Farag Samir -11
Dört kardeş bir elmayı paylaşır ama iki kardeş bir tahtı paylaşamaz.
Bir Vengeronya atasözü
Süreme'nin karnından iki kanat çıktı. Bunlar oğlunun kanatları olmalıydı. Dehşete kapıldı. Böyle bir doğum ne görmüş ne de duymuştu. Kanatlar çırpınmaya başladı, her kanat çırpınışında Süreme biraz daha yükseliyordu. Kendi kanatlarını çırpmak istedi ama başaramadı. Başarmasına da gerek yoktu aslında. Karnından çıkan kanatlar onu yeterince yükseltiyordu zaten. Yükselirken bir bulut tabakası gördü. Bulutların içine daldı ve yükselmeye devam etti. Bulutlar bittiğinde yukarıda muhteşem bir taht gördü. Tahta doğru yükseliyordu. Gülümsedi Süreme, çok mutluydu. Derken nedense yukarıdaki tahta kilitlenmesi gereken gözleri aşağıya baktı. Biri hızla ona doğru yaklaşıyordu. Korktu Süreme, bir kez daha kanat çırpmaya yeltendiyse de faydası olmadı. Oğlunun kanatlarıyla yükselecekti. Aşağıdan gelen kişi ona yaklaştı yaklaştı ve sonunda onu yakaladı. Henüz tahta varmamıştı oysa. Yanına gelen kişi Samir'di ve çok sert bakıyordu Süreme'ye. Son derece sinirli olduğu belliydi. Samir kollarını karından çıkan kanatlara uzattı.
'Hayır.' dedi Süreme korkuyla.
'Sakın yapma Samir. Sakın yapma Samir' diye bağırdı.
Samir cevap verdi
'Sen olsan yapmaz mıydın?'
Cevabı yoktu Süreme'nin. Yapardı çünkü.
Samir sinirli bir şekilde kanatları kopardı ve yere attı. Kanatsız kalan Süreme yere doğru düşerken Samir tahta doğru yükseliyordu.
Gözlerini açan Süreme korkuyla doğruldu. Bu nasıl bir kabustu böyle. Plan tutmamış olmalıydı. Tam o anda sağ tarafından uzanan bir el ona bir kadeh uzattı. Şaşkınlıkla o tarafa dönen Süreme Turgan'ın gülümsemesiyle karşı karşıya kaldı. Sabahın bu erken saatinde kalkmış, giyinmiş ve eşinin odasına kadar gelmişti. Bu garip bir durumdu. Farag, eşi dahil kimi görmek isterse istesin ayağına gitmez o kişiyi ayağına çağırırdı.
'Al, biraz su iç. Kötü bir rüya gördün herhalde.'
Süreme kendisini toparladı, gülümsedi ve cevap verdi
'Teşekkür ederim yüce Farag.'
Kadehi aldı, suyu içti. Boşalan kadehi eline alan Turgan nazikçe yandaki komodinin üstüne yerleştirdi, yatağın hemen yanında bulunan ihtişamlı koltuğa oturdu ve eşine gülümseyen gözlerle baktı. Odada daha önce böyle bir koltuk yoktu. Süreme uyurken konmuştu. Dolayısıyla Turgan'ın söyleyeceği önemli bir şey olmalıydı. Planı öğrenmiş miydi yoksa.
Turgan eşine gülümseyen gözlerle bakmaya devam ediyordu. Sağ elinde küçük bir kutu vardı. Konuşmayı bir soruyla açtı:
'Samir neyi sakın yapmasın güzel eşim?'
Süreme yutkundu. Rüyanın etkisiyle konuşmuştu anlaşılan. Yapmacık olduğu Turgan'ın dikkatinden asla kaçamayacak bir gülümsemeyle cevap verdi.
'Sorunuzu anlayamadım yüce Farag.'
Turgan gülümsemeye devam ediyordu. Avını köşeye sıkıştırmış ve avlayabileceğinden emin bir avcı gibiydi.
'Az önce...' dedi Turgan ve devam etti
'Az önce rüyanda 'Sakın yapma Samir.' diye sayıklıyordun da .'
