Farag Samir -6
Ey gafil nefis kaçamazsın, varacaksın diyara
Orada geçmez bu para, ne tutar durursun
Var bir fakire, çevir o pulu altını sevaba
Gör anda, burada ve diyarda ne huzur bulursun
Leyali ? Mayikanlı bir kadın şair
Samir Meyira'nın eve gelişinin hemen ertesi günü kendisine hediye ettiği kulplu bardağı ile Mayikanlılara has bitki çayından bir yudum daha aldı. Bardak ağaçtan yontularak yapılmıştı. Kaseden iki elle çay içmenin prense zor geleceğini düşünen Meyira bu iş için bir gününü vermiş ve bizzat kendi elleriyle hazırlamıştı. Dış yüzünü motiflerle bezemeyi de ihmal etmemişti. Bu çayı gerçekten çok beğenmişti Samir. Bir gün Sarama'ya dönerse saray mutfağına Mayikan mutfağından taşıyacağı tek şey bu çaydı. Yemekler gerçekten ağır geliyordu. Sağ olsun Meyira tedavi sürecinde de onu yalnız bırakmamış sık sık onun için hazırladığı yemekleri ya kendi getirmiş, ya da kardeşiyle göndermişti.
Başını gökyüzüne kaldırdı Samir. Ayın yarısının göründüğü bulutsuz gecede yıldızlar sanki yeryüzüne dökülecek meyveler gibi görünmekteydi. Kuzeyde bir sonbahar gecesi bu kadar sıcak olamazdı. Gündüzleri de havalar günlük güneşlikti. Güneydeydiler. Bu anlaşılabilir bir durumdu. Kuzey kışının soğuğunda tahta evleri ısıtmak hem zor hem de tehlikeli olurdu doğrusu. Aksakalın tefekkür için neden bu çardağı seçtiğini anladı. Gerçekten bu çardakta yaratılışa daha bir hayran oluyordu insan. Bu kadar fayda ile birlikte bu kadar sanat büyük küre üzerinde konuşlanmış bazı heykeller içindeki ruhlar tarafından nasıl dizayn edilebilirdi ki. Bir meyve, bir sebze hem yaşam için gerekli, hem leziz, hem de güzel görünümlüydü. Ay hem gece yeryüzünü aydınlatıyor, hem de her gece ayrı güzellikte görünüyordu. Yıldızlar hem geceleri yön bulmaya yardımcı oluyorlar hem de ressamlara harika tablolar sunuyorlardı.
Genç prensin bu dingin halini bozmak istemeyen Sayra daha fazla dayanamadı. İki eliyle tutup çay içtiği kasesini özenle yere koydu. Karşısındaki mindere oturduğu halde uzun süredir kendisine bakmayan Samir'e kendini hatırlattı.
'Daldın genç prens.'
Samir kendine geldi. Öyle ya, Sayra sırf onu görmek için gelmişti. Geldikten bir müddet sonra gitmek istemiş fakat Samir ondan gece de kalmasını rica etmişti. Sayra bu teklifi hiç nazlanmadan derhal kabul etmişti. Genç birinin zor bir ihtiyarla günlerini yalnız geçirmesinin ne kadar zor bir şey olabileceğini tahmin ediyor olmalıydı. Mayikanlılar içinde bile orta boy sayılabilecek bir boya sahip Sayra'nın heybetli bir görüntüsü olduğu söylenemezdi. Kardeşi Hayra ondan daha gürbüz bir görüntüye sahipti. Yalnız bu nispeten çelimsiz görünen yirmi beş yaşlarındaki genç gerçekten çok mert, çok yürekli ve çok candan biriydi. Bu on beş günlük tedavi sürecinde beş altı kez Samir'i ziyaret etmişti. Prensin bir özür borcu vardı
'Kusura bakma, çay güzel, manzara güzel olunca daldım biraz.'
Sayra gülümsedi
'Kusura bakılacak bir şey yok canım. Konuşmayı başlatmak için giriş yapmak istedim sadece. Yaraların nasıl oldu genç prens. İyileşiyor mu?'
Genç prens doğrusu tedaviden gayet memnundu
'İyileşiyor. Hatta dün ve bu gün epey uçtum. Sana bir gençten bahsetmiştim, hatırlıyor musun?'
'Hani seni tedavi eden fakat Allah'a inandığı için babanın öldürdüğü genç mi?'
'Evet o. Aksakalın yaralarıma sürdüğü karışım galiba ya o karışımın aynısı ya da çok benzeri. Yalnız bu daha etkili. Daha çabuk iyileşiyor gibi.'
