Eşek Deyip Geçme
.......Temmuzun sıcağı ortalığı kasıp kavuruyor! Her bir canlı girecek bir gölge ararken, bütün köyün ırgatları tarlalarında ekin deriyorlardı. Ayakta durabilecek kadar çocukların kimisi kuzu gütmede biraz daha büyükleri tarla başlarında öküz gütmedeydiler. Köyde sadece ekmek aş pişiren kadınlar, bir de o azıkları eşeklerle götürebilecek çocuklar vardı. Anam işten güçten per perişan, ta geceden ilk horozla kalkmış, kardeşlerimden benim büyüğüm Gazi'yi kuzu gütmeye, daha büyüğümüz Hasan'ı öküz gütmeye yalvar yakar uykularını kör bıçakla keserek gibi uyandırarak göndermişti!.. Aslında yaşlarına göre yapacakları işler hiç değildi.
......'Irgatların azığını bu günde geç koydum, Ishak'ların azıkçısı da gitmiş Cinolarınki de ben kimden göndereceğim kimi bulacağım şimdi' diye endişeyle söylenip duruyordu anam... Köyde hiçbir azıkçı kalmamıştı. Bostandan dana kovalamadan gelirken kül pöslüğünde oynayan beni gördü. Kızgınlığı vahşi bir kaplanınkinden de fazlaydı, beni tutsa sanki parçalayacaktı.
.......-Kör olasıca!... Daha sabah giydirdim o donu, eşek gibi külde ağnıyorsun çabuk gel diye bağırdı.
.......İlkokula başlamamışlığım kesin, haydi diyelim yaşta beşim... Bizim oralarda doğduğu günden başlar erkeklerin sırtının sıvazlanması... O erkek ayağının üstünde dursun yeter! Her iş artık onu bekler, daha sürünürken bile buğday sergilerinden tavuk kişeler, sofradan ekmek kapmak isteyen itleri taşlar. Erkek çocuğun ayakları yere bastığında ise yanlış yapan hayvanları elinde değnekle haşlar, ninesi kadar kadınlara el öptürtür...
....... Neyse bir eşeğimiz vardı! Adı da Kürt kızı; Adı Kürtleri aşağılamak mı yoksa bir eşeğe değer vermek mi veyahut bir Kürtten mi alınma, Hiçbir fikrim yok. Üstümün kül tozlarını ellerimle çırptım, güneşte yanmışlığın susuzluğuyla fersiz fersiz geldiğimde, anam eşeği ahırdan çıkarıp palanını vurmuş, eşeğin üstüne, içine azığı koyduğu heybeyi atıyordu. Üstünü kirlettin diye ben dövmesini beklerken. Pöslük tozunun şibiklendirdiği gözlerimin içine ilk defa ana şefkatiyle baka baka okşadı başımı uğralı elleriyle, öptü gözlerimden öyle sevecence!
...... -Azığı sen götüreceksin, dedi.
......Aklım almasa da erkeklik gururum okşandı birden! Tarla nerededir ne biliyorum, ne de gördüm, ne harita, ne de yolunun krokisi var elimde. Anamın nasır bağlamış ayakları yalın ayaktı kızgın yerde, başında küçük kazan gibi bir festi, yanağına iki al elma oturtmuş gibi yüzü enfesti, yamalıklı üstü başı uğralı tozdu, sanki dinlenilmesi gereken bir sazdı. Eşeğin palanını bir kez daha kontrol eyledi. Heybedeki azığı yeniden düzeltti, Palanın döş ipini çekti kuskununa elledi; 'Sağlam sağlam çözülmez' dedi. Bir yağlı dürmeç verdi elime, bir tast da su verdi! 'Yolda susamayasın' diyerek. Suyu soluksuz bitirdim. Gönlüm olsun diye elinden gelen her şeyi yapıyordu Anam! Gönüllüydüm zaten ben. Sırtımı sıvazlıyor, 'Yiğit oğlum, erkek oğlum, kahramanım, koçum, tosunum, aslanım, benim' derken koltuklarımdan tuttu Kürt kızının üstündeki heybenin üstüne kaldırdı koydu beni. Yanaklarımdan son kez öptü! Ağzımı bıçak açmıyor, yüreğim güp güp vuruyordu. Küçücük bacaklarım palanın üstünde ayrıldı kaldı. Elime kavaktan bir çubuk verdi.
...... -Sakın ola eşeğin boynuna vurma dedi. Elini omzuma koydu anam.
.......E...e vurmayacaksam niye verdi? Neyse...
....... -Eşek nereye götürürse oraya git, eşeğe hiç karışma. Derken, bağımızın kıyısından akıp giden suyu gösterdi.
.......-İleride o sudan geçerken orta yerinde duracaktır, sakın ola korkmayasın, işini bitirince o yine yürür, çok çok çetin derelerden geçeceksin, inişler inip yokuşlar çıkacaksın. Derken elini omzumdan endişeyle aldı, palanın önündeki tutacağını elimi tutturdu.
......-Sakın ola bırakmayasın, zaten o bizim en yakın tarlamız, bir saate kalmaz varırsın, asla korkmayasın. Diye beni sıkı sıkıya tembihledi. Elini yelesi kırkılmış iri cüsseli Kürt kızının boynundan çekerken; Kürt kızının kocaman kulaklarına doldura doldura 'çüş' dedi anam. Palanın arka tutacağına bağlanan beyaz bez süzmenin içindeki yoğurt, eşeğin terkisinden aşağı şip şip damlamadaydı. İki eşeklik yükün altındayken bile hiçbir eşeğe ön vermeyen Kürt kızı cenaze merasiminde yürüyor gibi sakin geçti! Muhtar Haydar ve Altı parmağın kapısından, görenler parmak ısırdı!.
.......-Bu parmak kadar çocuk eşeği nasıl götürüyor? Diye.
.......Eşeği sanki ben götürüyorum! Asıl eşek beni götürüyor!
.......Karga Aşur'un kapısının önünden kuru arkı, Mem Hüseyin'in virajlı kapısının önünden kab kaşığın içinden geçtik, dönemeci dönerken, kara Veli'nin kara bocusu kara lastik ayakkabılarıyla oynuyordu. Bir ara gözlerini bana çevirdi, ürecek gibi bir hal aldı ürmedi! Kürt kızı ise tavrını hiç bozmadı. Kara Veli ise kapısının önündeki bostanını sulamadaydı. Suyun *(1)geverini değiştirdikçe ak ak tutları dalından bir bir koparıp ağzına atmadaydı, yalnız başıma gidişime bir anlam veremedi, küreği emzirir gibi göksüne dayadı endişeli endişeli bakarak;
....... -O çocuk yalnız mı gidiyor? Yanında kimse yok mu yahu bu ne cesaret be Allah Allah... Diye söylenip duruyordu...
......Cebrail'in gelini güzel Hava'nın güzel güller açmış bağının kenarından geçerken bir harika kokuyordu iğde ve ceviz yaprakları da kocaman ceviz ağaçlarının başında da kargalar henüz olmamış cevizleri kapışıyorlardı. Genç yaşta dul kalmış şehirli Haçça yolun altında kavakların altından, bağ damından koşarak çıktı geldi yolumuzun üstüne,
......-Şu azığı; Ağ taşta öküz yayan oğlum Üsüye götür. Diye yalvarıken bana. Köyün en son çatın başında ki evinden adeta tepemizden Zülfükar Yengesini Azarladı;
......-O daha çocuk görmüyor musun? O nerden bulsun senin oğlunu, hem o başka tarafa gidiyor. Dedi.
.......Köyü çıktık eşek iyice kudurganlaştı! Çünkü; İri iri pörtlek mavi gözlü sinekler, (güveyiler) eşeğin baldırına bacağına, karnına kasığına acımasızca şırınga gibi iğneleriyle durmadan kanını emiyor canını yakıyorlardı hayvanın! Canı yanan Kürt kızının koca kulakları dört dönüyor, kendi tekmesini kendi karnına vuruyor ve kuyruğu otomatiğe bağlanmış cam sileceği gibi bir sağa bir sola kalçalarına vuruyordu da vuruyordu. Kürt kızı sineklendikçe, iki yanı Zülfükar'ın bağı bahçesi olan yola taşan iğde çalılarına sürtünerek gidiyordu. Ara sıra da burnunu horlata horlata yere sürtüyordu. İyice yatıp kapandığım palanın üstünde, korkup sakındığım çalı dikenleri beni çiziyordu. O sırtımdaki köynekte yırtıldı. Çizildiğime aldırmıyorum, var gücümle palanın tutacağından tutunarak düşmemeye çalışıyorum! Ve eşeğin boynuna yapışmış biraz daha iri bir sinek gibi bir halde! Bağ bahçe ve çalılıklardan kurtuldum, şimdi deriiiin bir dere kalanın dereye iniyorum. Baş aşağı giden eşeğin başından aşağı düşüp yere çakılacak gibiyim, düşmemek için nefes alamıyorum, eşeğin bastığı yerlerden nallarının ateşleri çıkıyor, sanki freni zor tutuyor, eşeğe bir şey diyemiyorum, bu hallerde ne söylenir bilmiyorum. Sadece ağlamanın faydasızlığını düşünüp dururken dereye indim, nefes aldım! Şimdide başı gökte eşek biraz daha hızlı tırmanıyor bayıra, Mevla'm beni kayıra! Palanla beraber sıyrıldım indim kuyruk başına... Böyle kaç susuz derin dere geçtik bilmiyorum. Korkudan hep yüreğim ağzımdaydı biliyorum. Ve geldik anamın dediği, en büyük su akan çaya; Eşek yanmış gibi eğildi o dibi gözüken berrak sudan suyunu dudaklarından süzdürerek kana kana içti. Su da öyle bir su ki mübarek! Her görenin canı çekiyor, eşekten inemeyen gönlüm bana da veren olsa diyor. Görüntüsü, çayın üstüne serilmiş sanki kadife yüzlü mavi döşek, suyun tam ortasında durdu şarıl şarıl sarı sarı boşaldı eşek... Aynı anamın dediği gibi işini bitirince yürüdü suyu geçti eşek. Ve kendi kendini yıkadı o eşeğin kirlettiği döşek. Her gün evimizin karşısında duran o hırçın yüzlü Üce dağın yüzüne yukarı cılga bir yoldan, başı yine gökte zikzaklar çizerek emin adımlarla tırmanmaya başladı Kürt kızı. Aklında üstünde acemi bir çocuk olduğu hep vardı! Yoksa o kızgın kuma serilip yatacaktı... O atmacalar göğün yüzünde çiviliymişler gibi kırmaşmadan durup dururlarken aniden kurşun gibi yere inip vahşi otların içinden bir şeyler alıp çıkıyorlardı göğe yeniden. Onları yakınen seyrederken donakalıyordum karmakarışık duygularımla! Geleğilerin yediği ekinlerin sapları kalmıştı sadece! Ve başsız bir hoyratlık içindeydiler, Başaklı ekinlerin içinde. Geleğiler de zevkten dört köşe bir delikten bir deliğe koşup duruyor, arada bir ayağa kalkıp cik cik ötüp selam veriyorlardı. Ordu evinin bayırından böyle geçtik, ordu evinin arpa ekili sekiye çıktık. O cılga yol arpa tarlasına bitişik gibi gidiyor, o arpalar yol boyunca eşeklerce, öküzlerce yenile yenile yol genişledikçe genişlemiş. Kürt kızı da o kadar akıllı olmasına rağmen, arpaların güzelliğine dayanamayıp kellelerinden birer ikişer koparıp kıpır kıpr yiyerek yol alıyordu. Kürt kızı birden bir keçi izi bile olmayan yamaca saptı, eşeğin boynuna vurmak istedim yola gelsin diye! Ama anamın boynuna vurma demesi hiç aklımdan çıkmadı ki. Sabrettim, dokunmadım ve hiç palanın tutacağını bırakmadım. Çattan çata kimi çürük kayaların üstünden, kimi çürük kayaların altından S harfi Z harfi çizerek gibi kıvrıla kıvrıla kuru kuru dereleri geçtik. Eğer oralarda eşekten düşecek olsaydım, kırk kayadan aşağı kırk takla atardım! Son gediğe çıktığımızda ırgatlar; En büyük abîm Ahmet, Abîm Cuma, ablam Hatice honu bitirmek üzereydiler. Beni yalnız başıma Kürt kızının üstünde görünce, hepsi birden sanki küçük dillerini yutmuşlar gibi orakları pırnatları ellerinde şaşırıp dona kaldılar. Ahmet abîm beni yangının içinden kurtaracak gibi koşarak geldi, Kürt kızının sırtından kaptı aldı bir o yanı bağrına bastı bir bu yanı bağrına bastı, bir o yanağımdan öptü bir bu yanağımdan öptü, o sarı kıllı hep çatık kaşlı Ahmet'in gözlerinde yaş vardı. Sarı kıllı bileklerinin yaba gibi ellerinin arasında hayretler içinde kalan gözlerime bakarak sordu;
....... -Korktun mu? Ağladın mı lan yoksa? Hiç ağlarmı benim erkek kardeşim, kimin koçu kimin... diye sevip dururken sırtımdan sakındığımı fark etti! Sırtıma baktığında çalı dikenlerinin çiziklerinde kurumuş kızarmış kan gördü. 'of of' çekerken yürekleri parçalanacak gibiydi. Sırtıma temas etmeyecek şekilde sol koluna oturttu yine bağrına bastı yürüdü çatmadan yapılmış gölgeliğin altına yani azık yenilecek yere. Ayrı ayrı kucaklarına alıp öptüler. Abîm Ahmet Kürt kızını da tebrik etti gözlerinden öptü. Artık günün kahramanıydım, hep benden bahsettiler o gün, nasıl düşmediğimi sordular!
........Anam da evin kapısından içeri girmemiş ordu evinin yamaçlarında bir kaybedip bir buluyormuş! Abîmin eşeğin üstünden beni aldığını görünce içeri girmiş.
.......Ve ondan sonra Kürt kızına daha da önem verdiler. Gerçi Kürt kızı daha önceleri de yanında kimseler olmadan yükler taşımış. Abîmin çüüüüş diye sesini ne kadar uzaktan duyarsa duysun Abîm gelene kadar dururmuş. Biz Abîimle haşır neşir olurken Boş kalan Kürt kızı altın başaklı buğday destelerinin içinden geçip azık yenilecek çatmanın yanına giderken bir buğday başağına uzanıp bir destenin dağılmasına sebep olmadı. Yani başka eşek olsa! Yuları sahibinin elinde olsa, başında sopa kırılsa o eşek yinede o destelere saldırır avurtlarını buğday taneleriyle doldurur destelerin de dağılmasına sebep olur. Yani esas eşeklikte odur işte.
.......O günden sonra eşeklerin hepsi benim için canlı birer oyuncak oldular. Eşekten düşmekten kafamda kırılmadık yer kalmadığı için sanki kafam define aranmış bir adaydı. Bakın bu iş nasıl oldu: Daha eşek olmamış daylakların en bakımlı en canlılarını çatta bayırda, kayalıklarda kıstırıp yakalar ve dörtnala yarış ederdik dağ bayır ve kırılan kafalarımızda kalmazdı hayır.
.......Kürt kızı her zaman atlarımız kadar özel bir hayvandı... ben on yaşıma geldiğimde Kürt kızı yirmisini de geçmişti! Yani artık son günlerini yaşıyordu. O sene Babam iyilik olsun diye hiç yüklemedi, çocukların dışında hiç kimseyi de bindirtmedi! Yoncaları çayırları da serbest kıldı! Ama Kürt Kızı; Aç gözlülük edip terbiyesini bozmadı! Karnını yoncalığın çayırlığın kıyısında doyurdu. Ve ihtiyarlığı kabullenmemiş olarak beni de yüklen der gibi yüklerin yanına gelir, yüklenen eşeklerin arkasından bakar dururdu! Babam eşeğin bu hallerine çok çok üzülürdü.
