerde internet'te gezerken o zamanın gazetelerin birinde seninle ilgili bir şiir buldum.
- Tabii oğlum o günlerde bu gördüğünüz şahıs efsane idi.
Her gazete her gün beni yazardı ama bu şiiri hiç görmedim de, duymadım da.
- Kaptan internetten indirdim, istersen okuyayım.
- Tabii, tabii!!
Şöyle yüksek sesle oku ki efsaneyi herkes duysun, ondan sonrada nasıl bir adam olduğumu iyice anlayın.
Hasan kahvenin ortasına dikildi ve cebinden bir kâğıt çıkardı, bir iki öksürdükten sonra sesini ayarladı, ortalığa bir sessizlik çöktü.
Kahvede sinek uçsa duyulurdu ve başladı şiiri okumaya
Ofsayt'ı bildiğim yoktu
Kaçırdığım her golde
Hocam saçlarını yoldu
Kıvırcığım, sonunda kel oldu
Attığım sert sutlar, tribünü dövdü
Vallahi, billahi saha çamurdu
İtiraf edeyim ki ıskam çoktu
Yalnız iyi taç atardım
Pas verin, diye çok yalvardım
Yüznumarayı giyerdim
Kalecilerin en korktuğu bendim
Hakemlerden nefret ettim
Her maçta, kırmızı kart yerdim
Sıkışmış hakemler belaydı
Numaramı görünce wc sanırlardı
Beni görünce hemen, bayrak kalkardı
Ama top geçerdi, adam geçmezdi
Ah o nankör seyirciler
Herkese alkışlar, bana ıslıklar
Zavallılar değerimi bilmediler
En sonunda iftira attılar
Otuzbeş yaşına, girdin dediler
Üzerime sifonu çektiler
Lavuklar, hakkımı yediler.
Kaptan sinirle altındaki sandalyeye sarıldı, bir yandan da küfürün bini bin para.
Hasan hemen kahvenin dışına kendini zor attı.
-Recep usta çay paralarını herkes kendisi versin.
Benim artık aranızda yerim yok, efsaneyi çoluk çocuğa rezil ettirmem
Bunu herkes iyi bilsin...
Hadi eyvallah.
CENGİZ DAMAR