'Bu durumda aynısı olamaz.'
'Doğru, aynısı olamaz.'
'Neyse, ilaçlardan anlamam. İyileştiğine sevindim.'
Samir olayı çözmüştü aslında. Meyira ve babası o gece Mayikan dilinde konuşurlarken Faragalonlu öğrencilerden bahsetmişti. Demek ki bazı Faragalonlu gençler Aksakalın yanında doktorluk eğitimi alıyorlardı. Aksakal bu gençlerin başka bir Faragalonlu tarafından görülmesini veya bilinmesini istemiyor olmalıydı. Haklıydı da. Böyle bir durumun o gençler için de kötü sonuçlar doğurabileceği aşikardı. Aksakalın bu hassasiyetini bilen reis Aksakala bir Faragalonlu hastanın geleceği haberini göndermiş, siyasi davranmış, gönderilen kişinin prens olduğunu bilmesi durumunda kabul etmeyeceğini bildiğinden prenslikten hiç bahsetmemişti. Haberi alan Aksakalın öğrencileri göndermesi biraz zaman almış ve bu yüzden tedavi süreci beş gün sonra başlayabilmişti. Büyük ihtimalle onu daha önce tedavi eden genç Faragalonlu da Aksakalın öğrencilerinden biriydi. Aksakal zaman içinde merhemi biraz daha geliştirmiş olmalıydı. Yalnız Samir'in anlayamadığı bir durum vardı. Belki Sayra'nın bildiği bir şey vardır düşüncesiyle bir yudum daha çay aldıktan sonra Sayra'ya baktı ve cevabını gerçekten çok merak ettiği sorusunu sordu:
'Aksakal gerçekten çok iyi bir doktor. Tamamen ümidimi kestiğim kanatlarım iyileşiyor. Yalnız sonuçta ihtiyar biri, ne kadar daha yaşayacağı belli değil. O ölünce Mayikanlılar ne yapacak. Neden yanına bazı Mayikanlı gençler gelip doktorluğu öğrenmiyorlar?'
Sayra gülümsedi. Karşısındaki gence hayran gözlerle baktı. Soruyu çok beğendiği belliydi
'Demek bazı şeyler gerçekten doğuştan.' diye Mayikan dilinde mırıldandı kendi kendine. Elbette Samir bu cümleyi anlamamış olmalıydı. Hiçbir şey duymamış gibi sorusunun cevabını beklemeye başladı. Sayra bir yudum daha aldığı kaseyi yere koydu. Bağdaş pozisyonuna geçti.
'İşte genç prens. Aksakalın reisi sevmemesinin asıl sebebi bu. Reis öğrenci göndermiyor, Aksakal da buna deli oluyor.'
Samir hiçbir şey anlamadı. 'Bu ne kadar saçma bir şey.' der bir gülümsemeyle
'İyi de, Reis niye göndermiyor ki? Ayrıca göndermek ne demek? Kendi isteyen gelemiyor mu?'
'Birinci sorunun cevabı basit. Hatırlıyor musun buraya ilk geldiğinde Aksakalın reisi tarif ederken söylediği sözleri?'
Hatırlıyordu elbette, unutulacak sözler miydi onlar.
'Evet hatırlıyorum.'
'İşte yanına gelen tüm öğrencilere Reis hakkında benzer cümleleri söyleyeceğinden ve bunu bütün eğitim boyunca sürdürebileceğinden dolayı Reis oluşabilecek siyasi sonuçlardan korkuyor.'
Samir bu kısmı anlamıştı. Sayra'nın cümlelerini tamamladı
'Eğitim almış bu gençler halkın arasına geri dönünce eğitim aldıklarından dolayı halk üzerinde bir etkileri olacak ve siyasi otoriteyi de beğenmediklerinden halkın siyasi otoriteye karşı itaati etkilenecek. Doğru anlamış mıyım?'
Sayra bu zeki genci başıyla onayladı ve uzun zamandır içinde kalan şeyi söyleyerek birinci sorunun cevabını tamamladı:
'Ve, ve reis karşısında o yaptığı derme çatma evleri saray olarak yutturacağı, ne yemiş olursa olsun sadece karnı doyduğunda her şeyin mükemmel olduğunu kabullenen bir halkı bulamayacak. Halkın daha başka istekleri olacak. Reisin karşılayamayacağı türden istekleri.'
Samir gülümsedi
'Sen de Aksakal gibi düşünüyorsun galiba.'
