Et Bayramı
İnsan geçmişe şöyle bir yaslanıp da geleceğe baktığı zaman bazen korkar bazen susar bazen de tedirgin olur. Zira gelecek karanlığın tam da ortasında bir yerde öylece durmaktadır. Gerçi gözlerimizin algılayamayışı zihnimizin yetersizliğindendir ya neyse.
Göremediğimiz gelecek bizlere ikilemlerle dolu korkular getirir. Olmasını istediğimiz hayallerinin kucağında meşk ederken elde kalanlarla yetiniriz çoğu zaman. (Bu çoğu zaman kavramı aslında her zaman diye de yazılabilirdi de gönlünüzde ufacık da olsa bir ışığa kavuşma umudu olsun diye şey ettimdi açıkçası.) Neyse işin, bu zıkkımın kökü gibi acı ve çekinesi zor yanı bir yana bir de geçmiş denen bir olgu var ki kaymaklı dondurma yanında halt etmiş. Geçmiş dediğimiz şey genelde hatırladıklarımızdır. Hatırladıklarımız ise genelde gülmek ya da övünmek için bohçamızın en üstünde bir yere iliştirip günü gelince tüketilmeyi bekler. Yoksa insan sıradan bir anısını neden aklında tutar ki? Aslında hatırlayamadıklarımız da geçmişimizde bir yerdedir ama geçmiş çoğu zaman hatırladıklarımız kadardır.
İşte o geçmiş denen anımsadığım olaylarımın ucunda kıyısında bir mesele var ki tam da denk düştü kurban bayramı hadisesidir. Ben o zamanlar yedimdeydim kardeşim ise altısındaydı. Küçükken bizim oralarda(ki bu söz çok ama çok klişedir)bayram başka olurdu. Hele de kurban bayramı... Kardeşim! Bir yıl boyunca yiyemediğimiz etin dibine vuracaktık daha ne olmalıydı ki? Sabah kavurma, öğlen kebap, akşam gene kebap, sabah gene kavurma, yok yok sabah bu kez kebap... Bin bir çeşitlisini yapardık etin. Evirip çevirip etliğini asimile etmeden onu hayallerimizin iktidarından somut bir iktidara taşırdık. Her sene kurbanda seçimi et kazanırdı. Baba, anne, akrabalar, el öp harçlık al meselesi... Hepsi yalan olurdu bu mevsimde. Bu mevsimde ağaçlar et açardı, kuşlar et et diye öterdi, rüyalarımızda et savaşları yapardık. Bir et imparatorluğu kurulurdu üç buçuk gün sonra tekrar talan olmak şartıyla. Bunlar bir yana büyüdükçe mutlu olmak istemedik. Zira sonu vardı bu mutluluğun da her mutluluk gibi. Etler yine bitecek yine pirinç, bulgur, mercimek... Ne olursa olsun pilav olacaktı kesin. Sonra sevinmemeye başlamıştık. Bayramlar artık pek de neşe falan kaynağı değildi. Geçmiş oldukça hatırlandıkça yani pek de içinde bulunduğumuz durumlar bizi tatmin etmiyordu. Ama bir gün var ki pek bir sık hatırlarım. Hele de kurban olsun olmasın kışın ayazını hissettim mi şakağımda durup dururken düşer aklıma.
Bir arife günü... Kışın ortasına denk düşmüştü bu kez kurban. Annem bizi yıkayacak, paklayacak ertesi gün de kurban kesildikten sonra süs biberi gibi oturtacaktı bir köşeye. O, bayram önceleri hamam sahneleri hiç gitmez gözümün önünden. Evde banyoya kurulan büyük su sobasının altı odunla doldurulurdu. Sonra su ısınmasını beklerdik. Su ısınırken anne boş durmazdı. Evde çamaşır mamaşır ne varsa torlar toplar yıkardı. Ama elleriyle. Makine evimize girecek kadar ucuz değildi o vakitler. Ev buz gibi olurdu. Göçüp gideceğiz sanardım her banyo haftasında ya bu kez arifeydi ve arife günleri daha bir uzaklara göçeceğimizi sanardım.
Bayram sabahı yemek yapılacağı için malzemeler hazırlanırdı. Bir yandan bulaşıklar, çamaşırlar yıkanırdı. Evlerin halıları kalkardı yerlerinden. Ortalık, evin genç kızı tarafından silinmeliydi. Sonra su kaynardı. Derken önce biz, iki küçük, kardeşim ve ben girerdik banyoya. Yan yana iç içe... Annem alırdı dizlerinin arasına, başlardı kaynar suyla haşlamaya bizi. Bitler pireler haşlanmalıydı, yarın kurban bayramıydı çünkü. Bağırışlar çağırışlar arasında yıkanırdık. Kıpkırmızı kesilirdik kardeşimle banyodan sonra. Oturturlardı sobanın başına. Ellerimizde salçalı ekmekler. Uykuya dalardık biraz sonra. Ablam sonra abim derken anne baba da ayrı ayrı paklandıktan sonra arife günü temizlik merasimi biterdi. Gece herkes bir yana düşerdi. Yorgunluktan ağır çekimde olurdu hareketler. Babam bir yandan televizyon izler bir yandan biz iki küçükleri dizinin dibine alır sohbet ederdi. Babam bize muzipçe bir soru patlatırdı.
'Yarın ne çocuklar?'
'Et bayramı' diye inletirdik etrafı. Sonra babam sus işareti yapardı parmağını ağzına götürerek. Biraz sonra sobanın ardına tek tek düşerdik yorgunluktan. Uyuyup kalırdık iç içe.
...
*
Geçmiş çoğu zaman hatırlamak istediklerimizdir. Biz neyi istersek o bizim geçmişimiz olur. Ben kurban bayramını yazmadım. Çünkü o herkeste aynı değil. Ama arife günü herkeste aynıdır. Tek farkla: babam biz uyuyunca rahat uyudu belki ama başka babalar evlatları uyuyunca yarın onları nasıl avutabileceğini düşündü gece boyunca.
Her evin eşiğinde bu heyecanın yaşanması umuduyla...
Bazen öyle gereksiz şeyleride hatırlarız ki kendimiz bile şaşarız,hatırlatacak bir ses bir söz bir olay geçmişse dönmemize neden olur hafızamızda yok olduğunu sandığımız..
Arife günü telaşı her evde benzer telaş içinde geçerdi evet,
Paylaşım için teşekkürler..🙂
''Her evin eşiğinde bu heyecanın yaşanması umuduyla...''
Bu dileğinize yürekten katılıyorum..
Çok akıcı hoş bir uslupla yazılmış yazı..beni aldı o yıllara götürdü..arife telaşları..sobalı evler..banyolarda odunla su ısıtılan sobaların bulunduğu zamanlara götürdü..ya herşey çocuklukta güzeldi ya o yıllar güzeldi.. Gecemde beni tatlı bir huzurla gülümseten yazınızı ve sizi gönülden kutluyorum..haklı bir şekilde bulunduğu yere gelmiş...