Eylül Rüzgarı
Aylardan Eylül...
İzmirin kemikleri donduran ayazı eşliğinde, son bir umutla durağa doğru yürüyordum. Saat 19:15... Durak kalabalık. Sanki herkes benim bineceğim 63 numaralı Alsancak otobüsünü bekliyor. Kalabalığın uğultusuyla içim kanıyor, gözlerimden yaşlar akıyor rüzgarın sertliğinden dolayı. Hani derler ya insan ağlarken görüldüğünde bahane olarak "Gözüme toz kaçtı" der... Benim hem gözüme toz kaçıyor hem de umarsızca ağlıyordum. Rüzgarın sertliği de benim bahanem.
"Nerde bu otobüs?" saat 19:30... Sıkılmaya başladım, acelem de var. Zamanın bu kadar hızlı tükendiğine inanamıyorum. Sigara içiyorum ard arda. Kalabalık bana, ben kalabalığa sitemde bulunuyorum bakışlarımla, gelmeyen lanet otobüs yüzünden.
"Yeter artık dayanamayacağım" saat 19:45...Otobüse küfrederek taksi durağına ilerliyorum, aslında ilerlemiyorum rüzgar itiyor. Taksiye yapışıyorum bir anda ellerim ceplerimde soğuktan buz kesmiş halde. "Alsancak" diyorum şoföre, "Lütfen hızlı...". O beni anlar bakışla kafasını sallıyor ve basıyor gaza.
"Sıkışık trafik" saat 20:00... Halen taksideyim ve gideceğim yolun ancak yarısına varabildim, arkamdaki 63 numaralı otobüs eşliğinde. Geç kaldığımın farkındayım çünkü işten o saatte çıkıyor. Endişe kaplıyor içimi dakika dakika ve taksi şoförü bakıyor dikiz aynasından "Bu saatte trafik böyle, üzgünüm" dercesine.
"Talatpaşa Bulvarı'na geldik" saat 20:15... Şoföre hemen sağda bir yerde çiçekçi dükkanının birinde durmasını rica ediyorum. "Çiçeği alıp hemen geliyorum abi". Dükkandan içeri giriyorum ve bana hemen gül demeti yapılmasını istiyorum. O da ne? Yan dükkandaki çocuk duruyormuş çiçekçide sahibi az dışarı çıkmış. "Allah'ım reva mı bu?" diye soruyorum tamamiyle çökmüş beynime. Fazla geç kalmadı adam neyse... Gül demeti için "Az bekle" diyor adam! Bekleyemem! Parmağımla sarı papatyaları göstererek hemen bir demet yapmasını istiyorum, temizlik gerekmez! Sar ve ver!....
"Ofisinin önündeyim ama..." saat 20:23... Taksiden bakıyorum onun katına.Ofisin ışıkları çoktan kapanmış, aşağı kapı da kapalı. Hemen ara sokaklardan ana caddeye çıkıyorum tekrar otobüs beklemek için... Evine gideceğim koydum kafaya.
"Evine yaklaşırken telefon ediyorum" saat 21:20... Yavaş adımlarla içimdeki heyecanın dinmesini diliyorum. Apartmanının önündeyim ve telefon ediyorum "Aşağı kapıyı açar mısın? ben geldim". Karşımda şaşkın bir ses sadece "Tamam" diyebiliyor.
"Sonunda kapısının önündeyim..." Kapıyı gideremediği şaşkınlıkla açıyor ve ben ona elimdeki sarı papatyaları uzatıyorum sıcak bir "Merhaba" diyerek. Mutfağa alıyor beni, yemek zamanında uğramışım. "Aç mısın?" diyor tüm içtenliğiyle. "Aslında amacım seni ofisin önünde karşılayıp yemeğe götürmekti" diyorum ve nezaketen bir tabak alıyorum önüme. Yemek mesele değil çünkü ona birşeyler söylemek istiyorum o zamana kadar dizginlediğim tüm duyguları dışarı salarak. "Seninle... seninle birşey konuşmak... istiyorum." Gözlerime laf geçiremiyorum, durmak bilmeyen yaşlar akıyor. "Seninle tekrar beraber olmak istiyorum, bana bir şans daha ver" kim bilir bu cümleyi oraya gitmeden önce nasıl kurguladım ama hıçkırıklar bana müsade etmiyor. Bir çocuk ağlayıp ona ne olduğunu sorduklarında belli belirsiz konuşarak durumu anlatır ya, o döneme geri döndüm sanırım. Ellerim ağlarken karıncalanmaya başladı, bu daha önce hiç olmamıştı... O sıra bozuk plak gibi "Seni halen deliler gibi seviyorum, tüm hatalarımı biliyorum ne olur bir şans ver" diyip duruyorum; karşıdan hiçbir ileti alamıyorum, donuk... O baktığım mavi gözlerde istememezlik var, dudaklar bir o kadar sinirli...
"Evinden çıkıyorum..." saat 22:10... Gözlerimi sildim ve son bir defa elini sıkıyorum ve ardından "Arkadaş bile kalamaz mıyız?" diye soruyorum. Cevabi net ve basit "Hayır"...
İzmirin kemikleri donduran ayazı eşliğinde geldiğim yere geri dönmek için yola çıkıyorum. Arkamda mavi gözlü sarı papatyamı bırakarak.
olay 2006'da gerçekleşmiştir.
Tebrik ediyorum,yazınızı büyük bir zevkle okudum. saygılar.