Sayra'nın buna itirazı vardı:
'Tam olarak öyle değil genç prens. Bizim inancımıza göre öbür dünyada sevap ve günahlar tartılır ve sevaplar ağır geldiği taktirde insan cennete gider. Gaybı bilemem, ama benim bildiğim Reisin sevapları günahlarından ağırdır. Halkımız şehrimizden kovulduğunda o liderlik etti ve halkımızı dağılmaktan kurtardı, öyle böyle her saldırıdan sonra halkımıza moral verdi ve yeni bir şehir kurmayı başardı. Adaletli ve merhametlidir. Aksakal onu her seferinde eleştirmesine karşın o Aksakala hep hürmet göstermiştir. Diyeceksin ki o halde neyden rahatsızsın?'
'Doğrusu akla hemen bu soru geliyor?'
'Biz cahil yetiştik prens. İlimden hep korktuk. Siz de belli noktalarda bağnazsınız ama bazı yöneticilerde biraz problemler olmakla birlikte genel olarak ilime açıksınız. Savaşın bile ilmini yaptınız. Bu yüzden bizden üstünsünüz. Belki bizim ilimden korkma sebebimiz de buydu. İlim bizi mağlup ediyordu ve dolayısıyla bir nevi düşmandı. Her neyse, işte ben bizden sonraki Mayikanlıların ilimden korkmalarını istemiyorum.'
Samir araya girdi
'Bizi yenmeleri için mi ilim öğrenmelerini istiyorsun?'
'Asıl sebep o değil. Onların ilim öğrendiklerinde ne yapacaklarını benim gibi bir cahil bilemez. Sizinle savaşırlar mı, anlaşırlar mı, şehrimize mi dönerler, orayı beğenmezler de yeni bir şehir mi kurarlar? Bunlar onların karar vereceği ve verirken de bana hiçbir şey sormayacağı şeyler. Yeter ki hayatta tek mutlulukları gök savaşçılarının zaferlerini anlatmak olmasın. İşte benim Reise karşı olduğum nokta burası. Bırak gençler bir şeyler öğrensin, sadece doktorluk değil başka şeyleri de öğrensinler. Burada öğrenemeyeceklerse öğrenebilecekleri yerlere gönder ve oralarda öğrensinler. Her şeyin en doğrusuna sen karar verme. Reisliği kaybetmekten bu kadar korkma. Korkunca işte böyle saçma şeyler yapılıyor çünkü. Yanı başında büyük kürenin hiçbir yerinde olmayan bir doktor bulunuyor. İnsanlar nerelerden gelip ona öğrenci oluyor, sen halkına yasaklıyorsun.'
Sayra bir anda boş bulunmuş ve büyük bir hata yapmıştı. Telaşa vermemeye çalışarak hatasını düzeltmeye çalıştı:
'İnsanlar nerelerden geliyor dediysem, yani haberleri olsa gelirlerdi manasında.'
Samir üsteleyip bozuntuya vermedi. Yalnız bir itirazı vardı
'İyi de, bizim bilime önem verdiğimizi söylüyorsun ama bizde böyle bir doktor yok.'
Sayra soruya hazırdı
'Doğru, ama sizde böyle biri olsaydı şu an Sarama'da adına bir hastane yapılmış ve ünü tüm küreye yayılmıştı. Biz ise kendi adamımıza lakaytız.'
Samir gülümsedi. Bu konuda biraz farklı düşünüyordu
'Bilim sırf Mayikanlılardan geliyor diye ona karşı olan bilme önem vermiş olamaz. Hatta Mayikanlıların elindeki bilimi arayıp bulmayan ve onun adına Sarama'da hastane kurmayan da bilime önem vermiş olamaz.'
Bu cevap Sayra'nın çok hoşuna gitti ve o an önemli bir şeyi anladı. Asıl fark yönetimlerde değildi, asıl fark galiba halklardaydı. Faragalonlu halk bilimi arayıp bulmuş ve babalarının köle gördükleri birine canları pahasına öğrenci olmuşlardı. Peki ya Mayikan halkı ne yapmıştı, sırf reis karşı diye yanı başlarındaki değere karşı kayıtsız kalmışlardı.
Samir ikinci sorusunun cevabını daha çok merak ediyordu.
'Peki ya ikinci sorum.'
'İkinci soru neydi, hatırlayamadım bir an. Ha halk neden kendisi gelmiyor anlamında bir soruydu değil mi?'
Samir onayladı. Sayra kaseyi iki eline aldı. Aslında az önce Samir sayesinde cevabı bulmuştu ama bir şeyler de söylemesi gerekiyordu
'Dur biraz çay içeyim de.' dedi.
Sayra çayını içerken Samir sorusuna açıklık getirmek istedi
'Yani bizde de elbette Farag ne derse yapılır ama herkesin her şeyine de karışılmaz. İnsanlar bir miktar özgür bırakılır.'
Sayra gülümsedi
'Sizin Tanrılarınıza tapmayanlara yapılanlara ne diyeceksin genç prens.'
Samir itiraz etti
'O farklı bir şey. Sonuçta bir inanç meselesi.'
Sayra yine gülümsedi
'İyi ya işte. İnsan en çok bu konuda özgür olmalı değil mi?'
Samir bir müddet sustu. O da çayından bir yudum alma ihtiyacı hissetti. Sayra'ya döndü
'Haklısın galiba. İnsan inanç konusunda kesinlikle özgür olmalı.'
Sayra bu cevaptan sonra prense takdir dolu bir ifadeyle baktı. Bir prensin 'Ben değil sen haklısın.' demesi herkesin taktir edeceği bir şeydi sonuçta.
'Senin soruna gelince prens. Biz küçük bir halkız. Sayımız az. Birbirimize çok muhtacız. Reisin dışladığı kimse halk tarafından da dışlanır. Bu da onun için her şeyin bitmesi demek. Ayrıca sayımız az olduğu için Reis neredeyse kişi kişi takip edebilmekte. Gelgelelim bunları sadece sebebini açıklamak için söylüyorum. Yoksa bunlar mazeret olamaz. Ben de sana hak veriyorum. Özgür olabilmeliler. Bu konuda mücadele etmeliler.'
Sayra sönmeye yüz tutmuş mangalın üzerindeki çaydanlığı aldı, boşalan kase ve bardağı doldurdu. Samir itiraz etmedi. Sayra bir yudum aldıktan sonra gökyüzüne baktı ve o vaziyetteyken Samir'e takıldı:
'Ee genç prens, hep ben anlattım, biraz da sen anlat.'
'Ne anlatayım ki?'
Sayra takılmaya devam etti
'Ne bileyim, ben bir Faragalonlu prense cömertçe tüm sırlarımızı anlattım. Sen de bir sır ver.'
'Faragalonla ilgili mi? Ne merak ediyorsun?'
Sayra gülümsedi
'Sana ilk gün söyledim genç prens, ben siyasetçi değilim. Farag olacak olan sensin, büyük topluluklarla ilgili sırlar sana lazım. Sen bana kendinle ilgili sırlardan bahset.'
Samir Sayra'nın neyi duymak istediğini anladı. Babası ne kadar duygu okuyabilen biriyse Samir de o kadar duygusunu belli eden bir yapıya sahipti. Karşısındaki bu zeki insanın Meyira'ya bakan o gözlerdeki anlamı okuyamaması olanaksızdı. İstediği sır buydu. Yalnız Samir o sırrı veremezdi. Bu olanaksızdı. Başka bir şey bulmalıydı ve bulduğu şey o sır kadar değerli olmalıydı. Biraz düşünmeliydi. İhtiyacı olan zaman haliyle birkaç yudum çayda gizliydi. Kendisine bakan iki meraklı gözün baskısı altında alınmış birkaç yudumdan sonra kimseye söyleyemeyeceği sırrı sırf kendisinin bile kaçtığı sırrı itiraf etmemek için söylemeye karar verdi. Aslında bu sırrı biriyle paylaşmalıydı da. Sayra da bu kısa zamanda Meyira'dan sonra en güvendiği kişi olmayı başarmıştı.
'Yalnız kimseye söylemeyeceğinden emin olabilirim değil mi?'
'Bu sorudan sonra evet.'
''O sizin bize saldırdığınız gece yola çıkarken içimde bir huzursuzluk vardı. O gün bir şey olacağını hissettim. Korkmuyordum ama, ölümden bile korkmuyordum. Bu hasta halimle yaşamaktansa ölmeyi istiyordum.'
Samir bir miktar duygulandı, meraklı bakışlarla kendini takip eden Sayra'ya baktı ve onu bu derece duygulandıran şeyi söyledi
'Herkesin imrendiği bir tahtta otururken önünde saygıyla eğilenlerin aslında sana ne kadar acıdığını bilmek ne kadar zor bilir misin? Üstelik bunu daha çocuk yaşlarda hissetmek.'
Sayra da duygulanmıştı
'Hayır genç prens bilemem. Anlıyorum derim ama yalan olur, anlayamam.'
'Doğru söylüyorsun. Dediğim gibi ölmekten korkmuyordum ama böyle yaşamaktan korkuyordum. Sonra nedendir sizin inandığınız Allah aklıma geldi. Çaresizdim çünkü, dua etmeliydim. Benim bildiğim Tanrılardan bu işime bakacak olana ait heykeli bulup içindeki ruhtan bir şey dilenemezdim. Anlık bir histi, sonradan o samimiyeti, o duyguyu kaybederdim. Beni o an orada duyamayacak, anlatamadıklarımı dahi anlayamayacaksa işimi halledemezdi. Oysa sizin inandığınız Allah her yerden duyuyordu. O an bildiğim tüm Tanrılar içinde en inanmadığım, evet sadece O beni duyabilirdi. O' na yalvardım.'
Sayra tam anlamıyla şoktaydı. İki eli kaseyi kavrar vaziyette göğüs hizasında duruyor, ne dudaklara varıp ağzına bir yudum çay sunuyor, ne de kaseyi yere bırakıp bu sıkıntıdan kurtuluyorlardı. Kekeleyerek sordu
'Yal, yalvardın mı? Peki na nasıl, ne istedin?'
Samir de heyecanlanmıştı. O duyguyu tekrar yaşıyor gibiydi.
'İki şey istedim. Birincisi şuydu: Dedim ki eğer varsan bana şifa ver.'
Sayra kendini tutamadı
'Verdi işte, duanı kabul etti.'
Samir gülümsedi
'Doğru, birinci dileğim gerçekleşti.'
'Peki ikinci dileğin neydi?'
'İmkansızı diledim. İmkansızı bana nasip etmesini.'
Sayra bir şey anlamadı haliyle
'İmkansız olanı nasip etmesini istedin.'
Samir ciddiydi
'Evet, onu diledim.'
Sayra arkasına yaslandı, kaseyi ağzına götürdü, bir müddet düşündü. Sonra gülümseyerek Samir'e baktı, kaseyi yere bıraktı
'Boşuna uğraşma genç prens. Gökyüzü savaşçılarını yenemeyeceksin'
Samir bir kahkaha attı.
'Doğru, onları yenmem imkansız galiba.' dedi.
Sayra çaydan son yudumunu da aldıktan sonra esnemeye başladı.
'Genç prens benim uyku vaktim geçeli çok oldu. Kalkayım artık. Bu arada ihtiyar nerede, eve girerken uyandırmayayım.'
'Evde yok şu anda. Arkadaşı ile birlikte bir yere gitti.'
Sayra anlayamadı
'Arkadaşı mı?'
Samir açıkladı
'Bugün kapı yedi kez çalındı. Aksakala bir iyilik yapayım, açayım dedim. Kapıyı açtığımda karşımda yüzünü örtmüş yaşlı bir kamburu gördüm. Bir parça da deliydi galiba. Tam ne istediğini soracaktım Aksakal uyanıp telaşla yanıma geldi. Onun arkadaşıymış. Kambur Aksakalın elinden tuttu ve 'Gel benim ihtiyacımı karşıla arkadaş.' cümlesini defalarca söyleyerek onu bir yere götürdü. Bunca zaman oldu gelmedi.'
Sayra bir şey anlamadı
'Neyse, Aksakal Allah rızası için yardım ediyordur herhalde.'
Sayra ayağa kalktı. Samir'in merak ettiği bir şey daha vardı.
'Ben de sana özel bir soru sorabilir miyim?'
'Siyasetin dışına çıkmak istiyorsun yani. Sor ama uzun olmasın.'
'Neden evlenmedin?'
Sayra'nın beklemediği bir soru olduğu kesindi. Ama cevabı hazırdı.
'Ben sarışınlardan hoşlanırım, yani sizin şu Faragalonlu kızlardan. Onlar da beni beğenmiyorlar.'
Samir bir kez daha kahkaha attı
'Hadi ama ciddi soruyorum.'
Sayra gülmüyordu
'Gerçek sebep bu genç prens. Ben sarışın severim, Hayra da öyle. Bu yüzden birlikte aynı evde yaşlanacağız. Hadi sana iyi geceler. Bu arada sen yatmıyor musun?'
'Sana da iyi geceler. Ben biraz daha tefekkür yapayım.'
Bu kez de Sayra kahkaha attı
'Yap yap, tefekkür sana yarıyor.'
Devam edecek...