Farag Samir -15

Neyin mümkün olup, neyin mümkün olmadığını tayin edene imkansız yoktur.
Bunyaman


Bunyaman kahvaltıdan sonra vakit geçirmeden prens Samir'in ziyaretine gitti. Henüz başrahiplikten alınmamıştı ve dolayısıyla Farag katı hariç diğer tüm katların tüm kapıları hala ona açıktı. Karşısında Bunyaman'ı gören Samir şaşırdı. Böyle bir ziyareti kesinlikle beklemiyordu. Hele hele mimiksiz bu adamın kendisine gülümsediğini görünce karşısındakinin Bunyaman olup olmadığı konusunda ciddi bir şüpheye düştü. Hatta kendisini tutamayıp
'Başrahip Bunyaman, siz misiniz?' diye sordu.
Bunyaman gülümsemeye devam ediyordu.
'Bunyaman olmasına Bunyaman'ım ama başrahip değilim. Sadece Allah'ın bir kulu ve bir arkadaşım.'
Samir şoktaydı.
'Arkadaş ha.' dedi ve Bunyaman'ın sus işaretiyle daha fazlasını söylemedi. Duvarlar, tavan, taban delik deşikti. Demek arkadaş Bunyaman'dı. Buna inanamıyordu. İyi de dinlendiğini bile bile nasıl buraya gelmiş ve fütursuzca 'Başrahip değilim.' diyebilmişti ki. Bunun tek bir sebebi olabilirdi haliyle: Kaybedecek bir şeyinin olmaması. Zaten o gün mahkemede her şeyini kaybetmişti ama o gün öyle bir şeyi yapmasının sebebinin bir olan Allah'a inanması olduğunu hiç tahmin edemezdi Samir.
Bunyaman Samir'in şoku atlatması için bir müddet bekledi. Kendisini dinlemeye hazır olduğunu görünce konuşmaya başladı.
'Güneşe bakan göz etrafındakileri göremez, gürültüde kulak sesleri ayrı ayrı duymaz ve her şeyde tecelli eden Allah şiddeti zuhurundan gizlidir, bazı vicdanlarca hissedilmez. Sen doğru yoldasın genç prens. Şimdi sana kendini gizle, bir müddet onlardan görün, Allah affeder desem bilirim yapmazsın. Yapsan inandıramazsın. O halde duadan başka bir şey gelmez elimden. Allah yolunu açık etsin, seni infazdan kurtarsın. Hakkını helal et.'
Bunyaman söyleyeceklerini söylemişti. Samir bu ihtiyar adama baktı. Meğer sakladığı duygular ne güzel duygular, söylemediği cümleler ne güzel cümlelermiş.
'Helal olsun Bunyaman. Sen de hakkını helal et.'
'Helal olsun genç prens. Nasıl olur bilmem ama inşallah bir gün Farag olursun. Bize zor olan Allah'a asandır. Neyin mümkün olup, neyin mümkün olmadığını tayin edene imkansız yoktur.'
Son cümle Samir'in hoşuna gitti. Tekrar etti
'Neyin mümkün olup, neyin mümkün olmadığını tayin edene imkansız yoktur. Çok doğru Bunyaman.'
Prensin yanından çıkıp odasına giden Bunyaman odasına girdiği gibi eşyalarını çıkardı. Bu gün için sakladığı beyaz pantolon ve yakasız beyaz gömleğini giydi. Akşamı beklemeyecekleri aşikardı. Bir an gözü yatağının önündeki küçük kilime takıldı. Yapmayacaktı, yapamazdı, yapmak istemezdi. O kilim çok daha önemli bir şey için gerekliydi. Son bir kez daha odasına baktı. Sarayın ilk katında bulunan baş rahip odası salonlar ve Farag odasından sonra en büyük odaydı ama içindeki Tanrı heykelleri yüzünden neredeyse kanat çırpacak bir yer kalmamıştı. Heykeller onun odasında olmalıydı elbette. Çünkü onları anlayabilecek olan yetkili kişi oydu. Bu yüzden de heykeller olması gereken yerde yani başrahibin odasındaydı.

