Farag Samir -2
Vicdanın yoksa beş para etmez gücün de paran da
Uçamazsın benim semamda sadece bir kanatla
İhsani ? Mayikanlı bir halk şairi
Samir gözlerini açtığında bulanık görünümlü birinin Mayikan dilinde 'Uyanıyor.' dediğini duydu. Faragalon İmparatorluğu tarihinde Mayikan dilini bilen ne bir Farag, ne bir prens, ne de bir prenses yoktu. İşin doğrusu Faragalon imparatorluğunda Mayikanlar hariç Mayikan dilini bilen çok az kişi vardı. Samir işte o çok az kişiden birini bulmuş ve ondan kendisine Mayikan dilini öğretmesini istemişti. Bu teklif karşısında çok şaşıran fakat bir şey soramayan Kuzey Sarayı baş aşçısına bir açıklama yapmak ve bir tembihte bulunmak zorunda kalmıştı:
'İleride Farag olacağım için düşmanımın dilini öğrenmek istiyorum. Benden hiçbir şey gizleyememeliler. Yalnız bunu duyan biri olursa ne olabileceğini tahmin edersin.'
Ara sıra Meyira'nın odasından gelen Mayikanca türküleri anlayabilmek için bu dili öğrenmek istediğini söyleyemezdi herhalde. Zor bir dil olduğu söylenemezdi Mayikancanın. İki yaz yetmişti genç prense. Günlük dilde kullanılan kelimelerin bir çoğunu öğrendiği gibi zamanları ve cümle yapısını da çözmüştü.
Bir müddet sonra bulanık görüntü yavaş yavaş berraklaştı. Karşısında yirmi beş yaşlarında tipik bir Mayikan erkeği oturuyordu. Uzun, simsiyah saçlar örgü yapılmış, sakal ve bıyıklar genç işi düzgün bir şekilde kesilmişti. Haliyle ten ve kanat rengi hafif esmerdi. Yere serili ince bir yatak üzerinde yatıyordu Samir. Yanında oturan gencin arkasında sakalsız ve bıyıksız olan başka bir genç ayaktaydı. Sakalsız genç dik omuzlarıyla daha bir gürbüz görünmesine karşın yüzü itibariyle diğerinden daha genç görünüyordu. Onun da saçları örgülü olmakla birlikte omuzlarında son buluyordu. Mayikanlı erkekler ve kızlar genel itibariyle saçlarını örerlerdi. Meyira istisnalardan biriydi. Sarayda kaldığı müddet içinde omuzları ile belinin arasında omuzlara kısmen daha yakın bir noktaya kadar uzayan saçlarını hep o noktada tutmayı başarmış ve hiçbir zaman örgü yapmamıştı. Belki sarayda olduğu için böyle davranmıştı. Belki kendi halkı içinde o da saçlarını örmekteydi. Bunu genç prensin bilmesi olanaksızdı elbette.
Samir hafızasını yoklayıp olan biteni hatırlamaya çalıştı. Patlayan havai fişeği, saldıran Mayikanlıları, yere düşen muhafızları, kılıcını havaya kaldırıp bir Mayikanlıyı öldürmek üzere olduğu o sahneyi net bir şekilde hatırlıyordu. Doğrulmak istedi. O an başının arkasında bir acı hissetti. Elini başının arkasına doğru götürdü ve kalkarken acıyan yerin üstüne koydu. Kapanmaya yüz tutmuş çok da büyük olmayan bir yarık vardı başında. Yalnız dokununca biraz sızladı. Sakallı genç prensin yüzündeki ifadeden acıyı sezmiş olacak ki ellerini sırtına uzatıp kalkmasına yardımcı oldu. Bu arada Faragalon dilinde uyarmayı da ihmal etmedi:
'Yavaş genç prens yavaş. Başına vuran benim. Acı bir müddet daha devam eder.'
Sakalsız olanı bu yardımdan hoşlanmamış olacak ki sinirli bir ses tonuyla Mayikan dilinde itiraz etti:
'Ne yardım ediyorsun o kafire. Bırak bari acının bu kadarını yaşasın.'
Diğeri duymazdan geldi. Samir'e baktı, alaylı bir ifadeyle
'Evet genç prens nasıl buldun sarayımızı?' diye sordu Faragalon dilinde.
Haliyle tüm Mayikanlılar imparatorluk dili olan Faragalon dilini biliyorlardı. Yalnız hiçbir Mayikanlı bir Farag adayının Mayikan dilini bildiğini tahmin edemez, hatta bizzat konuşurken bile duysa kulaklarına inanmaz, kendisini rüyada zannederdi.
