Güle Güle Karıcığım

Zafer esmer, siyah dalgalı saçlı, uzun boylu, atletik vücutlu yakışıklı bir gençti. Üniversite birinci sınıfta okuyordu. Derslerinde başarılı olduğu kadar, sosyal hayatında da aktif bir gençti. Gitar çalıp şarkı söylemeyi çok seviyordu. Okul arkadaşı Zeynep, doğum gününde Zafer'i, gitar çalıp partiye neşe katması için davet etmişti. Eğlenceyi çok seven Zafer, bu daveti seve seve kabul etmiş, gitarını kaptığı gibi verilen adrese gitmişti. Zeynep'in evine geldiğinde, kızlı erkekli bir grup kendisini kapıda karşılayıp, hemen çalması için, tezahürata başlamışlardı.

Heraber çalıp söyleyerek eğlenmeye başlamışlardı. Ara sıra karşısında kıvrak figürlerle dans eden, sarışın uzun boylu, yeşil gözlü kıza gözleri takılıyordu Zafer'in. Göz göze geldikleri her an, içinden bir şeyler kopup gidiyordu sanki. Şimdiye kadar yaşamadığı tuhaf duygular yaşıyor, içinde, yüreğinin ta derinliklerinde bir yanardağ art arda patlıyor gibiydi.

Parti bitmiş, ayrılık vakti gelip çatmıştı. Gençler vedalaşarak ikişer üçer gruplar halinde ayrılmaya başlamışlardı. Ayça ile Zafer, vedalaşmak için ellerini uzattıklarında, bir türlü ayrılamamışlardı.

Zafer:
-İstersen seni evine bırakayım.

Ayça bu daveti bekler gibiydi.

-Hay hay! Neden olmasın, hemen çıkalım; yoksa sabah olacak.

Zeynep'in evinden, Ayça'nın evine doğru giderlerken, hemen önünden geçtikleri bir parka istem dışı dalıvermişlerdi. Önlerine çıkan ilk banka oturup, sabahın ilk ışıklarına kadar omuz omuza, sohbet edip eğlenmişlerdi. O kadar çok ortak noktaları vardı ki, şaşırıp kalmışlardı. Dinledikleri müzik, okudukları yazar, içtikleri içki, oynadıkları oyun bile aynıydı. İkiz olsalar bu kadar benzemezlerdi.

Birbirlerinden telefon ve mail adreslerini alıp, sabaha karşı parktan ayrılırken, daha sonraki günlerde de sık sık bir araya gelmek için sözleşmişlerdi. Bir araya geldiklerinde kimi zaman çılgınca eğlenmişler, kimi zaman efkarlanıp ağlamışlardı. Üzüntü ve sevinçlerinde, bu kadar anlaşabilen başka bir çift yok gibiydi.

Acısıyla, tatlısıyla okulu bitirip mezun olunca; Ayça diş polikliniği açmış, Zafer bankacı olmuştu. Kısa zamanda evlenip yuva kurmaktı hayalleri. Birbirlerini yeterince tanıdıkları için, beklemeye gerek görmeden, hemen evlenmişlerdi. Çok mutluydular. Evliliklerinin sekizinci ayında Ayça, gücünün ağır ağır tükendiğini, vücudunda adını koyamadığı değişiklikler hissetmeye başlamıştı. Gittiği doktor arkadaşı, Ayça'nın durumunu kritik görüp, büyük bir üniversite hastanesinde detaylı bir muayene olmasını istemişti.

Zafer işinden izin alıp, karısını başka bir şehirdeki, büyük bir üniversite hastanesine götürmüştü. Yapılan detaylı muayene ve tetkiklerden sonra, Ayça'nın kanser olduğu anlaşılmıştı. Karı koca şaşkındı. Ne yapacaklarını şaşırmışlar, dünya başlarına yıkılmıştı. Hastanede uzunca bir süre tedavi olan Ayça'nın, saçları tek tek dökülmüş, dudakları pul pul kalkmıştı.

Zafer işinden istifa ederek, her anını karısının yanında geçirmeye başlamıştı. Çektiği acılara, hep ortak olmuş, O'nu hiç yalnız bırakmamıştı. Zaman zaman kuruyan dudaklarını ıslatır, zaman zaman çorbasını kendi eliyle içirirdi karısına. Nerede bir çare duysa, hemen oraya gidiyordu Zafer. Tek isteği, karısının şifa bulup iyi olmasıydı. Fransa da bir doktor adı duymuştu. Doktor için; iyi neticeler alıyormuş diyorlardı sağda solda. Vakit kaybetmeden karısını Fransa'ya götürmüştü. Karısı hastanede yatarken, ne iş bulursa onu yapmıştı. İşinden istifa ettiği için, para sıkıntısı çekiyordu. Gündüzleri araba yıkayıp, geceleri lokantalarda bulaşık yıkamıştı. Boş kaldığı anlarda koşarak karısına gidiyor, O'nun iyi olup kurtulması için dualar ediyordu.

Sonunda Doktor, Ayça'ya beş yıl ömür biçip hastaneden taburcu etmişti. Evlerine gelen karı-koca, önlerindeki beş yılı, el ele, göz göze geçirmişlerdi. Tam beş buçuk yıl sonra, Ayça Zaferin kollarında hayata gözlerini yummuştu. Zafer'in dünyası kararmış, gözü bir şey görmez olmuştu.

- Ölmeseydin! Ben sana bakardım. Seni bir bebek gibi besleseydim! Beni şu koca dünyada yapayalnız bırakıp gittin! Ben sensiz ne yaparım?

Feryatlar edip, kendini yerden yere atmıştı. Cenaze merasiminde, karısını kimseye emanet etmemişti. O'nu kucaklayıp, elleri titreyerek mezarına yatırmıştı.

-Güle güle karıcığım. Güle güle karıcığım. Dünyada çok acı çektin. Rabbim seni cennetine alsın. Sen bir melektin; benim meleğimdin. Beni yalnız bıraktın. Ben sensiz ne yaparım?

Diyerek ilk toprağı kendisi atmıştı mezarın üzerine. Aradan geçen acılı yıllardan sonra, bir başka kadını tanıyıp onunla evlenmişti; ama karısını hiç unutamamıştı. Mutfağa girse, tezgâhın önünde yemek yaparken, markete gitse, reyonda alış veriş yaparken görüyordu. Evin neresine adımını atsa, karısı karşısına çıkıyordu. Delirme noktasına gelmişti. Yeni karısına bir şey belli edip O'nu da üzmek istemiyordu. Çokça düşünüp taşındıktan sonra, oturduğu şehirden taşınmaya karar vermişti. Acaba yeni şehir de Ayça'nın hayali yok mudur?

Not: Öykü yaşanmıştır.

Emine/Manisa/25/05/2010

08 Haziran 2010 4-5 dakika 13 öyküsü var.
Yorumlar (1)
  • 15 yıl önce

    Acaba yeni şehir de Ayça'nın hayali yok mudur?

    Tüm hikayeyi bağlayan cümle acı bir hikaye fakat insanı içine çekip sürüklüyor.

    👍👍👍👍👍👍