Farag Samir -1

Ordular susar da bağrında o Faragın
Bir cariyeye esir düşer de anlamaz halın
Zahimi- Faragalonlu bir halk şairi



Prens Samir Kuzey Sarayının en yüksek balkonunda tahtı üzerine oturmuş batmakta olan güneşi seyrediyordu. Bu saraydan ayrılmak her zaman ağır gelmişti ona. Değil imparatorlukta, büyük küre üzerinde bile bir saray yapmak için bundan daha güzel bir mekan bulunamazdı. Her biri iki bin metre yüksekliğinde olan iki dev kaya kolları kilometrelerce uzunluğunda olan dar bir açı oluşturmaktaydı ve saray bu açının tam köşesine yaslanmıştı. Yedi basamaklı bir merdiveni andıran yedi katlı sarayın her bir katı bir disk dilimi şeklinde iki taraftan kayalara dayanmış ve her bir kat daha küçük bir disk dilimi olan bir üst kata son derece geniş bir balkon sunmuştu. Boyu kayaların boyuna denk olan sarayın düz arka kısmı da kayalar arasında kalan küçük boşluğu tamamen doldurmaktaydı. Dev balkonlar yazın en sıcak günlerinde bile sağlı sollu uzayan dev kayalar sayesinde günün çok az bir zamanı müstesna her zaman gölgeli ve serindi. Kolay değildi böyle bir sarayı yapmak. Samir'in doğumu şerefine babası Farag Turgan tarafından yaptırılan sarayın inşası Faragalon imparatorluğu için iki yıl gibi uzun bir zaman almıştı.

Samir sağ tarafına baktı. Kaya üzerine som altından yapılmış olan dev heykel Yalon akşam üstü etrafındaki karanlık içinde daha bir belirgin, üstelik daha bir ürkütücü hale gelmişti. Görevli askerler gece boyu görünmesini sağlamak için heykel etrafına dizilmiş meşaleleri yakmaya başlamışlardı. Artık yirmi bir yaşındaydı ve elbette bu korkuyu uzun yıllar önce yenmişti ama küçükken tüm kabuslarının ana kahramanı o sert bakışlı, devasa heykeldi. Sekiz yaşında yine bir gece korkuyla uyanmış ve odasının camından bakıp da onu uyandıran kabusla bir kez daha yüz yüze gelince korkudan bağırmaya başlamıştı. Babası o saraya ender gelirdi ama o sırada orada bulunmuş ve o gece oğlu ile bizzat kendisi ilgilenmişti:
'Ne oldu Samir, neden bu kadar korktun?'
Küçük Samir korkudan titrer bir halde
'Baba Yalon heykelinden çok korkuyorum. Çok sert bakışları var.' demişti.
Turgan meselenin ciddiyetini görünce o an orada bulunduğundan dolayı içinden Tanrılara minnettarlığını sunmuştu. Sonuçta bu bir inanç meselesiydi ve bu konu ile onun ilgilenmesi en güzel olanıydı. Oğluna gülümseyen gözlerle bakmış
'Oğlum, biliyorsun ki Yalon bizleri koruyan Tanrı.' deyince oğlundan
'Biliyorum baba ama çok sert bakıyor.' cevabını almıştı.
'Korkma oğlum o sana bakmıyor, o düşmanlarımıza öyle bakıyor. Onların içine korku salmak ve bizi onlardan korumak için.'
Bu cevap küçük Samir'i rahatlatmamıştı.
'Ama benim içime de korku salıyor işte.' demişti babasına sinirli bir şekilde.
Turgan gülümsemiş, oğlunun başını şefkatle okşamıştı.
'Daha ufaksın, korkman normal. İstersen yarın seni başka bir odaya alalım. Camından Yalon'un görünmediği bir odaya.'
Samir biraz rahatlamıştı.
'Teşekkür ederim baba. Yalnız baba bu gece seninle yatabilir miyim?'
Gülümsemişti Turgan. Hangi baba böyle bir teklifi reddedebilirdi ki.
'Elbette oğlum.'
Faragalon İmparatorluğunun yaşlı ve dul dev Faragı o gece dev yatağını oğluyla paylaşmak zorunda kalmıştı. Turgan tam uyumak üzereyken oğlunun sorusuyla irkilmişti.
'Baba Yalon'un heykelini neden askerler koruyor?'
'Ne demek şimdi bu oğlum. Dev bir som altın tüm hırsızların çalmak isteyeceği bir şey değil midir?'
'İyi de baba, kendisini koruyamayan bir tanrı bizi nasıl korur?'
Turgan bir kez daha orada bulunmaktan dolayı son derece memnun olmuştu. Cahil kölelikten öte hiçbir vasıf kazanamayacak olan Mayikanlıların sorularına karşı oğlunu hazırlamalıydı.
'Oğlum heykel değildir koruyan, içindeki ruhtur. O bizi korurken biz ona beden olan heykelini korumazsak güzel bir şey yapmamış oluruz değil mi?
Samir bir müddet düşünmüş
'Tam anlamadım ama, galiba haklısın baba.' demişti.
'Büyüyünce daha iyi anlarsın oğlum.'