Gülümsedi Bunyaman. Acı acı gülümsedi. Gençken baş rahipliğe ne kadar da heveslenmişti oysa. Tanrıları anlayabilecekti o zaman. Bir gün o zamanki baş rahibin mimiksiz, duygusuz yüzüne bakmış ve şöyle demişti:
'Bir gün sizin gibi olmayı ne kadar isterim.'
Baş rahip hiçbir duygu ifade etmeyen bir gülümsemeyle cevap vermişti:
'Beklemene gerek yok delikanlı. Benim gibi donuk olmayı öğrenmen ne kadar sürer ki?'
O sözün anlamını yıllar sonra başrahip olunca anlayabilmişti. Tanrıları anlayamadığını kimse anlayamamalıydı. Tugan bile. Zor olmamıştı ama, antrenmanlıydı. Eski başrahibin nasihatinin bir sebebi olmalıydı. Ona itaat etti. Yıllarca duygularını saklama üzerinde çalıştı ve başardı. İyi ki de çalışmıştı. Yoksa ölüm bu kadar gecikmez ve Allah'a iman etmeden önce ölür giderdi. O genç rahibi acımasızca ölüm salonuna attığı gün bile mimiksiz olmayı başarabilmişti. İsmini bilmediği o genç rahip Tanrılara değil de Allah'a inandığı anlaşıldığında en ağır ölüm cezasına çarptırılmıştı. Yani biraz sonra Bunyaman'ın çarptırılacağı cezaya. O gün Bunyaman vermişti hükmü ve genç rahibi acımasızca yarasa cellatların önüne atmıştı. Üstelik asil olarak infazına bile razı olmamıştı. Başka bir dine inandığına göre artık rahip kabul edilemezdi. Genç rahip de hükmü biliyordu elbette ve o yüzden beyazlar içindeydi. Tıpkı şu an Bunyaman'ın beyazlar içinde olduğu gibi. Hakkındaki hükmü duyunca gülümsemişti genç rahip. Gözlerini Bunyaman'a kilitlemiş ve onu ürperten şu cümleleri söylemişti:
'Neden bu kadar duygusuzsun? Bir toplumun duygularının lideri duygusuz olur mu? Gece mehtap, sabah doğan güneş, açan bir çiçek, meyvede rızkını bulan aciz bir kurt yaradan hakkında bir şeyler söylemiyorsa ve yaşartmıyorsa o gözlerini sen nasıl bir dini lidersin ki? Neden doğruyu söylemiyorsun, neden aslında Tanrıları anlamadığını söylemiyorsun. Neden yaratıcıyı anlayacak kimsenin yaratılmışlar tarafından seçilmesinin saçma olduğunu söylemiyorsun. O Allah tektir, yaratandır, dilediğini seçer ve katından ona dilediği kadar ilim verir.' demiş, sonra gülümseyerek eklemişti
'Ama boş ver, sen bu halinle kal. Duygusuz görün. Görün ki asıl din ortaya çıksın.'
Genç konuşurken Turgan sadece Bunyaman'a bakmıştı. Bir duygu yakalayamamıştı. Bunyaman buna izin vermemişti. Yıllarca kanat çırpıp çıktığı zirveden bir anda düşmeye razı olamazdı. Gence dönmüş ve her zamanki soğukluğuyla cevap vermişti:
'Bu kadar konuşmana izin vermezdim ama ölürken herkes son sözlerini söyleyebilmeli. İşte bu Tanrıların dileği ve ben onların bu merhametini anlıyorum.'
Turgan için de bu kadarı kafi olmuştu. Askerlere dönmüş, sinirli bir şekilde
'Alın götürün bu cahili, kölelerin dinine inanmış bu ahmağı, derhal infaz salonuna atın.' demişti.
Genç infaz salonuna götürülmüştü. Uzun müddet ses çıkmamış, ama sonra bir anlık acı bir haykırma duyulmuştu. O ana kadar sessiz kalabilmiş, acıya dayanabilmişti ama hiç kimsenin dayanamayacağı acı onu da bir noktada bağırtmıştı.

