Farag Samir -Final

Uzun geceli soğuk günlerden sonra uzun gündüzlü serin günler gelir.
Aksakal



Sabah güneşinin ilk ışıkları henüz sarayın onuncu katını aydınlatmış olmasına rağmen şehir halkı saray bahçesinin arena bölümündeki tribünleri doldurmuşlardı bile. Her bir basamağı iki metre yüksekliğinde olan iki yüz basamaklı tribüne sahip muhteşem eliptik arenanın tribün kısımlarının üstü tamamen kapalıydı. Bununla yetinilmemiş, bu çatının üstü tıpkı sarayın balkonları gibi ağaçlarla donatılıp çocuklar için dev bir bahçe kurulmuştu. Bu bayram gününde bahçe kapalıydı. Turgan'dan önceki Faraglar bayram günlerinde fakir halkın o bahçeden şenlikleri seyretmelerine göz yumarlardı. Sarama şehrinde fakirliği ima eden bir çöpe bile tahammül edemeyen Turgan'ın böyle bir şeyi hoş karşılamayacağı kesindi.

Farag olduktan sonra arenanın tribünlerine de ayrı bir ihtimam gösteren Turgan tribünleri localara ayırmış, her bir locaya yedi adet deri koltuk koydurmuş, ellinci kattan başlayıp elli birinci katı da içine alan Farag locasını elli iki ve elli üçüncü katları da içine alacak şekilde büyüttükten sonra enlemesine de genişletmişti. Ayrıca locada bulunan tahtı daha bir ihtişamlı hale getirmiş, sağ tarafına Yalon ve sol tarafına Eyrafisin bir insan boyunda heykellerini koydurmuştu. Localar için yıllık kiralama sistemi uygulanıyordu. Bir kişi bir yıl içerisinde bir kez bile bir koltukta oturma niyetindeyse bir locayı bir yıllığına kiralamak zorundaydı. Elbette kiraladıktan sonra isterse yedi kişi olarak da gelebilmekteydiler.


Büyük Kürenin en büyük imparatorluğu olan Faragalon İmparatorluğu bir çok savaşta büyük başarılara imza atmışlardı. Bu sebepten üç yüz gün içeren bir yılın yaklaşık yüz gününde arenada daha önce kazanılmış bir zafer kutlanmaktaydı. Yani bir locayı yıllık kiralayan biri aslında pek de zarar etmiyordu. Hatta bir ara bu işi meslek edinenler de türemişti. Bazı uyanık geçinenler birçok locayı ilk kiralama işlemi başladığı anda bir yıllığına kiralayıp daha sonra loca bulamadığından açıkta kalan asilzadeleri fahiş fiyattan localarında misafir ediyorlardı. Turgan bu olayı duyunca çok sinirlenmiş ve derhal acil önlemler alınmasını istemişti. Bunun üzerine bir kişinin birden fazla loca kiralaması yasaklanmış, seyircilerin hepsinin Faragalon kimliklerini getirmeleri mecburi kılınmış, merasimlerde kimlikler kontrol edilerek locayı kiralayan ile akrabalık bağları olup olmadığı kontrol edilmeye başlanmıştı. Bu önlemler elbette önemli önlemlerdi ama hiç biri arenanın ortasında üç uyanığın asılması kadar etkili olmamıştı.

Faragalon İmparatorluğu tüm bayramlara gerekli özeni gösterirdi göstermesine ama hiçbir bayram Faragalon'un kuruluş yıldönümü olan Farag günü kadar önemli olamaz ve Farag günü dışında hiçbir bayramda tribünlerin tamamı doldurulamazdı. Bu Farag gününde de tribünlerde güneşin doğduğu bu anda Farag locası dışında her yer doluydu. Ve işte beklenen an gelmişti. Gökyüzünde uçan muhafız bando ekibi tribünlerin çatı bölümüne konup belirli aralıklarda dizildiler. Bu Faragın gelişinin habercisiydi. Faragın gelmesi de elbette kutlamaların başlamasının.

Bir müddet sonra çatıdaki muhafızlar trombonları çalmaya başlayınca tüm tribün ayağa kalktı. Faragiyet balonu etrafında uçan muhafızlarla birlikte arenanın üstünde göründü. Mavi balon yavaş yavaş Farag locasına yaklaştı. Sırayla generaller, rahipler, vezirler, başrahip balondan inerek locada yerlerine geçtiler ve ayakta beklemeye başladılar. Sonra Turgan ve eşi Süreme alkışlar arsında tahta oturdular. Çatıdaki muhafızlar bir kez daha trombonları çaldılar. Bu merasimin başlayacağı anlamına geliyordu. Herkes yerine oturdu.

Arena stadındaki çimler üzerinde tam olarak üç yüz otuz kız çocuğu otuz üç adet halka oluşturmuştu. Her bir halka belirli aralıklarla dizilmiş mavi şalvarlı, mavi gömlekli on yaşlarında dokuz kız tarafından oluşturulmuştu ve her bir halkanın ortasında kırmızı şalvarlı kırmızı gömlekli yedi yaşlarında kız çocuğu bulunmaktaydı. Tüm kız çocuklarının sarı saçları omuzları hizasından kesilmiş, sarı kanatları sarı simlerle daha bir parlak hale getirilmişti. Ayrıca her halkada halkayı çevreleyen kızların başlarına yaprak şeklinde taçlar konulmuş, ortasındaki kız çocuklarının başlarına çiçeklerle donatılmış birer taç konduktan sonra ellerine de birer megafon verilmişti. Gerçekten çok şirin görünüyorlardı.

Çatıdaki askerlerin trombonlarını çalmasıyla halkaları teşkil eden mavi giyimli kızlar uçmaya başladı. Hepsi daha önce yapılan onlarca provanın verdiği deneyimle Farag locası yüksekliğinin biraz daha aşağısına kadar havalandılar. Her bir halkadaki dokuz kız el ele tutuşup ayaklarını bir noktada birleşecek şekilde geriye doğru yattılar. Gayet senkronize çırpılan kanatlar ve başlarındaki yaprak şeklindeki taçlarla bir rüzgarın havada tutmayı başardığı çiçeğin yapraklarını başarılı bir şekilde temsil ediyorlardı. Sonra kırmızı giyimli kızlar aynı anda havalanıp aynı anda kendilerine ait çiçek yapraklarının ortasında havada asılı durdular, başlarını dikleştirdiler, megafonları ağızlarına götürdüler ve hep birlikte avazları çıktığı kadar bağırdılar
'Selam sana güneş! Tam üç yüz otuz yıl her sabah topraklarımızı aydınlattın. Akşamları Faragalon topraklarını görme hasretiyle yandın biliriz. Bu yüzden hiçbir sabah doğmayı unutmadın. Selam sana yüce Farag, tam üç yüz otuz yıl başımızda durdun, bizi korudun. Selam sana Faragalon halkı, tam üç yüz otuz yıl büyük küre üzerinde asaletinle, adaletinle var oldun. Selam sana büyük imparatorluk Faragalon. Kuruluşunun üç yüz otuzuncu yılı kutlu olsun.'

Tribünlerde bir alkış tufanı koptu. Çiçekleri oluşturan kızlar düzenli bir şekilde arena stadının giriş kapısına doğru alçaldılar, kapının önüne konup yavaş yavaş stadı terk ettiler. Bu sırada stadın ortasında iki bin kişilik orkestra yerlerini almıştılar bile. Müzik başladı ve orkestra dev müzisyen Sevensu'nun yeni bestelerinden birini çalmaya başladı. Sevensu kırk yaşlarında bir hanımefendiydi ve tartışmasız Faragalon İmparatorluğunun gelmiş geçmiş en iyi müzisyenlerindendi. Üç yüz otuzuncu yıl şerefine yeni üç şarkı bestelediği duyulmuştu ve herkes sabırsızlıkla bu şarkıları dinlemek istiyordu. Sonraları bu şarkıların dilden dile dolaşacağı ve imparatorlukta duymayanın kalmayacağı kesindi ama ilk duyanlardan olmak her zaman bir ayrıcalıktı.

