Gaygana

- Bu köyde erkekler kadınlardan erken ölür evlat, demişti, Ahmet dayı.

Sonra da eklemişti; ? Kadınlar bizler kadar, belki daha fazla çalışırdı. Çocuk doğurur.. Bizimle omuz omuza çalışırdı, tarlada, bahçede.. Tüm evin yükü, ineği, eşeği onlardan sorulurdu.. Ama onlar bizden daha uzun yaşarlar.. Neden, çünkü onlar ağlar, göz yaşı dökerler.. Kadınlar bir araya geldiklerinde içlerini dökerler birbirlerine, dertleşirler.. Birbirlerine moral verirler.. Ya biz erkekler.. Bizler ağlayamayız evlat.. Dertlerimizi başkasına açamayız.. Ne varsa içimize atarız. Sonra da çatlıyoruz içten içe.. Bundandır ki gidiyoruz erkence.. ?

Tek katlı, duvarları bir ana, bir kuzu kerpiçten yapılma, damı çorak toprağı ile sıvalı köy evinin şirinliğini yansıtıyordu evi. Toprak damlarda serçeler yuvalanırdı. Evin önünde kalın gövdeli bir dut ağacı vardı. Onlarca ağaçtan bir tek bu dut ağacı kalmıştı. Köye eskisi gibi ne yağmur yağıyordu, ne de kar.. Su kıttı. Ancak içmeye yetecek kadar su vardı. Aslında köyün bir kaç kilometre dışında bir su kaynağı vardı. Bu su köye getirilse köylü rahatlardı. Ama o eski birlik ve beraberlik, imece ruhundan eser kalmamıştı. Tellal Dursun davulunu tokmaklıyor,:

- Duyduk, duymadık demeyin ? le başlıyor, ? Ula.!.. Gelmeyeceksiniz biliyorum, ama yinede çağırıyorum? diye bitiriyordu.

Köyde ortak hiçbir şey yapılamıyordu. Ahmet dayı bunu da kendi üslubuyla açıklıyordu;

- Evlat, televizyon geldi, köylü bozuldu..

Ağaçtan yaptığı taburenin üzerine minderini koyar, sırtını dut ağacına yaslar otururdu Ahmet dayı.. Tabakasını çıkarır, titreyen parmaklarıyla tütün sarardı. Öyle ince sarardı ki, ne Tekel'in nede Amerika'nın anlı şanlı sigara fabrikaları bu incelikte sigara çıkaramazdı. Bu hüneri civarda ün salmıştı.. Sararmış bıyıklarının arasından üflerdi dumanı.. Yorgunluğunun, sıkıntısının en büyük ilacı bu üçlüydü ; tabure, dut ağacı ve sigara..

Beş yıl önce kaybetmişti hayat arkadaşını.. Gülsüm'ünü. iki çocuğu vardı; bir oğlan, birde kız.. Oğlan İstanbul'da, kız ise Almanya'da yaşıyorlardı. İkisinin de hali, vakti yerindeydi.

Yukarı köylerdendi Gülsüm.. Güzeller güzeli..Güzelliği dillere destan. İnat edip vermemişti babası. Hep böyle olurdu; kendileri evlenirken zorluk yaşayan babalar, kızlarını verirken aynı zorluğu çıkarırlardı. Karlı bir kış gününde kaçırmıştı Ahmet dayı. Dağları, tepeleri aşmışlardı.. Bir süre başka bir köyde saklanmışlardı. Gülsüm'ün babası şikayetçi olmamıştı jandarmaya.. Ama ölene kadarda affetmeyecekti.

Köy mezarlığı bir tepenin yamacındaydı. On günü geçirmez mezarına giderdi Gülsümünün.. Mezarın dağılan toprağını düzeltir, saatlerce kalırdı. Onunla konuşur, dertleşir, kendisini yalnız bıraktığı için sitem ederdi. Son bir yılda iyice düşkün olmuştu. Bir yere gidecek olsa, üç, beş adımda bir oturup dinleniyordu. Nefes darlığı yakasını bırakmıyordu. Ama sigaradan da vazgeçemiyordu. Kendi yaptığı bastonuna yaslanarak yürümeye çalışıyordu.

Uzun boylu, selvi gibi bir adamdı Ahmet dayı. Bu köyde doğmuştu. Babası maraba( hizmetçi ) olarak gelmişti bu köye. Şimdilerde göç şehirlere yapılıyordu. O zamanlar topraksız köylerden topraklı köylere yapılırdı. Aklı yetmiş, ayaklanmış tarlada öküzün peşinde, çift sürmeye başlamıştı. Ellik, orak, şahra, düven, saban, yaba, saman.. Hayatı bunlarla geçmişti.. Kazmasının , küreğinin değmediği yer yoktu bu köyde..

- Evlat, derdi, sayılı 70 gün hon derdik.. ( orakla buğday biçmek ) Köye hiç gelmeden.. Geceli, gündüzlü.. Ekşi ayran, yağsız bulgur pilavı ile.. Üstelik 40 derece sıcağın altında.. Yorgunluk, yokluk.. Ağaya duyduğumuz öfke.. Acısını öküzlerden çıkarırdık.. Zavallıların ne suçu varsa, her yıl onlarca öküz ölürdü bu köyde..

Almanya'da ki kızı ve İstanbul'da ki oğlu birkaç senede bir gelirler, birkaç gün kalır ve giderlerdi.. Akıllarına gelmiyor değildi babaları.. Ama kız ? ben uzaktayım, ne yapabilirim ki. Yakında olsaydım.. ? diyor, oğlan da ? İstanbul'a gelse sudan çıkmış balığa döner. Bunalır, bunalıma girer. Ama köyde eşeğiyle, tavuğuyla oyalanıp zaman geçiriyor ? gibisinden bahaneler uydururlardı.. Ama, hiçbiri babaya kendileriyle kalmayı teklif dahi etmemişlerdi..

Yapayalnızdı.. İyi kötü yemeğini yapabiliyor, çamaşırını leğen de yıkıyordu.. Arada komşular birer tabak yemek veriyorlardı.. Kedisi en yakın dostuydu. Kendisi açsa aç, toksa toktu.. Peşinden ayrılmazdı.. Akşam kıvrılıp uyurdu ayak ucunda..

Kötüleşmişti son zamanlarda. Günlerce yataktan kalkamadığı oluyordu. Her yanı ağrılar, sızılar içindeydi.. Gidemiyordu Gülsümünün mezarına.. Her gün dualar ediyor.; ? Al canımı, Boz Atlı Hızır ? diye yalvarıyordu.

Köylü bir doktor izine gelmişti. Her zaman olduğu gibi, ağrısı, sızısı olan, hastalığı olan koşardı doktorun yanına.. Doktorun anası, babası gururlanır, havalarından geçilmezdi.. Ahmet dayı'nın hastalığını söylediler. Doktor gidip muayene etti, ilaçlar verdi. ? İyi bir bakım şart ? diyordu. Haber saldılar oğluna. Onbeş gün sonra geldi. Babasına, çok iyi bir yaşlılar yurdu ayarladığını, orada rahat edeceğini, kendisine çok iyi bakılacağını ballandıra ballandıra anlattı. ? Hayır ? dedi Ahmet dayı, ? ben doğduğum, yaşadığım toprakları terk edemem. Ölürüm de gitmem. Sen sağ ol oğul. İlaçlarımı kullanırsam bir şeyciğim kalmaz. Senden tek ricam, beni ananın mezarına götür. ?

Gittiler.. Ağlamadı.. Hep yaptığı gibi içine attı. Titreyen elleriyle dağılmış toprağı düzeltti.. Niyaz etti taşına. Ertesi gün gitti oğlu.. Rastladığı köylülerine de : ? Gelmek istemiyor ihtiyar keçi.. ? dedi.. Babasına keçi dediği için, yaşlı bir köylü dişsiz ağzıyla, yedi sülalesine bir güzel sövdü..

Oğlu gittikten sonra, dış ahşap kapının arkasında ki sürgüyü çekip, duvara tutunarak Gülsümünden kalan ahşap çeyiz sandığının yanına gitti. Bir beze sararak sakladığı birlikte çektirdikleri siyah beyaz fotoğrafı çıkardı. Yatağının ucuna oturup fotoğrafı gözüne yaklaştırdı. Belli belirsiz görebiliyordu. ? Gülsümüm? dedi, ? can yoldaşım, bugünleri de mi görecektim. Böyle çaresiz mi kalacaktım. Oğlum yaşlılar yurduna koyacakmış beni. Ben ne ederim, tanımadığım insanların içinde.. Ah be Gülsümüm, vefasız Gülsüm, beni tek başıma bırakıp gittin ..Bak şu halime.. ?

Ağladı.. Hıçkırarak ağladı.. Yıllardır içine attıklarına ağladı.. Çektiklerine ağladı.. Yaşadıklarına ağladı.. Kedisi dört dönüyordu etrafında.. Başını ayaklarına sürüyor, gözlerinin içine bakıyordu.. Neler neler yaşamıştı bu topraklar üzerinde.. Hele bir olayı hiç unutamıyordu. Daha 7 yaşlarındaydı. Ağası için sofra kurulmuştu. Belli ki ağanın keyfi yerindeydi. ? Gel ulan hergele, gel de gaygana yiyelim ? diye kendisini çağırmıştı. Olacak şey mi, ağa birlikte yemek yemeye çağırıyordu. Yüreği yerinden çıkacakmış gibi heyecanla çarpıyordu. Utana, sıkıla sokulmuş, ekşili ekmeği ürkerek uzatmıştı tavaya.. İki lokmacık yiyebilmişti. Sonra da; ? doydum ? deyip fırlamıştı sofradan.. Emsallerini aramıştı.. coşkuyla anlatmıştı olayı : ? Ağasıyla birlikte gaygana yemişti. ? İnanmamışlardı.. ? Ermiş Gani Baba çarpsın ? diye yeminler etmişti.. İnanmışlar ve bu seferde kıskanmışlardı.. Gaygana konusu bununla kalmayacaktı; ağanın karısı kaç kez başına kalkacaktı :

- Hı.. Ağanla gaygana yedin.. Gözüne, dizine dursun, diye..

- İyi oldu evlat diyordu, Ahmet dayı, gurbet acı ama, ağalık, marabalık bitti.. Şimdi bağı, bahçesi olanlar yalvarmayla iş yaptıramıyorlar..

Bu köy ilçenin en büyük köylerinden biriydi. Bir tepenin yamacına sıralanmıştı evler.. iki cephesinde artık suları akmayan dereler vardı. Civarda ki köylere göre oldukça fazlaydı arazisi. Ama kuraktı.. Arpa, buğday ekilirdi.. Yağmur yağarsa olur, yağmazsa olmazdı.. Eskiden yüzlerce insanı doyuran bu topraklar artık yetmez olmuştu. Karşılayamaz olmuştu insanların beklentilerini.. Birer birer terk edip gidiyorlardı.. O çocuk cıvıltılarından eser yoktu artık.. Viraneydi evler.. Birçoğu yıkılmıştı.. Evlerin çoğunda birer ikişer yaşlı insan yaşıyordu.. Terk etmek istemiyorlardı doğdukları yerleri.. Yada mecburdular yaşamaya.. Ahmet dayı bunlardan yalnızca biriydi..

Mustafa :

- Epeydir Ahmet dayı'ya yemek götürmedik.. Yemekleri biraz fazla yap ta bu akşam götüreyim, dedi eşine.. Hazır olduğunda alıp gitti..

Evinin önüne geldiğinde, ahşap dış kapının ipini çekip itti.. Kapı yarı aralandı ama açılmıyordu.. Arkasında duran bir şey engel oluyordu..

- Ahmet dayı, benim Mustafa, diye seslendi..

Ses gelmedi. Çakmağını yakıp kapıyı biraz zorladı. Ve başını içeri soktu: Kapının arkasında ki Ahmet dayı idi..

- Ahmet dayı, iyi misin? deyip, yarı karanlıkta elinden tuttu..

Ve irkildi .. Eli buz gibiydi.. Tekrar çakmağını yaktı.. Yüzüne doğru tuttu.. Gözleri açıktı.. Çökmüş yanağına dokundu, soğuktu.. Bir iki sarstı.. Ses yoktu.. Kaskatıydı bedeni ..

Ölmüştü !..

Kim bilir, belki dışarı çıkacaktı.. Belki dut ağacına yaslanıp sigara içecekti.. Ama başaramamıştı. O selvi gibi adam yığılıp kalmıştı kapının arkasında. Sırtını yasladığı yaşlı dut ağacını, oturduğu ağaç tabureyi ve sadık dostu kediyi bırakarak ardında , gitmişti..

Yağmurun çiselediği bir gündü. Gülsümünün yanına gömdüler onu..

*(Gaygana ? Tereyağında pişirilen yumurta.)

17 Ocak 2009 8-9 dakika 8 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 16 yıl önce

    Gaygana tarifi de verelim👍

    GAYGANA =Malzemeler=

    1.1 yemek kaşığı yoğurt, 2 adet yumurta, karbonat, tuz ve yağ.

    =YAPILIŞI=

    1.Yumurta, yoğurt, tuz ve karbonat bir kaba konup çırpılır. 2.Ve alabildiğince un konulur. 3.Diğer taraftan kızdırılmış yağa, hazırlanmış olan karışımdan kaşık kaşık dökülüp kızartılır. 4.Ve servis yapılır.

    Sadece yumurta değil yani😙

    Öykün güzeldi, kıutlarım...