O günü hatırlayınca gözleri yaşardı Bunayaman'ın. Ağladı, artık duygularına hakim olmasına gerek yoktu nasıl olsa. Acaba o acımasızlık affedilir miydi? Daha doğrusu o vahşet affedilir miydi? Affedilirdi herhalde, öyle demişti arkadaşı. Hidayet, kendisinden önceki günahları siler süpürürdü. Ayrıca birazdan eski günahların bedelini de ödeyecekti.

Kapısı şiddetle açıldı. İki muhafız kapının iki tarafında hazır ol vaziyetinde beklerken üçüncü muhafız uçarak Bunyaman'ın yanına kadar geldi, beş metre kadar uzağına kondu. Selam verdikten sonra beklenen haberi verdi:
'Karar salonunda bekleniyorsunuz.'
Bunyaman ağır adımlarla karar salonuna doğru ilerledi. Uzak değildi karar salonu. Odasının karşısındaydı. Muhafızlar salona kadar refakat ettiler. Salonda Farag on metre yukarıdaki tahtında onu bekliyordu. Karar salonunda yerden iki metre yükseklikte U şeklinde bir platform ve bu platformun tam ortasında dört metre yüksekliğinde taht bulunurdu. Tahtın sağında başta başrahip olmak üzere rahipler solunda ise başta baş vezir olmak üzere vezir ve komutanlar bulunurdu. Farag dışında herkes ayakta dururdu. Yine herkes olması gereken yerdeydi. Yalnız bir yer boştu. Tahttan sonra en önemli yer, sorgulamayı yapan yer, baş rahip yeri, yani şu anki sanığın yeri. Turgan çok sinirliydi. Bir anda kükredi:
'Ne buldun bu kölelerin dininde de Tanrılardan vaz geçtin.'
Bunyaman eğmediği başını daha bir dikleştirdi.
'Huzur.' dedi.
Turgan bu cevap karşısında daha bir sinirlendi:
'Huzurmuş. Söyle o Allah'a da seni şimdi kurtarsın.'
Gülümsedi Bunyaman.
'İstemiyorum ki kurtulmayı. Ben O'na kavuşmak istiyorum. Ölecekken bile içimi huzurla doldurana.'
Tugan daha fazla dayanamadı:
'Derhal yargılama başlasın.' diye bağırdı.
Protokolde Başrahipten sonra yer alan Baş vezir sorgulamayı başlattı
'Birinci kulak gelsin.'
Birinci kulak geldi. Baş vezir sordu
'Nereden, nasıl dinledin?'
Birinci kulak cevap verdi.
'Yukarı kattan kulağımı yere dayadım da dinledim.'
Baş vezir sordu
'Ne duydun.'
Kulak cevap verdi.
'Samir dedi: ''Başrahip Bunyaman, siz misiniz?' Bunyaman dedi: 'Bunyaman olmasına Bunyaman'ım ama başrahip değilim. Sadece Allah'ın bir kulu ve bir arkadaşım.' Samir dedi: 'Arkadaş ha.' Bunyaman dedi: 'Güneşe bakan göz etrafındakileri göremez, gürültüde kulak sesleri ayrı ayrı duymaz ve her şeyde tecelli eden Allah şiddeti zuhurundan gizlidir, bazı vicdanlarca hissedilmez. Sen doğru yoldasın genç prens. Şimdi sana kendini gizle, bir müddet onlardan görün, Allah affeder desem bilirim yapmazsın. Yapsan inandıramazsın. O halde duadan başka bir şey gelmez elimden. Allah yolunu açık etsin, seni infazdan kurtarsın. Hakkını helal et.' Samir dedi: 'Helal olsun Bunyaman. Sen de hakkını helal et.' Bunyaman dedi: 'Helal olsun genç prens. Nasıl olur bilmem ama inşallah bir gün Farag olursun. Bize zor olan Allah'a asandır. Neyin mümkün olup, neyin mümkün olmadığını tayin edene imkansız yoktur.' Samir dedi: 'Neyin mümkün olup, neyin mümkün olmadığını tayin edene imkansız yoktur. Çok doğru Bunyaman.' Başka konuşma olmadı.'
Baş vezir nida etti
'Birinci kulak çıksın.'
Birinci kulak çıktı.
Baş vezir sırayla kulakları çağırdı. Hepsi aynı cümleleri kelimesi kelimesine söylediler. Tam on kulak tarafından dinlenmişti Bunyaman. Baş vezir Bunyaman'a döndü
'Bunyaman Sermeyanoğlu, kendini savunabilirsin. Diyeceğin bir şey var mı?'
Bunyaman cevap verdi
'Söylenenler doğrudur. Aramızda böyle bir konuşma geçmiştir.'
Baş vezir Turgan'a döndü
'Söylenecek olanlar söylenmiştir. Yüce Farag artık hüküm sizindir.'
Turgan herkesin bildiği hükmünü verdi:
'Hüküm bellidir. İnfaz salonuna gönderilecek. Başka bir fikri olan var mı?'
Önce sağına baktı. Başka fikri olan rahip yoktu haliyle. Sonra soluna baktı. Orada da başka türlü düşünen yoktu. Turgan Bunyaman'a döndü
'Karar verilmiştir. İnfaz salonunda infaz edileceksin. Son bir söyleyeceğin var mı?'
'Var, son bir söyleyeceğim var.'
Bunyaman rahiplere döndü:
'Size yıllarca yanlış rehberlik yaptım ve sizi aldattım. İnandığınız o Tanrılarla hiç konuşmadım. Hiç kimse konuşamadı, bundan sonra da hiç kimse konuşamayacak. Çünkü o Tanrılar konuşamıyorlar. Bana hakkınızı helal edin.'
Rahipler konuşmanın daha başında seni dinlemiyoruz anlamında başlarını sağa çevirdiler ve konuşmanın sonuna kadar öyle kaldılar. Bunyaman da öyle yapacaklarını biliyordu. Zaten bu yüzden bu konuşmayı yaptı. Aksi halde aralarında Bunyaman vasıtasıyla hidayete ermiş olanlar kendilerini ele verebilirlerdi. Turgan muhakkak bir ikisini yakalardı. Bu konuşma Turgan'ın hiddetini arttırdı
'Seni yalancı! Sen yalancısın diye herkesi yalancı mı belledin de senden öncekilerin konuşmadığını, senden sonrakilerin de konuşmayacağını söylüyorsun. Muhafızlar derhal alın götürün bunu.'

Uzun boylu iki muhafız Bunyaman'ın yanına geldi. Kollarından tutup havaya kaldırdılar ve infaz salonuna götürdüler. Bunyaman infaz salonuna girdi. Kapı kapandı. Bir müddet sonra elli metre yukarıda sağlı sollu kapılar açıldı. Simsiyah giyimli yarasa cellatlar kapılarda görünmeye başladı. Sağ kapıdan çıkanlar sol duvara, sol kapıdan çıkanlar sağ duvara doğru uçtular. Kör olmalarına ve birbirlerinin çok yakınından geçmelerine rağmen çarpışmadılar. Her biri kendine ait yere tıpkı bir yarasa gibi baş aşağı tutundu. Baş vezir Bunyaman'ın eski hali kadar insafsız değildi. Cellatlara Bunyaman'ın asil olarak infaz edileceğini söylemişti. Yarasalar bellerindeki ipleri çıkardılar.

Salona tam bir sessizlik hakim olduğu anda Bunyaman 'Allah'ım günahlarımı affet.' dedi. Gözlerini kapadı, iki kez kanat çırptı.


Devam edecek...

20 Ekim 2014 11-12 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar