Farag Samir -13
Aşığa bir kelime bir kitap olur.
Bir Faragalon atasözü
Samir sabahın erken saatinde kalktı. Hızlı bir şekilde yıkanıp giyindikten sonra kahvaltısını yapmadan dış kapıya yöneldi. Dış kapıda nöbet bekleyen muhafızları arkasından gelmemeleri konusunda uyardıktan sonra uçmaya başladı. Yükseldi, yükseldi ve bir ağaçtan atılabilecek ok mesafesini geçtikten sonra süzülmeye başladı. Artık dayanamıyordu. Meyira'yı görmenin olanaksız olduğunu biliyordu. Çoktan taşınmış olmalıydılar. Zaten taşınmış olduklarını bilmese oraya gitmezdi. Hele böyle bir zamanda asla. Bir gün önceki tapınak olayından sonra babası onu takip ettiriyor olabilirdi. Sahi takip ediliyor muydu acaba. Arkasına, aşağıya, anlamsız bir şekilde yukarıya baktı. Gelen giden yoktu. Kendi kendine güldü Samir. Ne yapıyordu ki? Öyle bakmakla görünebilecek birine böyle bir görev verilir miydi hiç.
Meyira'yı bulamayacaktı ama ona ait bir hatıra görmek bile bir nebze teselli edecekti genç prensi. O şehir ve o evden daha büyük bir hatıra da olamazdı elbette. Uçarken aşağıda bir grup ördek gördü. Sağına, soluna, arkasına, anlamsız bir şekilde yukarısına baktı. Kimse yoktu. 'Ajan varsa görürse görsün.' dedi ve ördeklere çeşitli muziplikler yapmaya başladı. Birinin kuyruğundan tuttu, diğerinin kanadına dokundu, önlerine aniden çıkıp korkuttu. Kızan ördeklerden kaçtı. On üç on dört yaşındayken arkadaşlarının gökyüzünde yaptığı bu şakalara imrenerek bakardı. Gerçekten içinde kalmıştı. Elbette hiçbir ördeğe zarar vermek değildi niyeti, vermedi de. Ama ördeklerin şaşkınlıları büyük keyif veriyordu. En çok da bir anda önlerine çıkmaktan zevk almıştı. Yalnız bu durumda korkan ve panikle oraya buraya uçan ördeklerden kaçmak da maharet istiyordu. Samir çok zevk almıştı almasına ama büyük bir olasılıkla ördekler bu oyundan hiç zevk almamışlardı.
Öğleni biraz geçe şehre vardı Samir. Terk edilmiş boş evlere bakınca içi hüzünle doldu. Önce kendi evine gitti. Reisin evine eşdeğer yapılan evine. Yatağı hala yerindeydi. Bir miktar uzandı ve yorgunluğunu giderdi. Mayikanlılar bu evi boşaltmamışlardı. Belki de gelmek isteyeceğini biliyorlardı. Belki de kendi eşyalarını taşırken fazladan yüke hacet olmadığını düşünmüşlerdi. Mutfağa girdiğinde masa üzerinde küflenmiş çörekleri gördü. Meyira o akşam getirmişti onları sabah yer diye. O sabah yiyememişti. Şu anda açtı aslında, 'Yiyebilir miyim?' diye baktı ama hayır, gerçekten epey küflenmişlerdi. Dolabı açtı, bir miktar kurutulmuş et ve meyve hala bulunmaktaydı. Afiyetle yedi.
O sırada dışarıda sesler duydu Samir. Pencereden bakınca iki Faragalon muhafızının bir Mayikanlı kızı oklarıyla tehdit ettiğini gördü. Kıza
'Kimsin, buraya niye geldin.' diye soruyorlardı.
Bu kız Meyira'ydı. Pencereden çıkarken avazının çıktığı kadar bağırdı Samir
'Hayır, sakın ona zarar vermeyin.'
Muhafızlar derhal oklarını indirdiler. Samir Meyira'nın yanına kondu. Çok sinirliydi. Muhafızlara döndü
'Sizin ne işiniz var burada. Beni mi takip ediyordunuz?'
Durum gerçekten de Samir'in tahmin ettiği gibiydi
'Yüce Faragın emriydi. Sizi korumak için takip etmemiz gerekiyordu.'
Samir dayanamadı, güldü
'Bir kızdan mı koruyacaktınız?'