.......O sene Kürt kızını gözden çıkardığını öğrenen köylüler; Anlı şanlı bir kız gibi Kürt kızından bir sıpa alabilmek için onu istemeye geliyorlardı! Bu günde çalık Süloğ gelmişti! Yeni Sivas şapkasında saman tozları vardı, çok kırışıklı anlından şapkasını yukarı kaldırarak karasaban tamir eden babama selam verdi. Selamını toparlanarak aldı; 'Buyur otur Sülo' dedi. Süloğ kar beyazı kırarmış karaya boyadığı bıyıklarını burarak oturdu Minderin üstüne. Babam herkese yaptığı gibi yanında kendi elleriyle sardığı sahanda duran tütün sigarasını uzattı 'yak' dedi.
...... -Sen sigara içmiyorsun ama Makine gibi sarmışsın maşallah' dedi Sülo
....... -Rahmetli babamın gözleri görmüyordu, sigarasını bana sardırıyor gelene gidene oğlum sardı diye övünüyordu! Yani ta... Çocukluğumda öğrendim ve babamın sigarası gibide ikram ediyorum' dedi gururla.
....... -Ben son harmanın samanını da içeri attım! Kürt kızına yükleyeceğim yük kalmadı, gel inat etme şu eşeği bana ver ondan bir sıpa alayım! Sana da para diyorsan para, ya da eşeğimin en yiğidini vereyim' dedi Süloğ.
.......Babam boynunu bükerek; 'Cık cık' çekti! 'Sülo... Sen daha önce de kaç kere geldin, eşeği paraya pula değişmeyeceğimi söyledim! Bir köy bu eşeğin peşine niye düşüyor yahu! Veremem kardeşim veremem, o eşeğe birsinin çüş demesine benim gönlüm asla razı gelmez! Ben ona şu yaşta bir daha doğum sancısı çektirtemem, bir daha bu eşek lafını açanın kalbini kıracağım' diye çok kızdı.
....... -Sen bilirsin' diye arkasına bakmadan çekti gitti Süloğ.
....... -Güz gününün yağmurlu bir havasında eşeği özel gezdirmeye çıkardı eve geldiğinde önüne attığı yeşil yoncayı yemeyen eşek için ağladı babam! Ve öldüğünü görmeyeyim diye koç salımından sonra, dağlarda canı yanarak dolanmasın diye ayaklarını nalladı, köyün en gelinmez, bütün hayvanlara deva olan kara dağa yolladı çobanlardan. Ve her gün o çobanları bulur Kürt kızının halini nerede olduğunu sorar dururdu.
.......O çobanlar da; 'İyidir! O da seni soruyor, selamı var' der dalga geçer dururlardı. Babamla!
.......Ve bir gün ölü Kürt kızının nallarını sökmüş getirmişti çobanlar. Babam kafasını ellerinin arasına aldı acı acı iç geçirdi. 'İyi oldu kar düşmeden öldüğü iyi oldu, kurtlara parçalanmadan öldüğü iyi oldu' diye söylenerek teselli bulmaya çalışıyordu.
20- 4- 2003-
*(1) Gever. Tarla sulamada en son ve en küçük su kanalı.
EŞEK
Eli değneksiz binmedim
Çetin yokuşlarda da inmedim
Taşıma kapasiten neydi bilmedim
Nallı nalsız yükledim de yükledim
Atıma sultanlar gibi
Öküzüme beyler gibi baktım
Seni ise
Artırdıkları yemleriyle aldattım
İte köpeğe kul köle ettim
Aç tok yükledim de yükledim
Kötü palan yüzünden
Bakımsızlığın elinden
Yağırnında yaralar açıldı
Pis ala kargalar o yağırdan
Aç karnını doyurdu da doyurdu
Nodulluyu kıçına
İğde dikenini boynuna
Kanatana kadar
Zevk için
Kovdurana kadar dürtmüşüm
Sen toprak işgal etmezsin ki
Çocukların katili de olamazsın
Heybe heybe mermi taşıttığım
Her işe alet ettiğim
Sırtından sopa karnından sıpa
Eksik ettirtmediğim eşek
Öküz öldü çüte de koştum
Yaşlandın ayaktan düştün
Çingeneye bir sarata değiştim
Her kötüyü sana benzettiğim için
Halt etmişim
Sen kötülerin yükünü çeken eşek
Senin eşekliğin
Bu eşeklerin yanında
Hiç kalır eşek
Hiç kalır
20- 4- 2003-