Göç Veren Köylerde Hayat
Oğlumun ''Göç Veren Köylerde Hayat'' adlı belgeselin çekim hazırlıklarını yapmak üzere gittiğimiz köylerde hiç aklıma gelmeyecek hayat hikâyeleri dinledim. İlk ziyaretimiz Kastamonu'nun bir köyü oldu. Köyde zamanında seksen hane yaşarmış, şimdi on beş hane kalmış. Kalanların tamamına yakını da altmış ila doksan yaş arası. Genç olarak köye sonradan çobanlık yapmak üzere gelen bir aile ile, henüz askerliğini yapmamış bekar imam var. İmamın da bir askerlik günü gelse de buradan kaçsam kurtulsam der gibi bir hali var. Köy orman köyü olduğundan gençler birer birer büyük şehirlere gidip yerleşmişler kendilerine yeni bir hayat kurmuşlar. Gidenlerin bazıları zaman içerisinde anne ve babasını yanlarına alıp götürmüş. Bazıları da şehre gidince anne babayı unutmuş. Köyde kalanların çoğu unutulanlardan. Kalanlara sordum.
''Bey amca neden oğlunun yanına gitmedin.''
-Götüren olmadı ki gidelim.
Diğer dedeye sordum. ''Neden oğlunun yanına gitmedin.''
-Gelinim istemedi. Ha haksızlık yapmayayım, sizi istemiyorum diye yüzümüze söylemedi. Hal ve hareketleriyle istemediğini belirtince bizde şehirde duramayacağımızı, sıkıldığımızı, köyde daha rahat yaşayacağımızı söyleyerek geri köyümüze döndük. Köroğlu ayvaz birbirimize destek olup yaşamaya çalışıyoruz. Allah eşime sağlık, sıhhat, hayırlı uzun ömür versin. Allah benim canımı eşimden önce alır inşallah. Eğer geriye kalırsam perişan olurum.
Birine daha sordum. ''Sen niye gitmedin çocuklarının yanına.''
-Benim çocuğum yok. Ben hiç evlenmedim. Otuz yaşına kadar benim beğendiğim karşıma çıkmadı. Otuz yaşından sonrada beni beğenen çıkmadı. Orada burada gezerken bir baltaya sap olamadım. Şimdi ne evim var, nede kendimi geçindirecek gelirim var. Devletimizin verdiği yaşlılık maaşıyla ve konu komşunun yardımlarıyla geçiniyorum. Dua ediyorum ki kaldığım bu evin sahibi ben ölene kadar köye dönmesin. Zamanında söz geçiremediğim iç dünyama küs olarak yaşıyorum.
Onca sıkıntı, üzüntü içinde yaşayan bu güzel insanlar o günün sonunda bizi bir gece misafir etmeden bırakmadılar. Sabah ayrılırken;
''Aman evladım yaşlanınca insan çocuk gibi oluyor, her şeyden çabuk alınıyor. Yaşlılarınıza iyi davranın, onların yanında ağzınızdan çıkan söze dikkat edin. Unutmayın sizde yaşlanacaksınız. İnşallah siz unutulanlardan olmasınız. Bizim yaşantımızı, söylediklerimizi televizyonlarda gösterin, gazetelerde yazın ki çocuklarınız ibret alsın. İbret alırlarsa sizler unutulanlardan olmasınız. Diyerek bizleri uğurladılar.
İkinci durağımız Sinop'un bir köyü oldu. Burada da zamanında yüz haneye yakın insan yaşarken şimdi yirmi hane kalmış. Bu köyde bana en ilginç gelen ise yetmiş beş yaşında ki bir teyzemizin öyküsü geldi. Bu teyzemiz on dört yaşında anne ve babasının uygun bulduğu kişiyle evlenmiş. Evlendiği kişiyi ilk defa düğünü yapılırken görmüş. Zaman geçtikçe tanırım tanıdıkça severim demiş ama sevmemiş kaderim deyip katlanmış sevmediği halde altı tane çocuk yapmış. Altısı da kız olmuş. Kocası bir erkek çocuğu olmasını çok istemiş. Ama ömrü yetmemiş otuzunda Allah'ın rahmetine kavuşmuş. Asıl çilesi eşinin kaybı ile başlamış.
''Nasıl bir çile teyzeciğim.''
-Sorma yavrum. Eşim ölünce bir anda bütün yük omuzlarıma kaldı. O ana kadar evin bütün işlerini ben yapıyorum, bütün yükü ben çekiyorum zannediyordum. Meğer yanılmışım bütün işlerimiz ortaklaşa yapıldığından ben fark edememişim. Ama ne yapalım kader, hayat devam ediyor bir şekilde sorunların üstesinden geleceksin. Nitekim geldim de. Altı tane kızımı yetiştirdim, gelin ettim. Hiç evlenmedim. Onları üvey baba eline bırakmadım. Ama onlar benim yaptığımı yapmadılar. Giden bir daha geri dönmedi. Gelen de sadece iki bayramın birinde ancak geldiler. Yaşım yetmiş beş, aha bu camın önünde gece günüz oturuyorum ha bugün ha yarın gelirler diye yollara bakıp duruyorum. Kapımı açan yok. Tek korkum ölürümde konu komşunun haberi olmaz buralarda kokar kalırım. Yinede onlara kızgın kırgın değilim. Allah işlerini güçlerini rast getirsin. Yuvalarında huzurlu mutlu olsunlar. Belki de onları büyütürken helale, harama dikkat etmedim. Doğruyu eğriyi tam olarak öğretememiş olabilirim. Bu dünya imtihan dünyası, ben evlatlarımla, evlatlarım da anneleriyle imtihan oluyorlar. İnşallah çocuklarım yanlıştan dönerlerde imtihanı kazananlardan olurlar.
Diğer komşularla epeyce sohbetten sonra biz müsaade isteyip köyden ayrılıp Yozgat'a doru yola koyulduk.
İlk durağımız merkeze bağlı bir köy. Burada ki manzarada gittiğimiz köylerden farksız. Evlerin çoğu sahipsizlikten yıkılmış, ayakta kalanlarda son günlerini yaşıyor gibiler. Ha yıkıldı ha yıkılacak. Çoğu insanla sohbetimizden sonra bize öncülük eden bir amcamız özellikle bir haneyi ziyaret etmemizi istedi. Gittiğimiz ev iki katlı bahçe içerisinde köyde ki mevcut evlerin en iyisi denilebilinecek durumda. Evin alt katında doksan yaşlarında yatalak durumda olan bir nine yaşıyor. Üst katında ise oğlu ailesiyle birlikte yaşıyorlar. Ziyaretimize alt kattaki nineden başladık. Baktığımız zaman ninenin genel sağlık durumu iyi konuşulanları anlayabiliyor. Sorularımıza rahatlıkla cevap verebiliyor durumda.
Ben sormaya başladım.
''Teyzeciğim, Kaç çocuğun var?''
-Üç tane. İki kız, bir oğlan. Kızlarım evli köyümüzde yaşamaktalar. Oğlum da evli üst katta beraber kalmaktayız.
''Ne mutlu sana, çocuklarının tamamı yanında'' Deyince yaşlı teyze;
-Doğru ama kızlarım olmasa belki de buralarda kokacağım yara bere içinde kalıp vücuduma kurtlar düşecek.
''Neden teyzeciğim. Oğlun, gelinin, torunların üst katta''
-Ah evladım, oğlum gelinim canları isterlerse gelirler. Çoğu zaman kapımın önünden geçip burada anam var mı? Yok mu? Demezler. Ancak çağırırsam gelirler. Kızlarım gelip işlerimi yapıp giderler. Allah onlardan razı olsun. Neye üzülüyorum biliyor musun? Rahmetli kocam da ben de bir oğlumuz olunca yaşlandığımızda bize bakar diye evi ve tarlaların en verimlilerini oğlumuzun üzerine yaptık. Ama hata yapmışız. Allah kızlarıma güç kuvvet sağlıklı ömür, oğluma da merhamet versin. Evlatlarına da merhamet, anne baba sevgisi versin. Çünkü onlarda anne ve baba. Onlarında evlatlarının sevgi ve saygısına ihtiyaçları olacak.
Biz çalışmalarımız esnasında bir birilerine sevgi ve saygıyla bağlı ailelerde tanıdık. Onların güzelliklerine şahit olduk ama bu yazımızda sadece sevgi bağları kopmuş olanları dile getirdik.
Son olarak söyleyeceklerim; Allah hepimizi anne ve babasını baş tacı edenlerden eylesin.
Şubat 2013 Ankara