Samir Yalon'un korkunç bakışlarına bir kez daha baktı. Artık büyümüştü ama hala tam olarak anladığı söylenemezdi. Galiba hayatının sonuna kadar onun gözünde yerine getirilmesi gereken bir ritüel olarak kalacaktı. Heykel yapılacak, geceleri aydınlatılacak ve askerler tarafından korunacak ve bu sayede hem o askerler, hem Samir ve hem de imparatorluk korunacaktı.

O sırada esen rüzgar Samir'in tacını uçurunca Meyira telaşla yere düşen tacı aldı ve Samir'in rüzgarda dalgalanan uzun düz sarı saçları üzerine koymak istedi. Fakat Samir başına doğru gelen tacı eliyle itti
'Hayır Meyira, taç burada kalsın.'
Meyira'nın verebileceği tek cevap vardı
'Emredersiniz efendim.'
Samir Meyira'nın ürkek gözlerine baktı
'Ayrıca sen de burada kal Meyira, benimle gelme.'
Meyira çok şaşırdı ve bu şaşkınlık ona vermesi gerekli olan tek cevabı unutturdu:
'Nasıl olur efendim, yol boyunca size kim hizmet edecek?'
Samir gülümsedi.
'Sen burada kal Meyira, beni düşünme. Sen bir hafta sonra gel.'

Prensliğin en güzel yanı buydu işte. Orada bulunan askerler ve Meyira bu cümleyi çok saçma bulmuşlar ve bir hafta sonra gelmekle şimdi gitmek arasındaki farkın nasıl izah edilebileceğini için için merak ediyorlardı haliyle. Yalnız elbette hiçbiri artık bir şey soramazdı. Dolayısıyla şu an yaşadığı üzüntünün asıl sebebinin Meyira'dan ayrılmak olmasına rağmen onu neden yanında götürmediğini açıklamak zorunda değildi Samir. İçinde sanki bir şeyler olacakmış gibi bir his olduğunu ve bu his sonucunda kendi yaşayabileceği şeylere razı olmakla beraber Meyira'nın başına bir şey gelebilecek olması ihtimaline bile razı olmadığını ifade etmesi gerekmiyordu.

Neydi bu on sekiz yaşındaki Mayikan cariyeyi bu kadar sevmesinin sebebi. Bunun tek sorumlusu babasıydı elbette. O kadar Tanrı varken o tutmuş bir kayanın üzerine Yalon heykelini koyarken diğer kaya üzerine de aşk tanrısı Eyrofisin heykelini koymuştu. Evet evet sebep kesinlikle bu olmalıydı. Etrafta onca asilzade sarı kanatlı, sarı saçlı, bembeyaz tenli Faragalon kızlar varken bu prens gönlünü hafif esmer kanatlı, zifiri karanlık saçlı, hafif esmer tenli bir cariyeye kaptırmıştı. O heykel bu kadar yakında olmasaydı bu cariyenin mavi bakışlarındaki ürkeklik bir prensin kalbine bu kadar derin saplanmazdı herhalde.

Güneş biraz daha gurup etmiş ve karanlık sarayın dördüncü basamağına kadar yükselmişti. Artık gitme vakti gelmişti. Aşağı baktı, balon birinci kat balkonunda hazır halde bekliyordu. Askerlere döndü
'Gitme zamanı geldi.'
Askerler saygıyla tahta doğru yaklaştı. Tahtın dört köşesinin her birinden uzanan işlemeli ikişer kol en sağlam ağaçtan yapılmıştı. Her biri prens muhafızı olmaya hak kazanmış sekiz asker bu kollardan tuttu ve dev sarı kanatlarını açıp aynı anda uçmaya başladılar. Birinci balkonda hazır halde bekleyen dev imparatorluk balonunun yanına kondular ve yürüyerek tahtı dev selenin içine yerleştirdiler. Kendileri de tahtın etrafında hazır ol vaziyetinde ayakta beklemeye başladılar. Ayrıca balonun etrafında yirmi prens muhafızı daha beklemekteydi. Onlar da bu yolculukta Samir'e eşlik edeceklerdi