Süreme şaşırmış rolü yaptı
'Öyle mi dedim yüce Farag? Eyrofis aşkına, nasıl oldu böyle bir şey. Ben nedense hiçbir şey hatırlamıyorum.'
Turgan sakin bakışlarla eşini dinliyordu. İnanmamıştı elbette. İnanmadığını Süreme de biliyordu. Ama başka çaresi de yoktu Süreme'nin. Doğruyu söyleyecek değildi herhalde. O kadar kısa bir sürede de güzel bir yalan uydurması olanaksızdı.
'Neyse...' diye devam etti Turgan.
'Anne oluyorsun, biraz hassas olman normal. Doğacak oğlunu korumak için gereksiz vesveselere kapılmandan doğal bir şey olamaz. Ama şunu bilmeni isterim. Samir biraz fazla iyi biridir. Bu onun en zayıf yönü bu arada. Çok uğraştım ama düzeltemedim. Neyse asıl konuya geleyim. Samir kardeşine suçu yokken hiçbir kötülük yapmaz, yapamaz. Yani diyeceğim böyle bir endişen varsa ki yoktur, olmasın, gönlünü rahat tut.'
Gülümsedi Süreme. Zorla da olsa başardı bunu
'Benim içimde böyle bir korku yok yüce Farag. Samir'e güvenim tam.'
Turgan sağ bacağını sol bacağının üstüne attı arkasına daha bir güçlü yaslandı.
'Keşke ben de insanlara bu kadar güvenebilseydim. Ama insan Farag olunca biraz pimpirikli oluyor Süreme. Gerçi ben Farag olmadan önce de böyleydim galiba.'
Süreme konuşmanın nereye varacağını anlıyor gibiydi. Varacağı yere hiç varmasa daha iyi olurdu ama artık kaçış yoktu. Galiba planı başarısız olmuştu. Yalnız Turgan'ın elinde bulunan ve konuşurken bilinçli bir şekilde salladığı aşikar olan küçük kutuda ne olduğunu epey merak ediyordu. Bu arada Turgan da konuşmasına devam ediyordu.
'...Neyse, nerede kalmıştım. Ha, dediğim gibi ben insanlara çok güvenmem. O yüzden de Samir'in başına bir şey gelmesin diye tedbirler aldım. İnsanlardan bazıları oğluma zarar vermek isteyebilirler çünkü. Benim oğluma, yani geleceğin Faragına.'
Bu son kısmı üzerine basa basa söyledi Turgan 'Geleceğin Faragına.' ve konuşmasına devam etti.
'Bilinen klasik önlemler işte. Yediği yemekleri kontrol etmek, koridor ve dış kapıya nöbetçiler yerleştirmek gibi. Sonra insanlara güvenmeyen ben elbette nöbetçilere de güvenemedim. Nöbetçileri gözetleyen ajanlar görevlendirdim ve elbette o ajanları gözetleyen başka ajanlar.'
Turgan bacaklarını indirdi, koltukta doğruldu, Süreme'nin korku dolu gözlerine gülümseyen gözlerle baktı.
'Ben haklı çıktım Süreme, insanlar güvenilmez. Dün gece biri uzaktan Samir'in odasının penceresine ok atıyor. Okun o camdan içeri giremeyeceği kesin ama dış kapı nöbetçilerinden bazıları derhal adamı yakalamak için harekete geçiyorlar. Geriye kalan dört nöbetçiden ikisi diğer ikisini öldürüyor ve odaya giriyorlar. Samir uykudayken hem de. Doğrusu güzel plan yapmışlar.'
Turgan elindeki kutuyu açtı ve Süreme'ye gösterdi. Açılan kutunun üstü tüylerle doluydu. Turgan o tüyleri teker teker Süreme'ye gösterip yere attı. Atarken de
'Bunlar o iki nöbetçiye ait kanat tüyleri. Sorguları sırasında özenle çekilmiş.' dedi.
Tüylerin altından ise iki kulak parçası, üç dört parmak parçası çıktı. Turgan onların da hikayesini anlattı
'Bunlar da o iki nöbetçiye ait bazı diğer parçalar. İnfaz sırasında özensizce koparılmış.'
Yani o nöbetçiler yarasa cellatlar ile müşerref olmuşlardı. Süreme çok korkmuştu. Sorgu da olduğuna göre bundan sonraki cümleyi Turgan'dan önce o da söyleyebilirdi. Beklenen an geldi ve Turgan o cümleyi söyledi
'Sorgu sırasında bu işin yeni Farag eşi Süreme tarafından emredildiğini ve yapmamaları durumunda doğacak sonuçlar hakkında bilgilendirildiklerini söylemişler.'
Turgan gözlerini Süreme'nin gözlerinden ayırmıyordu. Süreme son bir ümit deyip şaşırmış gibi yaptı. Tam itiraz edecek 'Külliyen yalan, külliyen iftira.' diyecekti ki Turgan eliyle susmasını işaret etti. Gülümsedi. Sağ eliyle Süreme'nin yanağını okşadı
'Elbette ki inanmadım. İki sefil askerin sözüyle güzel eşim hakkında böyle bir şeyi nasıl düşünürüm.'
Süreme bir nebze olsun rahatlamıştı. Elbette ki Turgan inanmıştı askerlere. Büyük olasılıkla karnındaki oğlu yüzünden şimdilik affetmişti. Ya da olağan görmüş ama durumun da farkında olduğunu göstermek ve bundan sonraki adımlar hakkında uyarmak istemişti. Gerçekten de Turgan ayağa kalktı ve yeni eşini bundan sonraki adım hakkında bilgilendirdi. Yine kendine has üslubuyla
'Yalnız Süreme baba şefkati anne şefkati gibi olmadığı için baba özeni de anne özeni gibi olamıyor. Samir yıllarca annesiz kaldıktan sonra yeni bir anne buldu. Ben diyorum ki oğlumu koruma görevi bizzat annesinin üzerinde olsun. Her türlü önlemi al ve geleceğin Faragını koru.'
Canı onu almak isteyene emanet ediyordu. Elbette canı almak isteyene bir iki cümle daha söylemek gerekiyordu .
'Ben cezalar konusunda adilimdir. Adam ayırmam. Başarısızlıkta sonuç bellidir. Oğlumuzu koruyamazsan sonuç senin için de ölüm olur. Adalet bunu gerektirir.'
Farag odadan çıktıktan sonra Süreme kara kara düşünmeye başladı. Planı feci şekilde başarısız olmuştu. Bundan sonra Samir'i öldürtmesi olanaksızdı. Nereden de çıkmıştı bu çocuk. Her şey ne de güzel gidiyordu. Tam ümit kesildiği anda o melun haber gelmişti.
Arenada o muhteşem tahtta birlikte oturup Sarama'nın fethinin yıldönümü münasebetiyle hazırlanan kutlamaları seyrederken bir albay ağır kanat çırpışlarıyla saygılı bir şekilde generallerden birinin yanına konup kulağına bir şeyler söylemişti. General de aceleyle Bunyaman'ın yanına yaklaşmış ve kendisine verilen haberi ona yetiştirmişti. Bunyaman'ın tepkisiz yüzü bir anda değişmiş ve derhal havalanıp Faragın kulağına generalden aldığı haberi iletmişti. Farag son derece heyecanlı bir şekilde derhal elini kaldırıp kutlamaları durdurmuş, Faragiyet balonunu beklemeden uçmaya başlamıştı. Olan bitene bir anlam veremeyen Süreme Faragın uzaklaşmasıyla yeniden start alan kutlamaları keyifle seyretmişti. Gelen haberi bilseydi bu kadar keyifli olmayacağı kesindi.
Mayikanlıların yerinin bulunduğu haberi gelmişti Turgan'a ve haberi alan Turgan vakit kaybetmeden tam anlamıyla bir ordu göndermişti Mayikanlılar üzerine. Ertesi akşam oğlunu karşısında görünce ve hele bir de kanatlarının iyileştiğini öğrenince derhal tapınağa gitmiş ve Tanrılara minnettarlığını sunmuştu. Samir'i kanlı canlı karşısında kendisini nazikçe selamlarken bulan Süreme elbette zorla da olsa gülümseyebilmiş ve selamı nazikçe almıştı.
Süreme kabusunu hatırladı. Turgan'ın onca tehdidi o kabus kadar etkili olamamıştı. Ayağa kalktı, karnına baktı. Kanat şeklinden oğlan olduğu belli olan çocuğunu okşadı, kanatlarını çırptı ve oda içinde elli metre kadar yükseldi. Uçabiliyordu. Daha bir emin olmak için geniş odada bir tur attı ve lavaboya doğru alçaldı. Yıkanıp giyindikten sonra dış kapıdan balkona çıktı. Hava güneşli olduğundan bir cariye derhal başına şemsiye tuttu. Süreme ağır adımlarla ağaçlar arasındaki kamelyasına doğru ilerledi. Kamelyaya geldiğinde henüz oturmadan kendisine oraya kadar şemsiyeyle eşlik eden cariyeden Serine'yi çağırmasını istedi.
Serine Süreme'nin saray içerisindeki ajanı gibiydi. Saraya geldiği günlerde alt sevilerde bir cariye olan Serine'nin neşeli gözlerindeki hırsı okuyan Süreme onu bir kaç kez denemiş ve kısa zamanda yükselmek için her şeyi yapabileceğini anlamıştı. Haliyle de bu durumdan faydalanmış, ona çok şey yaptırmış ve onu Farag katına alıp kendi özel cariyesi yapmıştı. Çok konuşkan ve neşeli bir kız olan Serine'nin o kata çıkması herkesi şaşırtmıştı. Öyle bir hırsı olduğundan habersiz cariyeler o zamana kadar 'Çok konuşuyorsun.'diye aşağıladıkları bu zavallının artık kendilerini muhatap almadığını görünce tam bir şok yaşamışlar ve bu değişime bir anlam verememişlerdi. Yirmi yaşında, kısa boyu, siyah örgülü saçlarıyla tipik bir Mayikan kızı olan Serine'ye hiçbir zaman bu kadar ihtiyaç duymamıştı Süreme. Samir hakkında malumat lazımdı. Samir'i babasının gözünden düşürecek malumat.
Süreme henüz kadehindeki içkiyi bitirmeden Serine yanındaydı. Gülümseyen gözlerle vazifeye hazırdı ve bunu gülümseyen bir yüzle ifade etti
'Beni emretmişsiniz efendim.'
Süreme emrini ayakta bekleyen Serine'ye şöyle bir baktı
'Evet Serine, gerçekten sana çok ihtiyacım var.'
Serine hazırdı
'Buyurun yüce kraliçem.'
Süreme kadehten bir yudum daha aldı ve meramını ifadeye başladı
'Yüce Farag bugün bana çok önemli bir görev verdi.'
Süreme bir an durdu. Ne yapıyordu ki. Önce sarayda konuşulanları bilmeliydi. Derhal bir soruyla konunun yönünü değiştirdi
'Dün gece bir şeyler olmuş galiba. Senin kulağına bir şey geldi mi?'
Serine heyecanla anlatmaya başladı
'Evet efendim. Gece nöbetçilerden ikisi prensin odasına kadar girip onu öldürmek istemişler. Yakalanmışlar ve daha sabah olmadan yarasa cellatların önüne atılmışlar.'
Serine kendini tutamadı, olduğu yerde bir titredi ve
'Ne kötü bir ölüm.' diye mırıldandı.
Süreme bir anda her şeyi anlamış numarası yaptı
'Demek o yüzden Yüce Farag bana öyle bir görev verdi. Ay canım, kıyamam. Demek oğluma, geleceğin Faragına saldırdılar öyle mi?'
'Evet efendim, ama korkmayın başarılı olamamışlar.'
Süreme olayın bilindiğini öğrenmiş oldu. Başka türlüsü de düşünülemezdi zaten. Süreme saraya geldiğinde yanında pek çok Venger asker getirmiş ve onların da sarayda görev almalarını sağlamıştı. O askerlerden iki tanesinin böyle bir olaya karışması Vengerli askerlerden pek de haz duymayan Faragalonlu askerler arasında elbette konuşulacaktı. Ama Süreme de bu konuda alternatifsizdi. Faragalonlu askerleri Vengoronyada yaşamayan ailelerinin sağlıkları konusunda tehdit edecek durumu yoktu sonuçta.
Yalnız Süreme'nin asıl merak ettiği başka bir şeyin bilinip bilinmediğiydi elbette.
'Peki bu alçaklığı kimler planlamış, prensimizi kimler öldürmek istemiş.'
Serine bu konuda da gayet bilgiliydi.
'Efendim siz gelirken bazı askerler getirmiştiniz ya.'
Süreme'nin bir anda rengi benzi attı. Yutkunarak
'Evet, yoksa onlardan ikisi mi?' dedi hayretler içerisinde.
Süreme'yi şaşırtan, daha doğrusu korkutan şey askerlerin kimler olduğunun bilinmesi konusuydu. Bu olmamalıydı. Serine konuşmasına kaldığı yerden devam etti. Konudan büyük zevk aldığı belliydi:
'Meğer o askerler içinde Malorya ırkından askerler de varmış. Vengeronya'da yaşayan Maloryalılardan yani. Bunlar Tasal Kalesinin intikamını almak için böyle bir işe kalkışmışlar.'
Süreme derin bir 'oh...' çekti. Hiçbir devlet algı yönetiminde Faragalon kadar iyi olamazdı. Bir yere saldırmak istediklerinde derhal ajanlar devreye girer ve saldırılacak yerdekilerin ne büyük kötülükler yaptıkları konusunda Büyük Küreyi ikna etmeyi başarırdı. Küre üzerinde herkes aynı şeyleri anlatır ve çıkışı nereden olduğu asla bilinmeyen ve hiçbir delil sunulmayan bu bilgilere herkes Sarama şehrinin varlığına inandığı kadar inanırdı. Böyle bir devlet için kendi sarayında herkesin inanacağı bir hikayeyi üretmek hiç de zor olmayacaktı haliyle ve olmadığı da ortadaydı.
Süreme kızmıştı
'Vay alçaklar. Halbuki ben onlara güvenmiştim.'
Serine kendini tutamadı
'Nereden bileceksiniz ki efendim. İnsan kardeşinden bile emin olamıyor.'
Diyalog iyice akran muhabbetine dönmüştü. Süreme derhal ciddileşti
'Neyse Serine. Şimdi beni iyi dinle.'
Serine de durumun değiştiğini fark etti ve duruşunu biraz daha düzeltip can kulağıyla dinlemeye başladı. Süreme karşısındakinin mesajı aldığını görünce devam etti
'Yüce Farag bana prens Samir'e göz kulak olma, onu koruma görevini verdi. Şimdi senin anlattıklarından sebebini anlamış oldum. Aramızda çok yaş farkı yok ama neticede ben onun annesi sayılırım. Dolayısıyla bu gerçekten benim için bir görev.'
Serine'nin tastikleyen gözlerine bakan Süreme konuşmaya kaldığı yerden devam etti:
'Yalnız ben prens hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ne yer, ne içer, bir sevdiği var mıdır?'
Tam bu noktada Serine'nin yüzünde bir gülümseme belirdi. Bir şey söylemek istediği belliydi. Süreme yardımcı oldu
'Bir şey mi söylemek istiyorsun Serine?'
Serine bir anda çözüldü. Kendini zor tuttuğu belliydi zaten
'Aslında bir sevdiği var efendim. Dillere destan bir aşkı var. Sarayda herkes bilir bunu.'
Süreme heyecanlandı. Hayretler içerisinde sordu
'Kimmiş bu şanslı kız?'
Serine bir anda üzüldü
'Ah efendim, ne şanslısı. Tam bir zavallı. İmkansız bir aşkın iki kahramanından biri.'
Süreme kızmıştı
'Serine kim bu kız?'
Serine bir anda soruya cevap vermediğinin farkına vardı. Kendine geldi ve cevabı verdi
'Meyira efendim. Cariye Meyira.'
Süreme tam anlamıyla şoka girmişti
'Meyira mı, cariye Meyira. Meyira Mayikan ismi değil mi?'
Serine Süreme'yi şoka sokmanın zevkini yaşıyordu. Gülümseyerek cevap verdi
'Evet efendim.'
Süreme böyle bir olaya inanamazdı
'Sen şimdi bana prens Samir'in Mayikanlı bir cariyeye aşık olduğunu mu söylüyorsun?'
Serine kendinden emindi
'Evet efendim. Bunu sarayda herkes bilir. Yalnız Meyira gerçekten güzel bir kızdı, boyu da neredeyse bir Faragalonlu kız kadar vardı.'
Süreme bir kez daha Serine'ye şaşkın gözlerle baktı
'Niye kızdı dedin. Öldü mü, şu an sarayda yok mu?'
Serine tam ölümsüz bir aşkı anlatma modundaydı
'Kimse bilmiyor. Samir ortadan kaybolunca üzüntüden Kuzey sarayından kaçtı dediler. Ölü mü sağ mı kimse bilmiyor. Zavallı kız ne sevdiğini söyleyebilmiş, ne de sevildiğini duyabilmiş.'
Süreme bazı şeyleri daha iyi anlıyordu. Kafasındaki bazı sorular yavaş yavaş cevaba kavuşuyordu. Böyle bir aşkı asla tahmin edemeyeceğinden o sorulara daha önceden cevap bulması olanaksızdı. Samir'i esir alan Mayikanlıların o kadar uzun bir süre neden bir istekte bulunmadıklarını anlayamamıştı. Kimse anlayamazdı. Prensi esir almışlar ve tedavi ederek göndermişlerdi. Neydi o saçma hikaye. Esaret hayatı sırasında Mayikanlıların yaralarına bir ot sürdüğünü görmüş ve bu otu onlara çaktırmadan yaralarına sürüp tedavi etmişti. Kendi kendine güldü Süreme. Bu hikayeye herkes gülerdi.
Bir anda Serine aklına geldi. Kendi kendine gülen bu kadına anlamsız gözlerle bakan cariyeye döndü:
'Serine, sen şimdi git Samir hakkında daha fazla bilgi topla. Onun hakkında her şeyi öğren, Ne yer, ne içer, ne giyer, ne zaman kalkar, ne zaman yatar, ne zaman tapınağa gider, hangi Tanrıya ne kadar dua eder?' dedi ve kimseye bu konuda bir şey söylememesi konusunda şiddetle uyardı. Prensin hayatıydı söz konusu olan.
Serine
'Emredersiniz yüce kraliçem.' dedi ve vazifesini yerine getirmek üzere harekete geçti.
Serine gittikten sonra Süreme bir kez daha düşündü. Bulmacanın parçalarını kafasında birleştirdi. Olay büyük olasılıkla şu şekilde cereyan etmişti:
Bir gece prens Samir ve aşkı Meyira gizlice buluştular. Daha doğrusu Meyira hizmetini göreyim bahanesiyle prensin odasına girdi. Gizli bir buluşmaya gerek yoktu sonuçta. Aşklarını sarayda yaşayamayacaklarını bildiklerinden başka bir yerde yaşamaya karar verdiler. Bir plan yaptılar. Bu plana göre Samir Mayikanlılar tarafından kaçırılacak ve daha sonra Meyira da aşkının yanına gelip birlikte sonsuza kadar mutlu yaşayacaklardı. Başka çareleri yoktu zira. Farag Turgan bu evliliğe asla izin vermezdi.
Olay kesinlikle bu şekilde olmuş olmalıydı. İyi bir plandı ve Süreme'nin de bu mutluluğa karşı olduğu söylenemezdi. Onların mutluluğu kendi mutluluğu anlamına geliyordu sonuçta.
Süreme bir müddet daha düşündü. Bu hikaye bu kadarıyla Samir'i bitirmeye yetmezdi ama yeni enteresan başka hikayelere de gebe gibi duruyordu. Karnını şefkatle okşadı ve doğacak oğlunu teselli etti
'Merak etme oğlum, annen kanatlarına uzanan elleri kırmasını iyi bilir. Hiç kimse senin ve benim o tahta oturmama engel olamaz.'
Devam edecek...