Durum gerçekten biraz garipti ama muhafızların yapabileceği başka bir şey de yoktu. Samir yukarıdaki evlerden en uzak olanını gösterdi
'Siz şimdi şu eve gidin ve benim emrimi bekleyin.'
Muhafızlar tereddüt etti. Faragın emri ile prensin emri arasında kalmak zor bir durumdu. Durumu anlayan prens onları rahatlattı.
'Merak etmeyin, giderken size haber vereceğim, birlikte gideceğiz.'
Bunun üzerine muhafızlar kendilerine gösterilen eve doğru uçtular. Samir şu an tam bir şoktaydı. Hayatının en mutlu anını yaşıyordu. Meyira'nın korku dolu gözlerine baktı ve o an söylenebilecek cümleler arasında en saçmasını seçti:
'Burada ne işin var Meyira, niye geldin?'
Meyira donmuş kalmıştı. Bir prens bu kadar garip bir duruma nasıl düşebilirdi Allah aşkına. Sarayda herkesin anladığı aşkı hala anlayamamıştı. Saraydan kaçışının asıl sebebinin onu aramak olduğunu da. Saraydan daha önce gitmeyişinin sebebinin de ondan ayrılmak istememesi olduğunu da. Ne tutuyordu ki onu sarayda. 'Beni gönder.' dese gönderileceğini herkes biliyordu. İsyan etmek ve
'Senin için geldim, üç gün önce de gelmiştim. Belki bir gün gelirsin diye sevdiğin çörekleri getirdim, şimdi de o küflenmiş çörekler yerine yeni çörekler getirdim. Seni görmeseydim üç gün sonra bir daha gelecektim.' demek isterdi ama diyemedi. Diyemezdi. Bu aşk imkansız bir aşktı. Turgan Farag olduğu sürece imkansız olan bir aşk.
'Şey, evde bir şey unuttum mu diye bakmaya gelmiştim prens.' demekle yetindi.
Samir şaşırmıştı.
'Tek başına mı. Bu kadar mesafeyi tek başına mı geldin?'
Gülümsedi Meyira
'Sayra haklıymış.' dedi kendi kendine. Sonra bu cümleyle ne demek istediğini anlamaya çalışan Samir'e durumu izah etti.
'Uzak bir yere gitmedik. Çok uzaklaşmadık yani. Bizi arayacak olanlar bu kadar yakına gideceğimizi düşünemeyeceklerinden daha uzak yerlere bakar ve bizi bulamazlar diye düşündük. Yani Sayra düşündü. Babam da ona hak verdi. Hatta yeni evleri de Sayra tasarladı, gayet de güzel oldu. Sağ olsun yine en iyi evi bize verdi.'
Samir duyduklarına memnun olmuştu.
'Çok iyi olmuş, Sayra çok zeki biri zaten.' dedi.
Meyira elindeki çörekleri gösterdi
'Çörek ister misin?' diye sordu.
Samir lafı fazla uzatmadan çörekleri afiyetle yedi. Sonra Meyira'yı uğurladı. Meyira ormanın içinde kaybolunca muhafızların yanına döndü ve onlarla birlikte saraya uçmaya başladılar. Yolda bir ara muhafızlara
'Gelirken ördekleri görmediniz değil mi?' diye sordu.
'Hangi ördekleri efendim?' diye cevap veren muhafızların kendilerini gülmemek için zor tuttukları dikkatinden kaçmadı.
Samir saraya geldikten sonra akşam yemeğini yedi ve odasına çekildi. Kapıdaki muhafızlara rahatsız edilmek istemediğini de söyledi. Yağına yattı ve Meyira'yı düşünmeye başladı. Bir müddet sonra doğruldu, ellerini havaya kaldırdı ve sesli bir şekilde duaya başladı:
'Allah'ım varsan şifa ver dedim, verdin. Varsan bana imkansızı nasip eyle dedim. Artık var olduğuna inanıyorum. Bana imkansız olan elbette sana asan. Meyira'yı eşim eyle Allah'ım.'
Rahatlamıştı Samir. O an gözü yatağın yanındaki sehpanın üzerinde bulunan kadehe ve yanında bulunan sürahiye ilişti. Biraz meyve suyu içmek istedi. Tam alayım derken yarısına kadar dolu sürahi devrildi. Temizlemek için cariye çağırmak istemedi. Banyoya gitti, havlulardan birini aldı. Önce sehpanın üstünü sildi. Sonra yeri silmek niyetindeydi ki yerde meyve suyunun olmadığını gördü. Lekesi var ama kendisi yoktu. Eğildi, lekeli yere baktı. Yan yana açılmış üç ince delik gördü. Meyve suyu bu deliklerden aşağı akmıştı.
'Eyvah.' dedi Samir kendi kendine ve dehşet içinde yatağının yaslandığı duvara baktı. Yatağın sağ ve sol taraflarına yeni gece meşalelikleri yerleştirilmişti. Meşalelikler bir çekişte çıktı ve duvarda koridora kadar uzayan üçer ince delik ortaya çıktı.
'Kulaklar.' dedi Samir kendi kendine. Niye sesli dua etmişti ki. Babasının böyle bir şey yapabileceğini niye düşünememişti. Kendi kendine hayıflandı hayıflanmasına ama artık yapacak bir şey yoktu. Gecelik kıyafetlerini çıkardı, pantolon ve gömlek giydi ve gelecek muhafızları beklemeye başladı. Epey bir müddet sonra gelen muhafızlar yüce mahkemenin onu karar salonunda beklediğini haber verdi. Turgan sabaha kadar sabredememiş, mahkemeyi o saatte kurmuştu.
Karar salonuna doğru giderken salonun kapısına çok yakın bir yerden olan biteni büyük bir zevkle izleyen Süreme ile göz göze geldi Samir bir an. Süreme karnını okşadı ve geleceğin Faragının kim olduğunu gösterdi. Gerçekten de Samir'in kurtulması artık çok zordu.
Samir salona girdi. Farag yerinde, rahipler onun sağında, vezir ve komutanlar solunda yerlerindeydiler. Prensin yerini aldığını gören Bunyaman nida etti:
'Birinci kulak gelsin.'
Birinci kulak geldi. Bunyaman sordu
'Nereden nasıl dinledin?'
Birinci kulak cevap verdi.
'Aşağı kattan kulağımı tavana dayadım da dinledim.'
Bunyaman sordu
'Ne duydun.'
Kulak cevap verdi.
'Samir dedi:' Allah'ım varsan şifa ver dedim, verdin. Varsan bana imkansızı nasip eyle dedim. Artık var olduğuna inanıyorum. Bana imkansız olan elbette sana asan. Meyira'yı eşim eyle Allah'ım.' Başka konuşma olmadı.'
Bunyaman nida etti
'Birinci kulak çıksın.'
Birinci kulak çıktı. Bunyaman nida etti
'İkinci kulak gelsin.'
İkinci kulak geldi. Bunyaman sordu
'Nereden nasıl dinledin?'
İkinci kulak cevap verdi.
'Koridordan kulağımı duvara dayadım da dinledim.'
Bunyaman sordu
'Ne duydun.'
Kulak cevap verdi.
'Samir dedi:' Allah'ım varsan şifa ver dedim, verdin. Varsan bana imkansızı nasip eyle dedim. Artık var olduğuna inanıyorum. Bana imkansız olan elbette sana asan. Meyira'yı eşim eyle Allah'ım.' Başka konuşma olmadı.'
Bunyaman nida etti
'İkinci kulak çıksın.'
Aynı işlem üçüncü kulakla da yapıldı. Hepsi kelimesi kelimesine aynı şeyleri söylediler. Artık söylenecek bir şey yoktu. Bunyaman Samir'e sordu
'Samir Turganoğlu, kendini savunabilirsin. Diyeceğin bir şey var mı?'
Samir başını dikleştirdi ve haykırdı.
'Benim bir suçum yoktur. Alemlerin Rabbi olan Allah'a inanıyorum. Ben sizi taptığınız Tanrılardan dolayı suçlamıyorum. Sizler de beni suçlamayın. Sizin taptıklarınız size, benim taptıklarım bana.'
Bunyaman Turgan'a döndü
'Söylenecek olanlar söylenmiştir. Yüce Farag artık hüküm sizindir.'
Turgan çok sinirliydi. Şu an baktığı kişi sanki oğlu değildi de can düşmanıydı.
'Bir hafta hapsedilecek ve sonra tekrar sorgulanacak. Aklı başına gelirse ne ala. Yoksa idam edilecek. İtirazı olan var mı?'