Samir içinde bulunduğu eve şöyle bir baktı. Tamamen tahtadan yapılmış evin dört köşesinde ağaç gövdeleri görünüyordu. Ayrıca evin tam ortasında da üzerinde bir miktar sade işlemeler yapılmış kalın bir ağaç gövdesi bulunmaktaydı. Bir tarafında kapı olan evin diğer üç duvarında birer adet pencere görünüyordu. Samir'in sağ tarafında ve direk karşısında bulunan pencerenin dışında bir ağacın dalına oturmuş küçük çocuklar merakla ona bakıyorlardı. Ev havada inşa edilmiş olmalıydı. Muhtemelen beş ağaç, gövdelerinin ortalarından kesilmiş ve inşaatta sütun olarak kullanılmışlardı. Ortadaki sütuna bağlı o sırada açık olan dört perde kapandığında ev dört odaya ayrılabilmekteydi ama şu an çok da büyük olmayan tek bir oda görünmekteydi.
Soruya cevap vermedi Samir. Onun da merak ettiği bazı şeyler vardı haliyle.
'Siz kimsiniz, beni niye kaçırdınız?'
Sakallı genç diğer gence baktı ve
'Görüyor musun kardeş, ne kadar da kabayız. Doğru ya, insan önce bir kendini tanıtır değil mi?'
Sakalsız genç Samir'e döndü. Sinirli bir ses tonuyla cevap verdi:
'Benim ismim Hayra, ağabeyiminki ise Sayra. Anlamışsındır, Mayikanlıyız. Küçükken anne ve babamızı kaybettiğimizden o gün bugündür birlikte yaşarız. Şimdi sana bir soru prens: Bil bakalım anne babamızı nasıl kaybettik?'
Samir son derece sinirli olan gencin gözlerine baktı. Simsiyah gözlerdeki nefreti okumak hiç de zor olmuyordu. Dolayısıyla sorulan sorunun cevabı belliydi. Sakalsız genç beklenen cevabı nefretle verdi:
'Senin askerlerin öldürdü.'
'Üzgünüm.' dedi Samir.
Sayra söze girdi.
'Üzüldüğünü pek sanmam genç prens ama yine de bu konuda seni suçlamak doğru olmaz. Biz o zamanlar çocuk olduğumuza göre sen de çocuktun. Büyük ihtimalle Farag olduğunda aynı şeyi yapacaksın ama o gün o emri veren sen değildin. O yüzden seni ayıplamıyorum. Ayrıca şu an misafirimizsin.'
Hayra sinirlenmişti. Ağabeyine bu kez Faragalon dilinde itiraz etti:
'Misafir mi, ne misafiri. Esirimiz bizim o.'
Sayra kardeşine sert bir bakış attı ve kardeşine aynı sertlikte yine Faragalon dilinde cevap verdi:
'Benim evimde hiç kimse esir olamaz, benim evimde hiç kimse köle olamaz. Ben evimde sadece misafir ağırlarım.'
Hayra böyle bir cevabı beklemiyor olmalıydı. Ağabeyinin sert bakışları onu biraz yumuşattı ama yine de itirazı vardı. Biraz daha sakin bir ses tonuyla itirazını dile getirdi. Bu kez Mayikan dilini tercih etti:
'İyi de onlar bizi ya öldürüyorlar, ya da köle yapıyorlar.'
Sayra da sakinleşti. Kardeşine Mayikan dilinde cevap verdi
' Kardeşim bak ne güzel söyledin. Onlar öyle yapıyor dedin. Ama ben kendimden bahsediyorum. Şimdi biraz daha sakinleş de misafirim ile biraz ilgilenebileyim.'
Hayra bu cevap üzerine sakin bir şekilde duvar dibine oturdu, bağdaş kurdu. Ağabeyine eliyle 'Buyur misafirinle ilgilen.' dedi.
Sayra genç prense döndü. Faragalon dilinde devam etti:
'Kardeşimin kusuruna bakma genç prens. Anne babanın ölümünü hazmetmek kolay olmuyor.'
Samir elbette durumu anlayabiliyordu ama bu konuda gerçekten de günahsızdı.
'Başka bir zararınız olsaydı telafi edeyim derdim ama bu durumu maalesef telafi edemem.'
Sayra gülümsedi:
'Haklısın genç prens, telafi edemezsin.'
