Gel Hanımefendi Gel

Şöyle bir çevrenize bakın. İşini severek, isteyerek yapan kaç kişi görebiliyorsunuz?

Güzel yurdumda insanların çok büyük bir çoğunluğu (ne yazık ki) yapmak istedikleri iş yerine, bulabildikleri işi yapmak zorunda kalıyorlar. Adam mühendislik okumuştur, alanında iş bulamadığı için pazarlamacılık yapıyordur. Bir diğeri arkeoloji bölümünü bitirmiştir, sigortacılık sektöründe çalışmak zorunda kalmıştır. Yıllarca dirsek çürüttüğü, eğitimini aldığı mesleği değil de, karnını doyurabilmek için mecburen başka bir işi yapmak zorunda kalan bir insandan ne kadar verim alınabilir ki!.. İstediği bölümü bitirip iş bulamayanların yanısıra bir de hiç istemedikleri halde puanları o bölümü tuttuğu için eğitim hayatını da memnuniyetsizlik içinde geçirenler de var tabii. İki ucu değişik özelliklere sahip bir değnek...

Öğretmen olarak atamam bir türlü yapılmadığından, kısıtlı geliriyle beni okutan aileme daha fazla yük olmamak için iş aramaya başladım. İlk önce mesleğimi yapabilmek umudu ve arzusuyla dershanelere başvurdum. Tecrübe istiyorlarmış. İyi de hiçbiriniz bana iş vermezseniz ben o tecrübeyi nereden edineceğim?

Bir süre sonra öğretmenlik yapmaktan umudu kesip "ne iş olsa yaparım"cıların safına katıldım.

Eşe-dosta, sağa-sola haber saldım, beklemedeyim. Bir süre sonra bir ağabeyimizden haber geldi. Şirketlerine bağlı bir petrol istasyonunda muhasebe işlerini de yürütecek bir müdüre ihtiyaçları varmış. Bir petrol istasyonunda müdür ne iş yapar bilmiyorum ama hemen atladım. Ticaret lisesi mezunu olduğum için muhasebeden de anlıyorum, o zaman oldu bu iş.

Görüşmeyi yaptık, işe başlayacağım. Sağolsun, Ferruh ağabey beni aldı, çalışacağım yere götürdü, yapacağım iş hakkında bilgilendirdi. Defterleri teslim aldım, dediğim gibi, muhasebe konusunda zaten sorun yok. Yapacağım diğer işler de; teslim alınan ve satışı yapılan petrol ürünlerinin hesabını tutmak, elemanlara göz kulak olmak vb. Atla deve değil yani, zaten kurulu bir düzen var.

Birkaç hafta sonra işe iyice alıştım, sevmeye bile başladım hatta.

Bir gün büromda çalışıyorum. Birden bire dışarda bir feryat koptu. Aman, ne oluyor, işçilerden biri kaza mı geçirdi yoksa diye dışarıya fırladım. Feryat araç yıkama bölümünden geliyor. Oraya doğru seğirttim. Bu arada bağırış çağırış devam ediyor. Fena halde canının yandığı anlaşılan sesin sahibi "Allah cezanızı versin sizin... Siz ne biçim insansınız... Öldürmek mi istiyorsunuz lan beni" diye kükrüyor. Ama ne kükreme, yer gök sallanıyor. Baktım, yıkama bölümünün oradan, elini kulağına kapamış, alı al moru bir adam geliyor. Hemen arkasında da bizim yıkama ekibi. Ama manzarada bir gariplik var; önde bağırıp çağıran, deliye dönmüş bir adam, onun hemen arkasında, kıkır kıkır gülen yıkamacılar. Kimi ağzını kapatmaya çalışıyor kimi karnını tutuyor, nasıl gülüyorlar. "Hayırdır beyefendi" dedim, "Bir sorun mu var?" "Buranın müdürü sen misin?" diye kükredi. "Evet" dedim, "Nasıl yardımcı olabilirim?" "Bu manyaklar beni öldürmeye çalıştılar" dedi. Adam gayet ciddi. Bizim "manyaklar" arkada gülmekten kırılıyorlar. Adam "Kardeşim" dedi, "Arabamı yıkatmaya geldim buraya. Başka araba da yok yıkanan, hemen aldılar benimkini. Bir de tabure verip oturttular beni, elime de bir çay tutuşturdular." "Ee" dedim, "Çayı mı beğenmediniz?" "Yok be kardeşim. Ben bir yandan çayımı içiyorum bir yandan da elemanlarla muhabbet ediyoruz. Bir ara kulağım kaşındı. Soktum kibrit çöpünü, kaşımaya başladım. Muhabbete dalıp fazla derine sokmuşum demek ki, müthiş bir acı duydum, çöpü çıkardım ki yarısı yok. Kulağımın içinde kalmış. Acıdan ölüyorum. Parmağımla çıkarmaya çalıştım, ulaşamadım içerdeki parçaya. Bende, kafama sıçayım, bunlara akıl danıştım, çocuklar böyle böyle oldu, nasıl çıkartırız diye. Şu uzun olanı parmağıyla denedi ama başaramadı. Bıyıklı olan "Lan sen n'aaptın, iyice iteklemişsin içeri, görünmüyor bile artık" diye iyice moralimi bozdu. Bu ikisi aralarında tartışırlarken şişman olan "Kaçılın lan ordan. Ben şimdi çıkartırım" dedi. Bu olay olduğunda elinde elektrik süpürgesi arabanın paspaslarını temizlemekle meşguldü. Diğerlerini uzaklaştırdı ve süpürgenin hortumunu kulağıma yapıştırdı."

Kulaklarıma inanamadım. Sözünü ettiği süpürge 5000 vat'lıktı. Büyük ihtimalle adamın beyni şu anda kafatasının içinde değil, süpürgenin torbasındaydı. Adam hala bağırıyordu fakat büyük ihtimalle kendi sesini bile duyamıyordu, "Beynim aktı sandım..." Adamcağız bağırıp çağırarak olayı anlatıyordu fakat dikkatimi adama veremiyordum. Sahne gözümün önünde canlanmıştı: Bizim tombalak Nusret kendinden ve yaptığı işten gayet emin bir şekilde gelip hortumun ucunu adamcağızın kulağına dayayıveriyor. Kendimi daha fazla tutamadım. Beni nasıl bir gülme tuttu. Bir tarafta ben, diğer tarafta yıkamacılar anıra anıra gülüyoruz, adamcağız aramızda öfkeden kuduruyor.

Adamı arabaya atıp en yakın hastaneye götürdüm. Kibrit çöpünü sokunca kulak zarını yırtmış. Minik bir operasyonla çöpü çıkarttılar, ilaç filan verdiler. Dönüşte büroda birşeyler ikram ettim, dil döktüm de bizi mahkemeye vermekten vazgeçti.

Bu olayı Ferruh ağabeye de anlattım. Gülsün mü kızsın mı karar veremedi. "Az önce buraya gelirken dikkatimi çekti" dedi, "Elemanlar müşterilere 'abi, abla, dayı' şeklinde hitap ediyorlar. Sen eğitimcisin, bunları ara sıra topla, müşteriye nasıl davranılması, ne şekilde hitap edilmesi konusunda filan eğit."

Ertesi gün elemanları karşıma alıp yarım saat kadar eğitim verdim. Müşteriyi kibar bir şekilde karşılamaları, erkeklere "beyefendi", bayanlara "hanımefendi" şeklinde hitap etmeleri gerektiğini söyledim. "Tamam abi, olur abi" deyip işlerinin başına döndüler.

Aradan iki üç gün geçti. Büromda Ferruh ağabeyle aylık hesapların üzerinden geçiyoruz. Bir ara bir iş için depoya inmemiz gerekti. Yıkama bölümünün kapalı kısmından geçiyoruz. O sırada "İşyerinde Tutum ve Davranışlar" konusunda eğitim verdiğim elemanlardan biri de arabasıyla yıkama yerinden geri geri çıkmaya çalışan bir bayan sürücüye yardımcı oluyor. Arabanın arkasında durmuş, bir yandan eliyle gel-dur işaretleri yapıyor bir yandan da sesleniyor, "Gel hanımefendi gel, götün götün gel..." Ferruh ağabeyle gözgöze geldik. Kalakaldım, ne söyleyeceğimi bilemedim. Kendimi toparlayıp olaya müdahale ettim ama Ferruh ağabeye karşı nasıl mahcubum anlatamam. Ben elemanla konuşurken o yürümüş depoya girmişti. Dilim döndüğünce birşeyler söyleyip durumu kurtarabilmek umuduyla arkasından gittim. Bir de baktım, Ferruh ağabey duvara dayanmış, iki büklüm vaziyette. Adam gülmekten konuşamıyor. Biraz nefes alacak hale gelince, "Bu eğitilmiş hali değil mi?" dedi, "Gerçekten de, eğitim şart."

İlk işyerimdeki muhasebecilik, müdürlük ve eğitimcilik(!) görevim ertesi yıl atamam yapılana kadar devam etti.

09 Nisan 2013 6-7 dakika 13 öyküsü var.
Beğenenler (4)
Yorumlar (5)
  • 12 yıl önce

    😆😆😆

    çok başarılı bir anlatım ..güldürdünüz beni Mehmet Bey :)

    kaleminize sağlık

    yürekten kutlarım.👍

    😆😆

  • 12 yıl önce

    Teşekkürler Demet hanım, sağolun güzel sözleriniz için. 😊

  • 12 yıl önce

    Bizler Türk Milleti olarak her şeye bir çözüm buluruz pratik zekamızla. Bir arabaya altı yedi kişi bineriz, telefona para vermemek için buzdan jeton yaparız. Trafik polisine ''Sen benim kim olduğumu biliyor musun?'' cümlesini kurarız. Eğitim baştan aşağı ülkemize lazım olan tek olgu. Bunu başardığımız zaman zaten gelişmiş ülkelerin arasına katılırız. Tebessümde ettiren bir öykü idi Mehmet bey kutlarım...😆

  • 12 yıl önce

    👑👑👍

    ilk okuduğum zamanda bayılmıştım..hayatın ta kendisiydi yazınız Mehmet Bey..

    tekrar kutlarım ...hak ettiği yerde taçlandırıldığı için

    saygımla

  • 12 yıl önce

    Güzel yorumlarınız için teşekkür ederim. Sağolun varolun.