Stada önce yüz elli tane yirmili yaşlarda genç kız ve yüz elli tane yine yirmili yaşlarda genç erkekten oluşan korosu çıktı. Her zaman olduğu gibi kızlar işlemeli kırmızı milli şalvar üzerine yine işlemeli kırmızı milli gömleklerini, erkekler ise işlemesiz mavi milli pantolonları üzerine işlemeli kırmızı milli gömleklerini giymişlerdi. Her birinin elinde megafon bulunmaktaydı haliyle. Koro Farag locasının biraz aşağısında bir yüksekliğe kadar yükselip bir kız bir erkek şeklinde stadı çevrelediler. Yüzleri seyircilere bakıyordu ve her biri gülümsemekteydi. Ellerini kaldırarak kendi eksenleri etrafında bir tam dönüş gerçekleştirdiler ve böylece tüm seyircileri selamladılar. Biraz sonra Sevensu da stada çıktı. Alkışlar arasında stadın ortasına doğru yükseldi, Farag locası yüksekliğini hayli geçti, ellerini açtı, dört bir yandaki seyircilerini selamladı. Farag locası seviyesinin üstüne bilerek çıktığını, Faragı özel olarak selamlamamayı kasıtlı olarak tercih ettiğini tüm seyirciler gibi Farag da biliyordu elbette. Sevensu gibi bir sanatçının saçma sapan bir inat uğruna belirli periyotlarda gencecik fidanları bile bile ölüme gönderen birini sevmesi, böyle birine saygı duyması düşünülemezdi zaten. Böyle bir şey önce kendisine saygısızlık olurdu. Buna rağmen Sevensu'nun imparatorluk sınırlarını aşan şöhreti karşısında Turgan bile çaresiz kalıyor ve onu herkesle birlikte ayakta alkışlıyordu. Bu gün de öyle oldu. Turgan yeni eşiyle birlikte diğer seyircilere katıldı ve ayakta alkışladı.

Kısa kumral saçlı, kısa boylu Sevensu'nun üzerinde şık sarı bir elbise vardı ve bu şık elbisenin alt kısmı ince ve elbiseyle aynı sarı renkte olan bir astar ile bacaklara kadar kapanmıştı. Bu tür kıyafetler güzel olmasına güzeldi ama ayakların rahat hareket edememesi uçarken zorlanmaya sebep oluyordu. Gerçi Sevensu gibi bir sanatçı için böyle bir sorundan bahsetmek saçmaydı. Uçuşu, havadaki duruşu, seyircileri selamlayışıyla daha şarkıya başlamadan tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Orkestra müziğin sesini biraz alt perdeden çalmaya başlayınca Sevensu'nun sesini duymanın vaktinin geldiğini anlayan tribünler mutlak sessizliğe büründü. Sevensu'nun elinde megafon yoktu. Hiçbir zaman megafon kullanmazdı. Gür sesi Büyük Kürenin en harika arenasının akustiği ile birleşince herkes tarafından kelime kelime algılanabilmekteydi. Ve işte şarkı başlamıştı:


Solo:
Ben gözlerinden öğrendim maviyi
Gökyüzünden okyanusa düştüm gözlerinde
Kanat çırpamadım üstelik çırpamazdım da
Bağladı o korkak bakışlar kolu kanadı
Esir aldı tüm bedenimi benliğimi

Koro:
Benliğim gözlerinin maviliğinde esir
Korkak bakışların kol kanadıma zincir
Benliğim gözlerinin maviliğinde esir
Korkak bakışların kol kanadıma zincir

Solo:
Ben saçlarında yaşadım geceyi
Kayboldu tüm yıldızlar saçlarında
Adım atamadım atamazdım da
Birer sarmaşıktı saçların, dolandı ayaklarıma
Mehtabına sürgün etti tüm benliğimi bedenimi

Koro:
Bedenim saçlarının mehtabına sürgün
Sensiz kalan benliğim yıldızlara küskün
Bedenim saçlarının mehtabına sürgün
Sensiz kalan benliğim yıldızlara küskün

Solo final:
Benliğim gözlerinin maviliğinde esir
Korkak bakışların kol kanadıma zincir
Bedenim saçlarının mehtabına sürgün
Sensiz kalan benliğim yıldızlara küskün

Tribünler coşmuştu. Özellikle final bölümünde Sevensu tam anlamıyla coşmuştu. Şarkıyı söylememiş adeta yaşamıştı. Gerçi bütün şarkıları yaşıyor gibi söylerdi ama bu sefer başkaydı. Gözlerinden çıkan damlalara engel olamamıştı. Artık bir yıl boyunca aşıkların okuyacağı şarkı belli olmuştu.

Gerçekten de bu şarkı Sevensu için özeldi ve aslında ilk defa da okumamıştı. Bu şarkıyı ilk olarak Samir ile Meyira'nın düğün gecesinde, yani bir hafta önce okumuştu. Samir'in babasını ne kadar sevmiyorsa Samir'i de o kadar severdi Sevensu. Prens henüz daha on yaşındayken Sevensu'nun bir konserinde dayanamamış, yanına kadar uçup ona bir demet çiçek sunmuştu. O zamanlar yirmi dokuz yaşlarında olan Sevensu bundan çok etkilenmiş, kendisine hayran gözlerle bakan prensin yanaklarından öpmüş ve onun doğum gününde saraya gelip ona özel şarkı söyleyeceğine söz vermişti. Sözünü defalarca tuttu. Tam olarak beş doğum gününde prensin özel misafiri olmuş ve ona özel şarkılar söylemişti. O gün yanına uçarak gelen o tatlı çocuk büyüdükçe kanattan kesilmiş, uçamamaya başlamıştı. Bu Sevensu'yu kahretmişti. Kin dolu babasının aksine kalbi sevgiyle dolu bu gencin iyileşmesini canı gönülden istemişti.

Mayikanlılar tarafından kaçırılıp uzun süre bulunamayınca en çok üzülenlerden biri de Sevensu olmuştu. Derken bir gün tamamen iyileşmiş bir şekilde döndüğünü duymuş ve çok sevinmişti. Bir sonraki doğum gününde ona bir sürpriz yapmak ve çok büyük bir koro ile dev bir konser vermek için karar vermişti. Sonra henüz doğum günü gelmeden üstelik de doğum gününe bir ay kala bir gün zalim Farag bir kez daha zalimliğini göstermiş, sırf başka bir inancı seçti diye oğlunun idam hükmünü vermekten geri durmamıştı. Neyse ki genç prens bir şekilde kaçmayı başarmıştı.

İki hafta önce kapısına gelen bir elçi Samir'in onunla gizli bir yerde buluşmak istediğini haber verince Sevensu büyük bir memnuniyetle kabul etmiş ve ormanın bir yerinde tahta bir evde Samir ile buluşmuştu. Samir onu düğününe davet edince çok sevinmiş ve haliyle bu şanslı kızı merak etmişti. Meyira'dan bahsederken prensin gözlerinin parladığını fark eden Sevensu dayanamamış ve Samir henüz lafını bitirmeden araya girerek sormuştu:
'Onu çok seviyorsun galiba prens.'
'Çok seviyorum efendim. Hatta...'
Samir sözlerine devam edememiş ve yüzü bir anda utançtan kırmızıya dönmüştü. Sevensu ne diyeceğini çok merak etmişti
'Hatta...'
Samir söylemek istememişti:
'Bir şey yok efendim, önemli bir şey değil.'
Bu cevaptan hoşlanmayan Sevensu genç prensi azarlamıştı:
'E hadi ama, çocuk musun koca prens? Nedir bu utangaçlık?'
Gülümsemişti prens
'Karşımdaki siz olmasaydınız da bir başkası olsaydı zerre miktar utanmaz ve Meyira'ya henüz o cariyeyken bir şiir yazdığımı söylerdim ama sizin gibi bir sanatçı için şiirim çok komik gelir?'
Sevensu prensin gözlerine bakmış ve sormuştu
'Sana komik geliyor mu?'
Elbette ki komik gelmiyordu, gelemezdi, şiir olarak ne kadar kötü olursa olsun onun için büyük kürenin en güzel şiiriydi. Samir sonunda şiiri okumuştu. Sevensu şiiri çok beğenmiş ve defalarca yeniden okutmuştu. Düğün tarihine kadar bestelemiş ve bu bayram gününde de zevkle seslendirdiği şarkı haline getirmeyi başarmıştı. Düğüne orkestra ve korosunu götürememişti. Götürmeyi ve ormanı tam bir şenlik alanına çevirmeyi çok isterdi ama gizli kalmak isteyen prens bunun olmaması için rica etmişti. Tek başına gittiği düğünde oranın yerel çalgıcılarının tüm şarkılarını çalabildiklerini ve tüm Mayikanlıların şarkılarını ezbere bildiklerini görünce çok mutlu olmuş ve çoluk çocuk tüm Mayikanlıları koro haline getirip şarkılarını seslendirmişti. Final şarkısında bir sürpriz yapmış ve sözlerini prens Samir'in yazdığı şarkısını seslendirmişti. Ne orada ne de bu bayramda sözlerin Samir'e ait olduğunu söylememiş, söyleyememişti. Prense söz vermişti çünkü. Yalnız Meyira anlamıştı. Gülümseyen gözleri daha ilk mısralarda şaşkın gözlere inkılap etmiş, daha sonra korkak gözlerle prens Samir'e dönmüş, 'Benim için mi yazdın?' anlamında bakmış, prensin başıyla olumlaması üzerine eşinin boynuna sarılmıştı.

Bu güzel bayram gününde de onu ağlatan bu aşk hikayesiydi. Herkesin aşık olduğu Sevensu böyle bir aşk yaşamamış ve o gece hayatında ilk kez birini kıskanmıştı. Bir Mayikan kızını kıskanacağı asla aklına gelmezdi. Gözyaşlarını bir mendille zarif bir şekilde sildi Sevensu. Aşık olduğu alkışlara kulak verdi, gülümsemeye başladı ve yeni bestelediği bayrama uygun iki neşeli şarkısını coşkulu bir şekilde seslendirdi. Ne koroda, ne de seyirciler arasında kendini tutabilen kalmadı. Generaller arasında bile bir iki metre yükselip kıvırmaya başlayanlar oldu. Yalnız rahipler, Farag ve eşi kendilerine hakim olabilmişlerdi.

Sevensu'dan sonra on beş yaşlarındaki harbiye okulu öğrencileri stada çıktılar. Tamamı erkek olan grup bu kez beklenenin aksine askeri kıyafetlerle değil bembeyaz sportif kıyafetlerle çıkmışlardı. Akrobatik hareketler yapacakları belliydi. En ortada bir çocuk olmak üzere iç içe çemberler şeklinde dizildiler. Bu arada orkestranın tamamı stadı terk etmemiş bir kısmı saha kenarında kendileri için hazırlanmış platformda gençlere güzel müzikleriyle eşlik etmek üzere kalmıştı.

Müzikle birlikte en dıştaki çember dik pike uçuşa geçtiler. Epey yükseldikten sonra üç parende attılar ve aynı anda aynı yükseklikte elleri açık bir şekilde durdular ve o yükseklikte asılı kaldılar. Müzik biraz daha hareketlendi ve ikinci halka havalandı, aynı yükseklikte başlayıp dört parende atarak durdular. Ayakları tam olarak bir önceki grubun başı hizasındaydı. Bir sonrakiler beş parende, sonrakiler altı, sonrakiler yedi ve en içteki çocuk sekiz parende attı ve bu şeklide arenanın üzerinde koni bir tavan oluşturdular. Seyirciler arasında locasından çok daha yukarılara kadar çıkarak elleri havada alkışlayanların çocukların akrabaları olduğu kesindi.

Müzik durdu. Bir sonraki adımı herkes merak ediyordu. Çatıdaki muhafızlar çaldıkları davullarla gerilimi ve coşkuyu arttırdılar. Önce ne üstteki çocuk baş aşağı dönüp pike düşüşe geçti. Sonra bir alt çember aynı anda ters dönüp pike düşüşe geçti. Sonra bir alttaki çember, sonra onun altındaki çember aynı şeyi tekrarladı. Tavan ters dönmüş yere düşüyordu sanki. Her bir çember yere çok yakın bir yerden aynı anda yarım saltoyla yere kondu ve tüm çocuklar başlangıç konumuna geri dönmüş oldular. Gerçekten muhteşem bir gösteriydi. Seyirciler içerisinde gururdan ağlayanlar vardı. Daha önceki hiçbir bayramda böyle bir gösteri yapılmamıştı. Yalnız on yıl dönümü olduğu için bir sürpriz de bekleniyordu. Bu muhteşem girişten sonra her yıl yapılan gösteriler biraz daha ileri versiyonlarıyla sunuldu. Her zaman olduğu gibi bu bölümde en dikkat çeken gösteri V şeklinde dizilmiş ve birbirlerine çok yakın uçan beş çocuğun yine aynı şekilde dizilmiş ve birbirlerine yakın uçan beş çocuk üzerine doğru hızla uçması, çarpışmaya çok az bir mesafe kala her iki grubun yukarı yönelerek havada birbirine teğet iki çember çizmeleri gösterisiydi. Daha önceleri bu gösteri üçer kişilik gruplarla yapılırdı. Her yıl olduğu gibi bu gösteri sırasında seyircilerin yürekleri ağızlarına geldi. Beş yıl önceki kazada kafa kafaya çarpışan iki çocuğun her ikisi de yere düşmeden arkadaşları tarafından yakalanmalarına rağmen çarpışmanın şiddeti yüzünden ölmüşler ve bu yüzden o seneki bayram tam bir mateme dönüşmüştü. Yalnız bu bayramda korkulan olmadı ve gençler görevlerini başarılı bir şekilde ifa etiler.

Vakit öğlene yaklaşmıştı. Sırada gerçek askerlerin gösterileri vardı. Önce çatının üstünde dört bir tarafta otuz üç adet küre görüldü. Küreleri fark eden seyirciler yanlarındakine gösterdiler. Kürelerde kullanılan kalkanlar Faragalon renkleri olan mavi veya kırmızı renklerdeydi. Yan yana olan herhangi iki kalkan her zaman ayrı renklerdeydi. Biri mavi, biri kırmızı. Ağır ağır birbirlerine yaklaştılar. Güneş ışınları neredeyse sahanın hiçbir yerine ulaşamıyordu. Tüm küreler yan yana geldiğinde kürelerin altındaki askerler yanlara doğru açılıp bir elleriyle çatıyı tuttular. Üstteki askerler de aşağıya doğru indiler, tüm askerler bir anda kalkanlarını aşağı doğru tutunca arena hiç ışık geçirmeyen bir çatıya sahip oldu. Gerçekten de göz gözü görmüyor dense sezaydı. O anda yüzlerce genç kız ellerinde meşalelerle stada girdiler ve uçmaya başladılar. Görülmeye değer bu sahne karşısında büyülenen seyirciler bir müddet sessiz kalıp gösterinin tadını çıkardıktan sonra delice alkışladılar.

Meşalelerle aydınlanmış arenanın doğusunda görünen bir asker hızla uçarak stadın ortasına kadar geldi, hafif eğimli bir şekilde yukarı yöneldi ve yayını gerip okunu stadın batısına yere doğru fırlattı. O anda meşalelerden bazıları yerdeki hedef tahtasına yöneldi. Tam ortasından vurmuştu asker. Alkışı hak etmişti. Sonra arenanın batısında görünen bir asker aynı hareketle doğuya doğru bir ok attı ve oradaki hedef tahtasına yoğunlaşan meşalelerin gösterdiği hedef tahtası tam ortasından vurulmuştu.

Bu gösteriyi alkışlayan generallerden birisi diğerinin kulağına eğildi ve
'Riskli bir gösteri değil mi?'
Diğeri de aynı fikirdeydi
'Kesinlikle.'
Bir müddet sessiz kalan ikinci general dayanamadı,
'Yalnız yine de çok başarılılar, göğsüm kabardı doğrusu.' dedi ve bir kez daha coşkuyla alkışladı. Çünkü tam o sırada güneyden kuzeye uçan asker de hedefi tam ortadan vurmuştu. Kuzeyden havalanan asker üzerlerine doğru yaklaşınca tüm generaller aynı anda haykırdılar
'Ne yapıyor bu, durdurun şu salağı.'
Yanılıyorlardı. Yaklaşan salak değildi ve stattaki askerler artık kimseyi durduramazlardı. Ok yaydan çıkmış ve hedefini vurmuştu bile.

Askerlerin yapacağı gösteri meşale gösterisinden sonra son bulacaktı aslında. Bağlantılarıyla çatı gösterisini öğrenen Talut derhal bir plan yapmış ve meşaleliler arasına bazı Mayikanlıları katmıştı. Bunların görevi daha önceden ortasına ok saplanmış hedef tahtalarını stada koyup zamanı gelince meşalelerle göstermekti. Gerçi doğuya konan hedef tahtasında ok yoktu. Çünkü o hedef tahtasına atış yapan kişi Talut idi. Diğer hedef tahtalarına ise Talut'un Mayikanlı öğrencilerinden ikisi ok fırlatmıştı. Oklar her ne kadar hedefe yaklaşmışlarsa da hedef tahtasını bulamamış, biri yere diğeri de hedef tahtasını aydınlatacak Mayikanlılardan birinin ayağına saplanmıştı. Gariban ne kadar bağırmışsa da seyircinin coşkulu alkışları arasında sesini duyurmayı başaramamıştı.

Dördüncü ok ise prens Samir tarafından atılmış ve hedefi bulmuştu. Faragın tam kalbine saplanan ok saplandığı bedeni kısa bir sürede ruhundan ayırmıştı. Bir anda ortalık karıştı. Bazı generaller Samir'in üzerine doğru gitmeye çalışmışlarsa da Elinde megafonla stadın ortasında havada asılı bekleyen Samir'in yanına kadar gelen Talut onları şiddetli bir şekilde uyardı
'Yerlerinize oturun generaller. Yeni Faragı mı öldüreceksiniz?'
Generaller yerlerine oturdu. Talut seyircilere seslendi
'Seyirciler de yerlerine otursun.'
Seyirciler de yerlerine oturdular. Ne generaller ne de seyirciler oradaki kişinin Samir olduğundan emin değillerdi ama birazdan anlayacakları kesindi. Talut çatıdaki askerlere seslendi.
'Askerler çatıyı açın.'
Askerler çatıyı açtılar. Artık hakikat ayan beyan ortadaydı. Oku atan gerçekten Samir'di. Talut yerde okları Faragalonlu muhafızlara çevrili olan Mayikanlılara seslendi:
'Mayikanlılar oklarınızı indirin. Artık bir tehlike kalmadı.'
Mayikanlılar oklarını indirdi. Tüm arena tam bir şoktaydı. Kimse böyle bir bayram beklemiyordu. Talut Samir'e döndü ve gülümseyerek tahtı gösterdi:
'Buyrun yüce Farag, tahtınız sizi bekliyor.'
Fakat Samir gülümsemiyordu. Yüzünde tedirgin bir ifade vardı. Talut bir anlam veremedi
'Bir şey mi oldu efendim?'
Samir Talut'a baktı
'Bir gariplik var.' dedi.
Talut bir anlam veremedi.
'Nasıl bir gariplik efendim?'
Samir farag tahtını gösterdi.
'Süreme derhal kaçtı.'
Talut gülümsedi. Ne bekliyordu ki Samir. O sadece kendini düşünen kadının eşi başında ağlayacağını mı, eşinin katili üzerine saldırıp 'Katil.' diye bağırmasını mı.
'Korkmuştur efendim, o yüzden kaçmıştır.' diye cevap vermekle yetindi Talut.
Samir Talut'un yüzüne baktı. Çok şaşkın olduğu belliydi:
'Anlamıyorsun Talut, o kadın hamile değildi. Hiçbir yedi aylık hamile kadın o kadar hızlı kaçamazdı.'
Talut bu cümle üzerine yere baktı ve şaşkınlıkla
'Neden bu kadar azlar?' diye söylendi.
Samir de yere baktı
'Az olan nedir Talut?' diye sordu.
'Muhafız efendim. Neredeyse on Mayikanlıya bir muhafız düşüyor.'
İkisi de korkuyla tahta yaklaştılar. Samir tahtın üzerinde cansız yatan kişinin başını kaldırdı. Samir ve Talut birbirlerine baktılar. Tuzağa düşmüşlerdi. O sırada tüm tribünlerden bir uğultu gelmeye başladı. Samir ve Talut yere bakınca stattaki Mayikanlılara yönelmiş yüzlerce, yukarı bakınca kendilerine yönelmiş onlarca ok gördüler. Ellerini kaldırıp geri geri uçmaya başladılar. O sırada rahipler arasından birinin alkış sesleri duyuldu. Alkışlayan rahip kapüşonunu çıkardı, ayağa kalktı, tahta doğru yürümeye başladı, tahttaki cesedi yere itti ve tahtına oturdu. Bu kişi Turgan'dan başkası değildi. Oğluna döndü ve Sarama halkının meraklı bakışları içinde oğluna konuşmaya başladı.
'Aferin Samir. İyi atıcıymışsın ve plan da hiç fena değildi. Ama bak masum birini öldürdün. Ne olacak şimdi?'
Tribünlerin Farag locasına yakın kısımlarında konuşulanları duyanlar duymayanlara, onlardan duyanlar başka duymayanlara konuşmayı aktarıyorlardı. Ne kadar sağlıklı ulaştığı ayrı bir konu olmakla beraber herkesin konuşulanları merak ettiği kesindi.
Samir soruyu cevaplamadı. Turgan konuşmasına kaldığı yerden devam etti
'Eğer bir gün Farag olsaydın sen de ne zamanlar dublör kullanacağın konusunda bilgilendirilecektin ama bu galiba hiç olmaya...'
Turgan bu cümleyi söylerken Samir'in şaşkın bakışları arasında Yalon heykelinin belden yukarısı hızlı bir şekilde açıldı. İçinden çıkan kişi Samir'e okları yönelmiş olan muhafızların oklarından kendini korumak için bir eliyle Yalon'un heykelinin üst kısmını siper alırken diğer elindeki hançeri Turgan'ın boğazına sapladı. Bu sırada beklenildiği gibi muhafızların okları ona yöneldi. Siper ettiği heykel parçası sayesinde çoğundan kurtulsa da iki ok saplandı, omuzlarına saplanan okların acısıyla heykel elinden düşünce üçüncü bir ok kalbine yakın bir yere saplandı. Samir muhafızlara hiddetle bağırdı:
'Durun.'
Muhafızlar durdular. Turgan bu haldeyken Samir'in emrinden büyük bir emir yoktu. Samir Yalon heykelinden çıkan Mayikanlı genci tanımıştı. Hayra'ydı bu genç.

Hayra içi boş açılabilir bir Yalon heykeli yaptırmış, gece geç bir vakitte orijinaliyle değiştirmeyi başarmış, içine girmiş, onca zaman sabırla beklemiş ve amacı için en uygun anı kollamıştı. Amacına ulaştı da. Boğazına saplanan hançerle yere yığılan Turgan kısa süre içinde öldü. Samir Hayra'nın yanına kondu. Gülüyordu Hayra. Ölmek üzereyken gülüyordu. Yanına gelen Samir'e
'Yalon heykelinin içinden çıkan bir ruh tarafından öldürülmek bayağı ilginç ha genç prens.'
Samir de dayanamadı güldü.
'Öyle kardeşim. Gerçekten de ilginç. Kutlarım, sonunda intikamını aldın.'
Hayra itiraz etti:
'Hayır genç prens, yanılıyorsun. Onu intikam için öldürmedim.'
Hayra biraz nefes aldı ve cümlesine devam etti
'Ben onu kardeşime, büyük kürenin en iyi prensine zarar vermesin diye öldürdüm.'
Samir'in gözleri doldu. Bunu beklemiyordu. Hayra'nın vakti az kalmıştı ve bunu iyi değerlendirmek istiyordu
'Hakkını helal et kardeşim, ben Sayra kadar akıllı değilim, onun güneş doğmadan gördüğünü öğle vakti zor görürüm. Sana haksızlık ettim.'
Samir gözleri yaşlı itiraz etti
'Hayır kardeşim, asıl siz hakkınızı helal edin. Ben sizin için hiçbir şey vermedim. Siz ise canlarınızı verdiniz.'
Hayra son cümlelerini söyleyerek bu fani hayata gözlerini yumdu:
'Özür dilemem gereken bir daha var. İnşallah Rabbim bizi cennetinde buluşturur da özrümü dilerim.'
Samir ağlayan gözlerle kahraman kardeşini ebediyete uğurladı.


Bitti...

24 Ekim 2014 24-25 dakika 68 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar