Gizli Element: Şimdinin Yaşayan Hayaletlerinden-4

- 4.BÖLÜM -


Türkiye Cumhuriyeti , Sivrihisar Maden Tetkik Arama Enstitüsü'nün bilimsel araştırmalarına yıllık 998 milyon lira aktarıyordu. Bu devlet için bir madene aktarılabilecek çok hayali bir miktardı. Ama orası basit bir madenle kalmayıp ülkenin beklide Asya'nın en teknolojik nükleer araştırma merkeziydi. İçerisinde iki yüz elliden fazla, madenci adı altında bilim adamı çalışıyordu. Burası Türkiye'nin bile bilmediği, askeriyenin bağımsız gizli alanıydı ve devlet kanadı dâhil hiç kimsenin haberi yoktu. Tamamen askeriyenin kurduğu bir alandı nitekim Devlet bu kadar büyük bütçeyi tabiî ki de bir madene gömemezdi ama askeriye bunu yapabilirdi.
Yerin yirmi metre altında bir grup bilim adamı aralarında tartışıyorlardı. Üzerinde çalıştıkları projenin bulundukları yer kadar gizli olmasına aldırmıyorlardı. Maden Tetkik Arama Enstitüsü adı altında yürüttükleri çalışmanın mutlu sonucunu görmek ilk başlarda bir hayal gibiydi fakat bunu gerçekleştirmişlerdi. Odadaki herkes bunun haklı gururunu yaşıyordu. Tüm bu neşe devam ederken içeriye giren araştırma başkan yardımcısı Prof. Dr. Şenel Fatma BOYDAĞ odada bulunanların dikkatini çekecek kadar güzel bir kadındı. Kıvrılarak merdivenlerden inip ekibin yanına geldi ve tedirgin bir ses tonuyla toplantı odasına geçileceğini söyledi. Takım halinde toplantı odasına gidilirken soğuk rüzgarlar estiği anlaşılıyordu. Yolunda gitmeyen bir şeyler olmaması gerekiyordu, yoktu da. Çünkü üç yıllık askeriyeden bile gizli yapılan bir makinenin çalıştığı apaçık ortadaydı.
Evet, bu çalışma askeriyeden de gizliydi bunu gizlemek için de üç sene içinde birçok silah ve teknolojik alet yapmışlar ve ASELSAN aracılığıyla ordunun kullanımına sunmuşlardı. Ordu kuşkulanamazdı çünkü istekleri fazlasıyla yerine getiriliyordu. Askeriyenin fazladan maddi kaynak talepleri bile sırf bu proje yüzünden Patronları tarafından geri çevrilmişti. Bu projeyi kimse duymamalıydı. En azından çalışana dek.
Toplantı odasında bilim adamları yerlerini aldılar ve gergin bekleyiş başlamıştı. Acaba kim gelecekti? Müdürün gelmeyeceğinden herkes emindi çünkü Engin Hanım'ın bu konuda çok göz önünde tutulması istenilmediğinden o merkeze çok sık gelmez sadece bilimsel araştırma raporlarına bakar gelişmeleri takip ve teyit ederdi.
Yoksa Patron Baba mı gelecekti? Fakat Patron Baba'nın üste olduğu bile meçhuldü. Neler oluyor herkes anlamak istiyordu.
Patron Baba dünyaca ünlü İnönü teoremleri'nin sahibi Erdal İNÖNÜ' den başkası değildi. Erdal Bey babasının kurduğu Ankara Üniversitesi'nin ilk Fakültesi olan Fen Fakültesi mezunuydu. Ve o bölümün ilk öğrencisi dolayısıyla ülkenin de ilk fizikçisiydi. Akademik kariyerinin başlangıç noktasıydı Ankara. Daha Sonra mastır ve doktorasını Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü'nde yapıp ülkesine bir bilim adamı olarak dönecekti. ODTÜ'de bir müddet profesör unvanıyla rektörlük yapacak 1974 yılında Boğaziçi Üniversitesi'ne geçecek ve 1983'te SODEP'in kurucusu ve genel başkanı olarak siyasete atılıncaya kadar bu üniversitede bilim adına çalışmaya devam edecekti. Daha sonraTürkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu'nun ( TUBİTAK) kurucularından olup bu kurumun müdürlüğünü yapacaktı. Babası İsmet Bey'de devletin kurulma gayesine uygun olarak Erdal'ın bilim adamı olmasını istiyordu ve onu bu gayeye uygun olarak yetiştirdi. Arkadaşının söylediği ?Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.' Sözüne sadık bir kişilikti İsmet Bey ve Erdal tabiî ki de ilim ve Fen alanında büyük işler yapacaktı. Çünkü o Atatürk çocuğuydu çünkü o İsmet Bey'in oğluydu.

Toplantı odasına elindeki koca bir dosyayla giren Erdal İnönü'nün diğer eli kulağındaydı ve telefonla görüşüyordu. Odadaki herkes bu konuşmaya sonradan dâhil olmuşlardı ve sadece birkaç kelime duyabilmişlerdi.' ...atacağım mesaja göre hareket et.'
Erdal Bey telefonu kapatıp sanki bir şahesermiş de bütün kıskanç bakışları üzerine toplayıp lanetliyormuş gibiydi. Sinirli olduğu dışarıdan çok belliydi, dosyasını hiç de nazik olmayan bir tavırla masaya fırlattı ve koltuğuna yerleşti. Telefonunu çıkartıp hararetli hararetli birilerine biraz önce bahsettiği mesajı atmaya başladı. Mesajı göndermiş olmalıydı ki telefonunu masanın üzerine koydu. Sonra teker teker masanın etrafındakilere göz atmaya başladı. Hemen sol yanında Şenel Hanım oturuyordu ve karşısında Engin ARIK'A ait olan koltuk boş duruyordu. Boş koltuğun yanında Prof. Dr. Gülsen ÖNENGÜT ve Doç. Dr. İskender HİKMET vardı. Bu ikilinin karşısında Prof. Dr. Vural ALTIN oturmaktaydı. Masada ülkenin en iyi ve en deneyimli fizikçileri oturuyordu, en cesur deneylerden çıkmışlardı ama hiçbiri o anda konuşmayı beceremiyordu. Birkaç dakika sonra sessizliği bozan Erdal Bey oldu;
- Deşifre edildik!

25 Mayıs 2010 4-5 dakika 5 öyküsü var.
Yorumlar