Geri Zekalı Üçüzler
"Allah kahretsin, rezil olduk, nasıl bakacağız el alemin yüzüne" diye diye çıktı mahkeme salonundan Remzi. Karısı Zekiye'nin öfkesi yüzünden belli oluyor, ancak sesini çıkaramıyordu. Zamanında çok söylemiş, ancak dinletememişti kocasına. Ve işte olanlar olmuş, okul idaresi aleyhine açtıkları davayı kaybetmişlerdi. Mahkeme kendilerine bir tercüman aracılığı ile herşeyi açıklamış ve okul idaresinin kararına karşı gelmeleri halinde üçüz çocuklarını korumaya alacağını açık ve net olarak bildirmişti. Yapacak birşey yoktu. Çaresiz evlerine döndüler.
Altı yıllık evliydi Remzi ile Zekiye, ikisi de çalışıyor ve mutlu mesut yaşıyorlardı. Ancak, çok istemelerine rağmen çocukları yoktu. Ne yapsalar fayda etmiyordu. İkisinin de organik olarak bir engeli yoktu ama, olmuyordu işte. Sonunda bir kliniğe gidip muayene olmaya karar verdiler. Sorun tespit edilmiş ve tedavi aşamasına geçilmişti. Altı ay boyunca doktorun gözetimi altında kaldılar, ne dediyse yerine getirdiler. Hemen her hafta iki kez uğruyorlardı kliniğe ve doktorla görüşüyorlardı. Her türlü tahlil yapılmış ve tedaviye başlanmıştı. Nihayet hamile kaldı Zekiye. Deli olmuşlardı sevinçten. Hele bir altı hafta geçsin, o zaman anne adayı oluyordu Zekiye. Bunun için kendisine doktorun düzenlediği bir kimlik veriliyor, bu kimlikle yaşamı değişiyordu adeta. Ve beklenen gün gelmişti işte, üçüz taşıdığını öğrenmişti Zekiye. Hem kara kara düşünüyor, hem de sevinçten havaya uçuyordu. Bir isterken yüce Allah üç evlat birden veriyordu. Anne adaylığı kimliğini alır almaz şehir idaresine başvurdu. Doğumdan 18 ay sonrasına kadar hatırı sayılır bir maaş bağlanmış, çalıştığı yerde üç yıl süreli "annelik izni" statüsüne girmiş, ilgili daireye başvurarak hamilelik ve annelik süresince ne yapması gerektiğine ilişkin bilgileri içeren kitap ve dökümanları alıp okumaya başlamıştı bile. Remzi ise hiç oralı değildi, o sadece devletten gelecek ek parayı düşünüyordu. Öyle ya, bir çocuk için 150 euro, üç çocuk için 450 euro ek para girecekti kasaya, hem de çocukları 18 yaşını dolduruncaya kadar, üstelik ödediği vergi miktarı da düşecek, hatta gelir durumuna göre üste para bile alabilecekti.
Zekiye hamileliği süresince her hafta doktoruna gidiyor, onun verdiği cimnastik hareketlerini harfiyen uyğuluyor, ve kendini anneliğe hazırlamak için şehir idaresinin verdiği kitapları harıl harıl okuyor, okudukça da kendi kendisi ile gurur duyuyor, çok iyi bir anne olacağını düşünüp mutluluktan uçuyordu. Göz açıp kapayana kadar geçmişti işte dokuz ay. Küçük, ama çok temiz ve bakımlı bir klinikte normal olarak doğurdu üçüzlerini. Hamilelikte cinsiyet öğrenmeyi düşünmemişti. İstememişti daha doğrusu. Hemşire gelip iki erkek bir kız çocuğu olduğunu söylediğinde gözyaşlarını tutamadı mutluluktan. Normal yoldan ve çok sağlıklı olarak dünyaya gelmişti bebekler. Ah bir de ağlamasalar dünyalar Zekiye'nin olacaktı. Üç gün kaldı klinikte üçüzleri ile birlikte. Sonra evine çıktı. Odanın birini üçüzler için ayırmışlardı. Yaşadıkları küçük kentin tarihinde ilk üçüz doğum olayı kendisine kısmet olmuştu. Bu nedenle bir gıda firması bebeklerin bir yıllık maması için para almayacağını bildirdi. Kağıt ve hijyenik ürünler satan bir mağaza da bir yıllık bez ihtiyacını karşılıyacağını duyurdu. Şehir idaresi zaten çocukların elbiselerinden arabalarına, oyuncaklarından oturaklarına kadar herşeyi eksiksiz temin edip göndermişti. Yoruluyor, uykusuz kalıyor ancak bundan büyük bir mutluluk duyuyordu. Üç çocuğu aynı anda büyütmek pek kolay değildi. Dayandı Zekiye. Zevkle, aşkla, sevgiyle dayandı. Doktorundan ve aile danışmanından öğrendiklerini harfiyen uyğuluyor, kitaptan öğrendiklerini bir bir yerine getirmek için kocası ile tartışma uğruna inadından vazgeçmiyor, üçüzlerinin sağlıklı ve huzurlu büyümesi için büyük bir çaba harcıyordu.
Ve nihayet dördüncü yaşını bitirdi üçüzler. İki yıl sonra okula başlayacaklardı ve okul öncesi eğitime başlamaları gerekiyordu. Remzi bunun gereksiz olduğunu savunuyor, bütçe durumlarını öne çıkararak masraf olacağını söylüyor, ana okuluna göndermeyeceğini söylüyordu. Zaten çocuklar için devlet tarafından ödenen "eğitim parası" ve Zekiye'ye ödenen "annelik maaşı" da kendi banka hesabına yatıyordu aydan aya. Zekiye'nin tüm ısrar, inat, hatta kavgasına rağmen göndermedi çocukları ana okuluna. Ve dört yıldır hesapta biriken para ile Türkiye'de bir ev daha aldı. Zekiye buna şiddetle karşı çıkmış, evleri olduğunu ve bu paranın çocukların eğitimi için harcanması gerektiğini ısrarla söylemiş ancak kocasına dinletememişti.
Neticede Remzi'nin o anlaşılmaz inadına boyun eğdi. Göndermediler çocukları okul öncesi eğitime. Remzi sürekli "seneye zaten okula başlayacaklar" deyip duruyordu.. Ve üçüzlerin okul çağı da geldi nihayet. Zekiye ilk gün ellerinden tutarak kendi götürdü okuluna çocukları. Kendine yetecek kadar Almanca bilgisi vardı. Okul idaresinden gerekli bilgileri alıp birkaç gün daha refakat etti çocuklarına. Sonraki günlerde servis gelip alıyor ve eve kadar da getiriyordu. Zekiye'nin o saatte evde olamama gibi bir durumu varsa bunu önceden okula bildiriyor, kendisi gelene kadar çocuklar da okuldaki "serbest zaman atelyeleri"nde rehber öğretmen eşliğinde vakit geçiriyor, aynı zamanda birşeyler öğreniyorlardı. Birkaç hafta geçti böylelikle. Bir gün okul idaresinden mektup aldı Zekiye. Remzi ile birlikte görüşmeye çağırıyordu okul müdürü. Görüşmenin günü ve saati de bildirilmişti gelen mektupta.
"Hayırdır inşallah!!" diye diye gittiler okula randevu günü. Bildirilen saatte bir görevli gelip kendilerini büyükçe bir odaya aldı. Okul müdürü ve Zekiye'nin tanıdığı sınıf öğretmeni ayağa kalkarak karşılayıp yer gösterdiler. İçine bir kurt düşmekle birlikte ne olduğuna bir anlam veremiyordu Zekiye. Okul müdürü önündeki dosyayı açtı ve kendilerine çocuklarının durumu ile ilgili bilgi vermek üzere çağırdıklarını söyledi. Ne olabilirdi ki. Remzi de Zekiye gibi merak içindeydi. "Remzi bey ve Zekiye hanım" diye söze başladı okul müdürü. İkisi de anlıyorlardı okul müdürünün konuşmasını. Uzun uzun üçüzlerin durumundan sözetti, ve sonunda çocukların öğrenme güçlügü çektiklerini, bu durumda bu okula devam etmelerinin mümkün olmadığını ve üçüzlerin yarından itibaren özel okula gönderileceğini söyledi.. Müdürün "özel okul" dediği okullar Almanya'daki Türkler arasında "APTALLAR OKULU" olarak bilinen "SONDER SCHULE" idi. Bu okulların adı her ne kadar Türkçe'ye ÖZEL OKUL olarak çevrilse de halk arasında geri zekalı çocukların gittiği okul olarak biliniyordu. Başına bir kazan kaynar su indi sanki Zekiye'nin. Nasıl geri zekalı olabilir di çocukları. Hem de üçü birden. Altı yıldan beri yememiş içmemiş onlarla konuşup oynamış, masallarla uyutmuş, bisiklete binmeyi, trafik ışıklarını, kağıt kesip yapıştırmayı ve daha neler neleri öğretmişti. Bu ne demek oluyordu. Remzi Zekiye'den de şaşkındı. Üçüzleri geri zekalı olamazdı. Okul idaresi yanılıyordu. Mahkemeye verecekti idareyi. Verdi de..
Mahkemeden çıktıklarında Zekiye'nin yüzünde müthiş bir öfke, Remzi'de ise kırık bir hüzün ve pişmanlık vardı. Kafasını önüne eğmiş, Zekiye'nin çıkışlarını tek kelime etmeden dinliyordu şimdi. "El alemin ne dediği benim umurumda değil Remzi efendi, hadi biraz daha tasarruf et de bir ev daha al bu çocukların parası ile, duydun tercümanın ve eğitim psikoloğunun dediklerini. Kim geri getirecek bu yavruların bir yılını.." diye söylene söylene yola koyuldular eve doğru.
Mahkeme heyeti tarafları dinlemiş, okul idaresinin evraklarını incelemiş ve çocukların hemen bir yıl süre ile GERİ ZEKALILAR OKULU' na gönderilmesine karar vermişti. Üstelik okul masraflarını devlet karşılamıyordu. Bu çocukların eğitimini ihmal ettikleri gerekçesi ile aileye verilen maddi bir ceza hükmündeydi. Çocuklar altı yaşına kadar Almanca öğrenmeden büyümüşler okulda verilen dersleri anlayamıyorlardı. Tek sorun dil sorunuydu yani. Çocukların zekası gayet yerinde ve normaldi. Ancak söyleneni anlamadıkları için akranlarından ayrı kalıyor, sınıfta uyumu gözle görülür şekilde bozuyor, öğretmene zorluk üstüne zorluk çıkarıyorlardı. Bu nedenle, çocukların önce dil öğrenmek amacı ile ÖZEL OKUL'a gönderilmesi gerektiği yolunda karar vermişti üç kişilik eğitim psikoloğları. Aralarında bir de Türk vardı psikoloğların. Mahkemeye tercüman olarak da o gelmişti. Duruşmadan çıktıktan sonra Zekiye ve Remzi'yi karşısına alıp uzun uzun ne yapmaları gerektiğini anlattı. Bir an önce çocukların dil öğrenmesi gerekiyordu. Bu da yeterli olmayabilirdi, çünki yaşamın içinde öğrenilmeyen dil pek de verimli olamıyordu. Çocuklar okul öncesi eğitim almadığı için bu fırsat kaçmış, TASARRUF derken daha büyük bir masraf açılmıştı Remzi'nin başına. Üstelik dava sahibi kendisi olduğu ve davayı da kaybettiği için hatırı sayılır bir mahkeme ve tercüman ücretini de kendisi ödeyecekti..
Başı önünde "ne derim ben arkadaşlara, benim çocuklarım geri zekalı olamaz, olamaz..." diye söylene söylene çıktı dışarı..
İbret dolu bir gurbet öyküsü kaleme almışsınız Mehmet bey. Anne ve babaların ihmalkârlığı yüzünden çocukların dil öğrenememesi sonucunda zeka özürlü damgası yemeleri, ne kadar hazin ve düşündürücü. Eminim ki buna benzer bir dolu hikaye vardır Almanya'da. O anaokulu için verilmekten kaçınılan paranın daha fazlasını bir sonra ki dönemde başka eğitimler için vermek zorunda kalmak. En büyük problem sanırım Almanya'da Türk gibi düşünmek, oysa hangi toplumda yaşıyorsanız geçici de olsa oranın düşünce yapısını kendi düşünce yapınız yapmalısınız. Ders alınası bir hikaye kutluyorum Mehmet bey...👍
😙😙😙 Öykü mükemmel olmuş,emeğinize kaleminize sağlık👑👑👍
ibretlik bir paylaşım...
olaki yaşadığınız yada şahit olduğunuz bir gerçek üstadım...gurbetçilere dair hayatın içinden olayı o kadar güzel kaleme anlatmışsınız ki bize de o kalemi o yüreği alkışlamak düşer. her dem saygımla