Bir müddet itirazı olan varsa diye beklendi. Sonra tüm heyet hep bir ağızdan bağırdı
'Yoktur.'
Olamazdı zaten. Kanun açıktı. Turgan devam etti
'Bu süre zarfında aklının başına gelmesi için işkence yapılacak. İtirazı olan var mı?'
'Var.'
İtiraz Turgan'ın hiç beklemediği yerden geldi . Bunyaman'dı itiraz eden. Bunyaman kanuna itiraz ediyordu. Üstelik de böyle bir konuda. Turgan Bunyaman'a döndü
'Söyle bakalım Bunyaman. Nedir itirazın ve nedir dayanağın.'
Bunyaman cevaba hazırdı.
'İşkenceye itirazım var. Sanık prenstir. Tahtın varisidir. Olur da fikrinden dönerse gelecekte Farag olacaktır. İşkence görmüş biri hayatı boyunca zihnen ve ruhen eksik kalır ve böyle biri asla Faragalonu yönetemez. Ya ilerde Farag olmayacak, ya da işkence görmeyecek.'
Turgan Bunyaman'a dikkatlice baktı. Bir müddet düşündü ve hükmü verdi.
'İtiraz makuldür ve karar değiştirilmiştir. İşkence yapılmayacak. Var mı itirazı olan.'
Hep bir ağızdan ve hiç vakit sektirmeden bağırdılar
'Yoktur.'
Samir hapishaneye götürülürken Turgan odasına çekildi. Çok üzgün, çok kızgın ve çok şaşkındı. Uyuyamadı. Dış kapıdan balkona çıktı, kamelyasına çekildi ve içki içmeye başladı. Oturmadı. Bir yandan içiyor, bir yandan da kamelyanın açık penceresinden zafer kulesine bakıyordu. Ne ümitlerle yaptırmıştı bu kuleyi. Mayikanlıların Allah'ını yenecekti. Oysa az önce hayatının mağlubiyetini yaşamıştı. Biraz sonra yanına Süreme geldi. Eşinin yanına yaklaştı. Bir müddet öyle sessizce beklediler. Konuyu başlatan Süreme oldu
'Sarayda herkes Bunyaman'ın itirazını konuşuyor.'
Turgan şaşırmadı. Ne böyle bir dava gizli kalabilirdi ne de böyle bir itiraz. Süreme'nin alınan karardan memnun olmadığı açıktı. Bunyaman'a karşı taarruza geçeceği de belliydi. Nitekim öyle oldu.
'Size karşı fikir söylemek bana düşmez ama ben bu Bunyaman'dan şüphelenmeye başladım efendim.'
Turgan o ana kadar lakayt kaldığı arkasından gelen sesin sahibine döndü, gülümsedi ve
'Her taraf simsiyah bulutlarla kaplıyken yağmur yağacağını anlaman ne güzel benim zeki eşim.'
Süreme hiçbir şey anlamamıştı. Turgan kadehinden bir daha yudum aldı ve durumu izah etti
'Bunyaman kendini bilerek ele verdi. Başka şansı olmadığını o da biliyordu. Samir'e zarar gelmesini bir müddet daha ertelemek için başka şansı yoktu. O da biliyordu ki ağzı ne derse desin gözleri niyetini ele verecekti. O hiçbir şey ifade etmeyen gözler bu kez susmayı başaramayacaklardı.'
Süreme çok şaşırmıştı. Bu durumda sorulabilecek tek soru vardı
'Peki o zaman itirazını niye kabul ettiniz?'
Gülümsedi Turgan
'Sen Bunyaman'ı çok küçümsüyorsun. Zekidir, söyleyeceği şeyin reddedilemeyeceğini bilmese söylemezdi. Öyle de oldu, reddedilemeyecek bir şey söyledi. Haklıydı itirazında.'
Süreme hala bir şeyi anlayamamıştı.
'Peki neden yaptı ki bunu?'
Turgan hırslı eşine baktı. Bu hırslı ve zeki kadın aradan birkaç yıl daha geçince ne hale gelecekti kim bilir. Ona tam anlamıyla hayrandı. Böyle bir kadının sorusu cevapsız bırakılamazdı.
'Çünkü o da Allah'a inanıyor. Kölelerin dinine yani.'
Bu son gülümseme Süreme'nin hoşuna gitti. Alaycı bir gülümseme değildi zira bu son gülümseme.