Samir muhafızları bir kez daha kontrol etti. Artık gitme zamanı gelmişti. Beklenen emri verdi:
'Gidelim.'
Her yaz bu saraya gelir ve sonbahar başında tekrar güneydeki başkent Sarama'ya dönerdi. Bu yıl biraz daha erken gelmişti. Babası Kuzey havasının onun yaralarına şifa vereceğine inanıyordu. Hatta odasına şifa tanrısının küçük bir heykelini de yaptırmıştı. Heykeli hatırlayınca kendi kendine güldü Samir. Aşk tanrısı ne kadar çalışkansa şifa tanrısı da o kadar tembel olmalıydı. Yaraları iyileşmek bir yana daha bir çoğalmış, daha bir azmıştı. Biraz da bu yüzden başına gelebileceğini hissettiği şey her neyse o şeyden korkmuyordu. Yaraları iyileşmeyecekse yaşamak istemiyordu zira. O an aklına Meyira geldi. Daha doğrusu onun namında Mayikanlar. Onlar tek tanrıya inanıyorlardı. Neydi onun ismi. Galiba Allah'tı. Babası bu durumla hep dalga geçer, 'Garibanlar o kadar tanrının heykelini yapacak varlığa sahip olmadıklarından bir tanrıya inanmış, onun da heykelini yapmanın günah olduğunu söylemiş ve böylece masraftan kurtulmuşlar.' derdi. Samir de bu inanca hiçbir zaman önem vermemişti. Ta ki Meyira'yı tanıyana kadar. Meyira gerçekten Allah'a inanıyordu. Birkaç kez onu dua ederken görmüştü. Dua ederken ağlıyordu Meyira. Bu ağlama belki saygıdan, belki de istediği şeylere arzudan kaynaklanıyordu. Samir'in bunu bilmesi olanaksızdı elbette ama iki şey kesindi: Sebebi çok merak etmiş ve o an gözyaşlarını silmeyi çok istemişti.

Samir'in Meyira'ya olan aşkı onun inancına karşı saygı duymasını sağlamıştı. Samir 'Bir kez denemekten ne zarar gelir?' diye düşündü ve epey yükselmiş olan balondan ufuk çizgisinde tamamen yok olmaya yüz tutmuş ince kırmızı çizgiye baktı ve içinden 'Ey Allah denen tek Tanrı! Varsan ve teksen benim şu yaralarıma şifa ver ve bana imkansız olan şeyi nasip eyle.' O sırada tatlı bir rüzgar saçlarını okşadı. Bu ya Allah'tan olumlu bir cevaptı ya da Meyira'yı düşünmesinden dolayı aşk tanrısının bir üflemesiydi. Ya da basit bir rüzgarın tam o ana denk gelmesi. Bunu galiba zaman gösterecekti.

Bir müddet uçtuktan sonra Sessiz Vadiye geldiler. Samir de hayli yorulmuştu. Tahtın üzerinde gözleri kapanmaya başladı. Tam o sırada bir patlama sesi duydu. Gözlerini açtığında gördüğü şey hiç görmek istemediği şeydi. Çok yakınlarında bir havai fişek patlamıştı. Havai fişeği atanlar oluşan aydınlıktan istifade ederek üç muhafızı okla avlamışlardı bile. Muhafızların komutanı
'Asker küre yap.' diye bağırdı.
Askerler derhal kalkanlarını açtılar ve açtıkları kalkanları yan yana getirerek balon etrafında bir küre oluşturmaya çalıştılar ama dev balonu çevrelemek için yeterli asker yoktu. Yine de dört bir taraftan hücum eden düşmanların okları epey bir tesirsiz kalmış ve göğüs göğüse mücadeleden önce sadece beş altı asker kaybetmişlerdi. Sonuçta prens muhafızıydılar. Hepsi özel seçilmiş ve özel eğitilmişlerdi. Fiziki olarak son derece güçlü olmanın yanında çok da iyi dövüşüyorlardı. Yalnız tüm bu özellikler üzerlerine gelen yüzlerce düşmanı yenmeye yetmedi. Düşmanlar her bir muhafız için dört beş kayıp verse de tüm muhafızları öldürmeyi başardılar ve gökyüzündeki bu savaşı kazandılar. Samir seleye konan bir düşmanı kılıcıyla öldürmek üzereydi ki arkadan başına yediği bir yay darbesiyle yere serildi.

Devam edecek...

27 Eylül 2014 10-11 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar