Gül Reçeli

Çiçek kokularının Akdeniz’i kuşattığı bir ilkbahar gününün erken saatleriydi. Güneş doğup doğmamakla kararsız kalmış, doğunca da ışığını yansıtıp yansıtmamak arasında bir gelgit yaşamıştı. Adeta bir gelin gibi ışıl ışıl olan Güneş’in önünü kapatan parçalı bulutlar için bir duvak benzetmesi yapmak, en esaslı teşbihti. Tüm bu gözlemlerim ve edebi hissiyatlarım esnasında bir aslan gibi esnerken, aklıma dostum Kaplan’ın o sabah için kahvaltı daveti aklıma geldi. Kaplan, gönül dostlarını bir kahvaltı organizasyonuna davet etmişti. Bana da bir davetiye gelmişti. Bu davete icabet edecektim. Zaten bu nedenle de güneş doğar doğmaz kalkmıştım. Mükellef olacağını düşündüğüm kahvaltı için akşam erken yatmayı elzem görmüş, cep telefonumun alarmını da ayarlamıştım.

Hemen hazırlanıp evden çıktım. Renkli kareli spor bir gömlek ve yamalı kot pantolon kombinasyonuyla klişe bir görüntü sergilesem de kahvaltıya katılan gönül dostları arasında en şık olma gibi bir gayem yoktu. Kaplan’ın evine yayan gidecektim. Bu yüzden hemen sahile indim. Sahil bandında yürürken çiğ düşmüş ağaç yapraklarının yarattığı rutubetli havanın çiçek kokularıyla birleşip havada yarattığı özgün esansı ciğerlerime çekmiştim. Bu sırada sahilde gördüğüm yavaş bir tempoda koşan, fit olmaya azmetmiş yaşlı adamlar, takdirimi kazanmıştı. Sağa sola baka baka Kaplan’ın evine geldim. Gönül dostlarından birkaç kişi benden önce gelmişti. Saat 8 sularıydı ve davetliler teker teker icabet ediyorlardı. Abbas, Tomruk ve Sıtkı, tanıdığım simalardı. Şehir dışından bile davetlilerin geleceğini öğrenmiştim. Kaplan’la arasında bir süredir soğuk savaş olan Aslan Bey’in bile geleceğini öğrenmiştim. Kaplan, radikal bir karar almış ve Aslan’a ‘’Gel ne olursan ol, yine gel.’’ diyerek hoşgörü gönyesinin ne kadar geniş olduğunu ele güne karşı resmetmişti. Davetlileri kapıda bir vale gibi karşılayıp geniş salonundaki koltuklara oturtan Kaplan, benle özel olarak ilgilenip kendimi evimde gibi hissetmemi sağlamıştı. Kiraladığı aşçı ve garsonla yarattığı etkinliğe ne kadar önem verdiğini tescil etmiş oluyordu. Kahvaltı hazırlanırken gönül dostlarına espriler yapıyor, şen tavırlar sergiliyordu.

- Emir, demek 2 kilometre sahilden yürüdün ha! Baboş, bir alo deseydin evinden aldırırdım seni.

- Bir dahaki sefere ararım. Kahvaltı’da kuş sütü var mı?

- Kuş sütü yok ama Gül reçeli var. Bizzat Isparta’dan kendi yolduğum gülleri bir dizi işlemden geçirmek suretiyle yemeye hazır hale getirdim.

- Essah mı? Bakıyorum da yine nüktedan günündesin.

Kaplan, belki şaka yapmıştı; ama kendi yapmasa bile Gül Reçeli’nin doğallığı ve aromasındaki kalite, uzaktan hassas burnuma gelmişti. Cümbür cemaat masaya oturup menemen, sucuk, tereyağı, söğüş domates, yeşil kırma zeytin gibi kahvaltıda aşina olduğumuz gıdaları yiyip aç karnımızı doyururken benim gözüm kahvaltıya noktayı onunla beraber koyacağım gül reçelindeydi. Nihayetinde gül reçelini tereyağı eşliğinde yemeye başlarken mest oluşumun ilk saniyelerini yaşamıştım. Tereyağının kalitesi de lezzettin ahengini birkaç kez katlamış gibiydi. O an Kaplan ile göz göze geldik. Kahvaltıyı mükemmel bulduğumu hal ve tavırlarımdan anlamıştı. Onun da içi gülüyordu. Gönül dostlarıyla hep bir arada idi. Özellikle Aslan’ın gelmesi onu daha bir şen kılmıştı.

- Tereyağını beğendin mi baboş? Bir kırda başıboş bulduğum bir inekten kendi ellerimle sağdığım sütün bir ürünüdür o.

- Peh! Yahu Kaplan yine caka satıyorsun. Aha burada son kullanma tarihi yazıyor.

- (Kaplan Abbas’a dönerek) Bunun da gözünden bir şey kaçmıyor.

Gülüşmeler eşliğinde geçen kahvaltının son demlerine yaklaşırken Kaplan eski günlerinden, anılarından bahsedip iç geçiriyordu. Aniden ince belli çay bardağını başının hizasına kaldırıp

- Amadora’ya!

Dedi. Amadora, onun bir süre önce kaybettiği kedisiydi. Yıllardır onunla geçirdiği vakti özlemiş gibiydi. Bir müddet gamlı bir üslupta davranan Kaplan, kendini çabuk toparladı; yeniden gülücükler saçmaya başladı. Gül reçelinden herkesin tatmasını isteyen Kaplan: ‘’Bu reçel sanki bir mutluluk çağlayanı gibi bir şey’’ dedi. Devamında ‘’ Bakın Emir’e, tadı hissetti, hemen abandı’’ diyerek yüzümün pembe bir gül tonuna gelmesine vesile olmuştu.

Artık Kahvaltı sona ermişti. Kuşluk vaktinde Kaplan’ın geniş salonundaki sert mobilya koltuklarda otururken koyu bir sohbet ortamına tanıklık etmiştim. Kaplan bir taraftan Abbas ile Türk kahvesi içip birbirlerinin hatırını sorarken, Ben ortamdaki diğer dostlarla yarış atlarından bahsediyordum. Aslan, mutfakta buzdolabına yapıştırılmış Amadora resimlerini incelerken Sıtkı da ona eşlik ediyordu. Böyle bir atmosfer içerisinde kokteyl havasında geçen saatler sonunda ayrılma vakti gelmişti. Kaplan, giden her misafirine hediye paketi içerisinde ahbaplarının mutlu kalabilmesi ümidiyle bir hediye vermişti.

Bu hediye reçeldi. Kavanoz’da koyu bir Gül Reçeli idi. Kavanoz’un üzerinde bir Kaplan hatırası yazıyordu. Tarihi de kazımayı ihmal etmemişti.

Emir Erten 

30 Mayıs 2019 4-5 dakika 11 öyküsü var.
Yorumlar