Elmanın İki Yarısı
Gök konuşmasıyla sarsılan, hareketsiz ama bir o kadarda gürültülü, bir yerdeydik. Her şey bir yana, bize doğru gelen uğultular, oldukça ürkütmüştü bizi. Gerçi diğer şeylere de ürkmüyor değildik hani; kartal ve kuş seslerine, ormandan gelen hafif buğulu inlemelere, ileride ki dağın tepesinden uğuldayan kurdun sesine, inceden esen rüzgâra, gök gürültüsüyle sarsılan denize... Daha nice şeyler vardı adı olmayan bu yerde.
* * * *
Ben ve benim kadar arkadaşım Afife, ikimiz de merakımız yüzünden düşmüştük buraya. Daha doğrusu onun merakı bizi buraya kadar sürüklemişti. Rafi de korkmuştu. Bize sahip çıkacak o hayvan kürklü köpeğimiz bile, ürküyordu,e biz napalım o böyleyse?
Evet! Afifenin aşkı merakıyla yıllanan maceramız galiba burada son bulmuştu. Doğayı severim. Ancak, benim hayal ettiğim doğa, kuşların cıvıldadığı, masmavi parıldayan denizin olduğu, çevrede barınacak bir yerlerin inşa edildiği, doğru dürüst oturacak yerlerin olduğu gibiydi. Gerçi burada da bunlar yok sayılmazdı. Kuşlar yerine kartallar cıvıldıyor, daha doğrusu acayip sesler çıkarıyor, barınacak güzel yerlerin yerine ormanın o güzel yeşilliği gözümüze çarpıyor, masmavi deniz yerine, pis, yosunlu bir gölet ortaya dökülüyor, son olarak da oturacak hoş sandalyelerin yerini, büyük kalın, kütükler alıyor. Ne hoş değil mi?
Afife yıllardır araştırmacılıkla uğraşır. E bende onun kader arkadaşı olduğuma göre, onun maceralarına benimde katılmamın hor görülmemesi lazım.
Araştırmacı bir ruh halinde büyümüştü zaten Afife. Küçüklüğümüz hep beraber geçmiştir onunla. Küçükken hep ilginç bir taş görsün, onu hemen alır, özel kutusuna koyar, sonra inceler gibi, o eline sığmayan koca büyüteçle bakardı o taşa uzun uzun. Hep böyle geçmiştir Afifenin küçüklüğü. Hatta bir keresinde ilginç, harita gibi bir kâğıt parçası bulmuştuk. Tabi merak bu ya, haritaya çizilmiş siyah noktaları, bizim mahallenin köşesindeki koca taşa benzetmiş, kendi aklımızca, bir adım sayısı uydurmuş ve o taştan başlayarak yüz adım saya saya, mahallenin bakkalına ulaşmıştık. Sonra bakkalcı Rasim amcaya dükkânının altında define gömülü olduğunu söyleyince, bize inanmış ve sonunda birlik olup, kazma kürekleri elimize almıştık ve kazmaya başlamıştık. Güya define bulursak, o parayı üçe bölecektik. Sonunda dükkânın altında bir şey olmadığı ortaya çıkınca, nede çok kızmıştı bize Rasim amca! O günden sonra bize çikolata da vermedi. Bizde başka bakkaldan almak zorunda kaldık çikolatalarımızı.
Afife ile her zaman için iyi anılarımız vardı. Afife ile ben bir bütün gibiydik. Sanki ayrılsak bir işe yaramıyor, tek parçayı yarıma bölmüş gibi, aklımız çalışmıyordu.
* * *
Burada akşam oldu yine. Sevmiyorum akşamları. Aslında seviyorum da ateşi yakınca. Ateşin sönüşü, bizim hayatımızı da söndürüyor.
Afife'yi iyi görmüyorum, sanki ateşi var gibi. Birde beşten beri uyuyor. Uyusun bırakalım da! Çok çalıştı bugün. Ama ya uyanmazsa? Yok, canım uyanır. O beni yalnız bırakmaz. En iyisi çorba kaynatmalı.
* * *
O böyle düşünürken, yıllanan macerada son bulmuştu. Bu elmanın iki yarısı arkadaş, ayrılmaya yüz tutmuşlardı artık. Tek başlarına kaldılar onlar. Bir başlarına akılları çalışmayacak onların. Elma ikiye bölünecek ve nitekim çürüyecek, buna mani olan hiçbir şey yok! Ne demeli ki hayata! En iyisi şunları haykırmalı o insan doğaya:
'Biz elmanın iki yarısıyız. Ben yoksam oda yok, o yoksa bende yokum! Al beni yanına elmamın yarısı! Al ki çürümeyeyim sen yokken! Al ki değerimizi anlasın bu mahzen!'