Sayra genç prensin duvara yaslanmasına yardımcı oldu, başının arkasına yastığı koymayı da ihmal etmedi. Sonra prensin yanından ayrılıp prensin tam karşısına, Hayra'nın yanına oturdu. Şakacı bir yüz ifadesiyle konuşmasına devam etti:
'İkinci soruna gelince, bizler siyasetçi değiliz genç prens. Senin kaçırılma sebebin ise siyasi. Yani bu konuda sana bir açıklama yapamayız.'
'Kim yapabilir?'
Sayra sakin bir şekilde cevapladı soruyu. Ses tonu hafif alay da içermiyor değildi:
'Reisimiz haliyle genç prens. Reis Duhan, büyük reis Duhan.'
Özellikle 'Büyük reis Duhan.' kısmını daha bir vurgulu, daha bir alaycı şekilde söyledi.
Bu cümleden sonra Hayra dayanamadı, gülmeye başladı. Sayra kardeşine döndü ve misafirin de anlamasını sağlamak için Faragalon dilinde takıldı:
'İşte kardeşim şöyle, biraz gül. Misafirimiz senin gerçek yüzünü görsün.'
Sonra prense döndü Sayra.
' Aslında Hayra neşeli biridir, şakadan hoşlanır, güzel espriler yaptığı da olur. Anlayacağın sen kötü gününe denk geldin. Neyse, nerede kalmıştık. Evet, tamam, büyük reisimiz Duhan'dan bahsediyorduk. Dediğim gibi siyasetten o sorumludur ve sana açıklamayı sadece o yapabilir.'
'Anlıyorum.' dedi Samir. Tam konuşmasına devam edecekti ki Sayra araya girdi
'Dur bir sonraki sorunu tahmin edeyim genç prens. Onunla ne zaman görüşebileceğini soracaksın. Hemen cevabını vereyim: 'Yarın.' Sen muhtemelen acilen görüşmek isteyeceksin. Ona da cevap veriyorum.'
Sayra kardeşi Hayra'ya baktı. Hayra bu bakışa bir anlam veremedi. Sayra kardeşinin bu anlayışsızlığı karşısında şaşkındı. Faragalon dilinde kardeşine takıldı
'Niye öyle bakıyorsun ki Hayra. Prensin isteği gayet masum bir istek. Yarının ne farkı var ki. Neden bu gün olmasın? Git reise bir sor. Belki o da görüşmek ister.'
Hayra dudaklarını 'Neden olmasın ki?' anlamında büktü ve
'Tamam, gidiyorum' dedi ve pencereden uçarak çıktı. Çıkarken dalda oturan çocukları görünce onları azarlamayı ihmal etmedi. Bu azarlama sırasında o kadar hızlı konuşmuştu ki Samir hiçbir şey anlamadı. Yalnız her ne dediyse etkili olmuş olmalıydı ki çocuklar apar topar oradan uzaklaştılar.
Sayra Samir'e döndü
'Kapıyı boşuna yaptırdık aslında. İkimiz de kullanmıyoruz.'
Samir gülümsedi.
'Keşke ben de bunu yapabilseydim?' dedi sessizce.
Sessizce mırıldanmıştı ama Sayra bu ıstırap dolu cümleyi duydu. Bu ıstırabın sebebini de biliyordu galiba. Samir'in kanatlarını gösterdi ve
'Yalnız genç prens, kanatlarının durumu pek iyi görünmedi gözüme.' dedi.
Samir ayağa kalktı, kanatlarını açtı ve iç taraflarındaki yaralarına tekrar baktı. Özellikle sırta bağlanan bölgede eskisinden daha da yoğundu. Samir bir kez daha acı gerçekle yüz yüze gelmişti ve çok üzgündü. Sayra'ya döndü ve
'Biliyor musun, yıllarca herkes prens olduğum için bana imrendi. Oysa ben ne prens, ne de Farag olmak istiyorum. Ben sadece dokuz yaşımda uçtuğum gibi uçmak istiyorum.'
Sayra da misafirinin bu durumu karşısında üzgün görünüyordu.
'Hiç uçamıyor musun?'
Samir kanatlarını bir kez çırptı. Sayra'ya baktı. Ne yapıyordu ki şu anda, düşmanına sırrını veriyordu. Gerçi daha ne kadar saklayabilirdi ki. Sayra göreceğini görmüştü zaten. Ayrıca pek düşmanmış gibi de davranmıyordu. Ev sahibinin sorusuna doğru cevap vermeye karar verdi.
'Biraz uçunca yaralar acıyor ve acıdan yere inmek zorunda kalıyorum. Acıya ne kadar dayanabilirsem o kadar uçabiliyorum ama bu dayanma süresi git gide daha da kısalıyor.'
Sayra'nın bir parça duygulandığı belliydi. Genç prensin sadeliği, açık sözlülüğü onu etkilemişti ama anlayamadığı bir şey vardı.
'Baban koskoca Farag, bir çare bulamadı mı yaralarına?'
Samir gülümsedi ve acı bir tonla:
'Bulmaz olur mu, buldu tabii. Odama şifa tanrısının heykelini koydu, onun yanında tütsüler yaktırdı, tütsülerin dumanlarının yaralarıma değmesiyle şifa bulacağıma inanıyor.'
Sayra dayanamadı, kahkahayı bastı. Sonra Samir'e döndü
'Kusura bakma ama genç prens, ben yıllardır neyi anlayamıyorum biliyor musun?'
'Neyi?'
'Başkent Sarama'ya bakıyorum. O yedi tepeye öyle bir şehri kuran insanlar nasıl böyle şeylere inanır, böyle şeylere inanan insanlar nasıl o şehri kurabilirler diyorum.'
Samir bu cümleye cevap vermek niyetinde değildi. Bazen kendisi de bunu anlamıyordu. Yalnız hastalığı ile ilgili biraz daha konuşmak istiyordu. Daha doğrusu hastalığa karşı babasının takındığı tavır hakkında.
'Aslında ben on dört yaşındayken genç birini getirmişlerdi. Faragalonluydu. Çok da sevmiştim onu. Bana bir ağabey gibi davranıyordu. Sakalı senin gibi kısa kesilmiş ama haliyle saçı ve sakalı sarı olan uzun boylu bu genç sanırım yirmi yaşlarında filandı. Bazı otlarla bir ilaç hazırladı. Yaralarıma iyi gelmişti. Hatta bir miktar azalmışlardı bile.'
Sayra şaşkındı.
'İyi ya, çaresini bulmuşsunuz işte. Sonra ne oldu.'
Samir acı acı güldü. Pencereye baktı. Hayra tarafından kovulmuş çocuklar tekrar aynı dala tünemişlerdi. Kendisine meraklı gözlerle bakan çocuklara bakıp onların kendisini duymadıklarından bir kez daha emin olduktan sonra devam etti
'Babam bu gencin sizin dininize girdiğini öğrenince onu öldürttü ve ilaçların hepsini yaktı.'
Samir oturdu ve devam etti
'Günlerce ağladım. Kanatlarımın haline değil o gence ağladım. İlk ağabey dediğimde ne kadar şaşırmış, ne kadar mutlu olmuştu.'
Sayra konuşulanlardan çok etkilenmişti. Sessizce dinlemeye devam etti. Ama Samir daha fazla devam etmek istemiyordu. Kendisine acıyarak bakan Sayra'ya bir kez daha baktı ve son cümlelerini söyledi
'Biliyor musun, hayatımda ilk kez bu kadar uzun konuştum. Prensim ben. Hep emir cümleleri kullanırım haliyle. İyi ki burada bir prens değil, bir esirim. Meğer dertlerimi dökmeye ne çok ihtiyacım varmış. Güçlü olmadığın halde güçlü görünmeye çalışmak ne zormuş.'
Sayra oturduğu yerden kalktı. Samir'e yaklaştı, sağ elini Samir'in sol omuzu üstüne koydu, onun gözlerine baktı, gülümsedi
'Hayır genç prens. Burada esir değilsin. Benim evimde esir bulunmaz, misafir bulunur. Seni Aksakala göstersek iyi olur gibi.'
Samir Aksakalın kim olduğunu bilmiyordu ama artık konuşmak istemiyordu. Tam o sırada Hayra geldi, pencereden girdi. Onun geldiğini gören çocuklar oradan uzaklaştılar. Hayra prense baktı. Gayet ciddi bir şekilde haberi verdi
'Prensi bekliyor.'
Sayra ellerini birbirine vurdu:
'Gidelim o zaman.'
Tam çıkacakken Samir'e baktı.
'İyi de genç prens. Bunca laf arasında senin adını sormayı unuttum. Adın neydi senin.' diye sordu. Genç prens cevap verdi:
'Samir.'
devam edecek...