Günlükten Bir Gün

GÜNLÜKTEN BİR GÜN

- Niyeti yoksa da namazda ? Uyanır adam hep sabahın ilk ezanıyla. Kalkmak ne kelime? Ne işine yarar ki kalkmak ne tarla tum ne elinden aş yiyebileceği bir hatun ne sahilde yatıp uzanıp güneşlenebileceği kum ne gidecek bir işi, ne de bir benzeri var! Ne bir öğrenci yoklamada adı çağrılır ne bir asker, nöbete ismi okunur... Elleri kelepçeli de değil... Temelinden taşını toprağını tırnaklarıyla kazıdığı, her tuğlasını elleriyle dizdiği, harcını teriyle kardığı, yuva diye yaptığı şu dört duvarın içinde cezasının bitmeyeceği kesin!... İllet bir hastalığın pençesinde henüz beşinci yılı... Yorganın altında kulakları her günkü gibi dinide adamın... Çarpıldı dış kapı! Demek ki saat yedi. Kızı gidiyor işine. Süsü püsü de yerinde kızar durur her gün.
'İnsan istediğini bile giyinemiyor! Dağın başında kara böceklerin içinde mekân tutmuşlar' diye söylene söylene suratı asık gitti.
Adam söylendi kendi kendine.
Sanki benim güzel mekan seçme hakkım varmış!

Eşinin sesi oğlunun odasından geliyor.
- 'Peynirli sucuklu tost yaptım, trene geç kaldım, haydi kalk soğumasın' diye yalvarıyor. Demek ki saat 7,15. Kafası yorgana gömülü oğlunun kendini duymamışlıktan gelerek kılını kıpırdatmadığını ve yanıt alamayacağını bilen anası... Patronunu terk eyleyen işçi gibi ardından kapıyı sert çekti ve o kapı da her günkü gibi kasalarını sökecek gibi şırrrraaap diye sert kapandı.

- Gündelikçi eşinin kapıyı her kapatışı yatağında adamı milyonlarca kez yalnızlığa itiyor. Çünkü aklı onunla gidiyor.

- Anasının kapıyı çarpmasıyla otomatikman aniden fırlar yatağından. Parmaklarının ucuna basaraktan babasının yattığı odanın kapısı açıksa kapıyı kapatır yavaştan yavaştan! Ve basar teybin düğmesine her günkü aynı müzik - hareketli bir parça camları titretir. Yatağında hasta adam bile günündeyse müziğin ritmine verir duymazlıktan gelir. Yok, herhangi bir şeye sinirliyse! Koruyu komşuyu rahatsız ediyorsun diye bağırır çağırır kızar köpürürdü. Ama o gün karışmadı. O banttan bıkmış olmasına rağmen! Aniden teyp kapandı. Kırk üç numaralı ayakkabıların havadan yere bırakılışları pat küt sesleriyle evi sallayacak gibi oluyordu. Ve kapı yine şırrank diye sert kapandı. koşaradım merdivenleri yangından kaçar gibi ikişer üçer basamak birden indi. Demek ki saat 7,5 u geçmiş.

- Adam anlamaya çalışıyordu oğlunu gülümseyerek! İşemesini, yemesini, elini yüzünü yıkamasını ve giyinmesini o zamana nasıl sığdırabiliyor diye? Ve oğlu da gitti. Yalnızlık canına tak etti. Epey bir zaman bir sessizlik ve muhabbet kuşları ötüşüyor... Evet, bu gün Pazartesi, sütçünün günü süt alacağı, yoğurt yapacağı aklına geliyor... Saat 10 olmadan kalkmalıyım diyerek... Kaşını maşını kalktı. İlk işi duvarlara baktı, duvarlar hâlâ ilk vurduğu kireçle duruyor ama o beyazlık leke leke kan izleri duruyor. Bir suçlu arar gibi bakmaya devam ediyor gözleri. İkisi ölmüş, üçü kayıp, gece yarısı minderle dövdüğü üvezlerin. O duvardaki kan üvezlerin mi kanı? Yoksa benim mi kanım diye aklından geçirdi? Neyse birisini yakaladı gözleri tavanda, akşamki sıska. Bizim hayali ihracatçılar gibi şişmiş sabaha! Geceki gibi saldırganlığı tuttu adamı yine... Kabaca bir hırkayı kaptığı gibi tortopalak eyledi elinde... Ama adam boynundaki yarayla zor belâ döndü yerinde! Baktı üvez yok yerinde. Bir üveze bile gücünü ve kurnazlığını ne varsa bütün hünerinin hepsini kullanmak isterken sesini işitiyor ki vızzzzz.... Ense kökünde geziniyor. Nasılda sinirlenip nasılda canavarlaşıyor adam. Ve o hırsla ani bir şamar çekiyor kulağının dibine. Birisi uçup giderken bir diğeri vızıltılı Amerikan keşif uçağı gibi tepesinde kirmen gibi dönüp duruyor. Bir başkası burnunun dibinden geçiyor. Hiç farkına varmadığı birisi ak anlına öpücük atıyor ve dört parmağının izi bu sefer anlında kalıyor. Böylece kendi kendinden yediği o has şamarlar boşuna gittiler... Gözden kayboldu üvezler. Bu günlük bu savaşta burada biter.

- Kalkmak, kalktıktan sonra kolay! Derlenip toparlanmak, daha da zor bir olay! Bak dantelden el örgülü yatak örtüsü, bürülmüş bükülmüş yerlerde sürünüyor. Birkaç yırtığı varsa da hâlâ güzelliği ve canlılığı üstünde. Yırtığının büyüğünü baş tarafa getirdiği zaman ayırabiliyor adam enini boyundan. Eşi kendi yaptıklarını nedense kullanmaya kıyamıyor da hep elin eskileriyle idare ediyor. Neyse... Yine elin eskisiyle örtü, yatağı akşam laf işitmeyecek kadar düzeltti. Usul usul vardı açtı pencereyi!
'Günaydın!'
Kime?
- Mutfak balkonuna uzanan tek dal incire, yüzünü seriiin serin ama hafiiif hafif okşayan ince bir sazağa günaydın. Sazak o kadarda güçsüz değildi. Pencerede tül perdeyi ileri geri sallamada, seriin serin sabah havasını yüzüne yüzüne vurmadaydı. Kırkını geçmiş ekli ulaklı kafasında o ince sazak. gür ve simsiyah o kıvırcık saçlarını karıştırarak gezindiyse de sanırım içinde tek bir ak bulamadı. gururlandı bu işe adam!. Taradı simsiyah saçlarını on parmak tarağı ile. Ve boz bulanık bir atlet dalında hole çıktı. Yan yana duran yatak odası ile oturma odası kapıları arasındaki boy aynasında bakmak istedi kendi gönlündeki o aslanı nasıl görecek bakalım!?
- Aynanın iki adım uzağında durdu. Boyu kapıların boyuna yakın, sol omuzu bükülmüş boynuna yakın ne sağa ne sola dönmeyen, oklava yutmuş gibi kafasında fırıldak gibi maviş maviş dönüyor göz kafesinde gözleri ve beş senedir hep ilk önce ensesindeki kapanmak bilmeyen yarayı kapatan pet'e takılır gözeri... Her iki yandan da o kepçe kulaklarının arkasında kirlenmemiş beyaz görünüyor pet. Değiştirmem gereksiz diye düşündü ve acı acı sevindi!... Çünkü her pet değiştirmek o peti yapıştıran frasterlerde tutam tutam saç yolmak demekti! Ensesinden gerdanına iki yanlı yapıştırılan fraster de beyazdı, kaşındı kaşıdı! İki yanını da kaşıyınca gırtlağındaki ikinci bir çukur, doktorların dört kere biçip diktiği yer de kaşındı. Hâlâ dikiş izleri belli! Adam yutkundukça gırtlağındaki kıkırdak deriyi yırtacak gibi inip inip çıkıyor, bu ameliyat yerini kaşıdıkça kızardıkça kızarıyor. Kızarığın içinde bir göz gibi yer duruyor! Gırtlağındaki bu ikinci çukur, o göz gibi yerden her üç dört ayda bir patlamada! Her patladığında pişmiş fasulye kabuğu gibi kist kabukları çıkmada ve bir su bardağı kadar hicran boşalmadaydı! Neyse böyle tatlı tatlı kaşındığına göre demek ki yine niyeti var şişerek patlamaya diye düşündü... Ve süt beyazı tenli tüysüz vücudunu yakından göreyim dedi. Donu bozuk atletini de çıkardı. Şimdi aynanın karşısında dersinki kupkuru bir iskelet! Karnını içine çekti, kaburgalarını rahatlıkla tek tek saydı. 'Şükürler olsun ki eksiğim yok fazlalığım var aslında' dedi kendi kendine! Paslanmaz çatal çelik omurgadan kafatasına ulalı, telli takviye. Ve omuz başlarında fazlalık gibi duran kürek kemiklerine bitişikti, askılık gibi duran köprücük kemikleri. Belli ki montaj hatası vardı o yamuk yumuk duran kafasında. Pekte rahatsızlık duymayacaktı hani şu akıntısı olmasa! Yutkundukça her lokmada acı vermese! Yani üstüne üstlük o yara kokmasa! Tanıyanı da tanımayanı da her gördüğünde aynı derdi deşmese! Dışarı çıkması kolay olacak kolay adamın!.. Neyse güzel köy kızlarının gelinlerinin nakış nakış göz nuru döktükleri köy halısının üstünden aynaya böyle bir garip yansımadaydı Adam. Ve üçbeş ayrı ayrı terlik ayrı ayrı yerlerde darmadağınık yansımada aynada. Oğlunun odasına geçti, asma üzümü oğlunun odasının penceresinin yanı başından çıkıyor üst kata. daha adam pencereyi açmadan, gaaak gaak diye uçuştular üzüme dadanmış kara kargalar. Kimselerde yok henüz, karşı katların camlarında... Gizliden gizliye üzümün kararmışlarını kopardı ellerimin içinde tozlarını silerek temizledi! 'Ah ah... Nede güzelmiş kara üzümün tadı' dedi ve çarçabuk içeriye çekti kendini, camda beni hortlamış gibi çırılçıplak görmesinler diye...Camdan tekrar dışarılara bakıyor, habire de terletiyor sırtından vuran güneş.
- Ve karşı arsada kale kurmuşlar çocuklar; Eş eş nasılda enerji dolu top koşturuyorlar. Üstleri çırılçıplak! Üstleri kendilerinin tozuttuğu toz duman! Üstleri doyumsuz bir güneş güzel mi güzel sıcak mı sıcak ve düşünüyor adam... Ki bu çocukların elinde kalan son arsa, işte buna da bir bina konarsa ki konması kaçınılmaz... Alan top koştursunlar diye almamıştır herhalde ve işte çocuklar o zaman Perperişan olacak. Bizim evde haliyle güneşsiz kalacak. Düşünmek bile acı veriyor! Ama düşünen kim ki? Acaba nereye varacak bu betonlaşma cehaletinin sonu diye içinden geçirdi. Tekrar yapması gereken işleri hatırladı içeriye döndü. 'Şu odanın haline bak! Bu liseyi bitirecek bir öğrencinin odası... Üç tekçorap üçü ayrı yerde, üç pantolon iki penye tişört, yatak yorgan yerde, ders yapıp okuduğu defter kitapta darmadağınık... Ekiplerce aranmış gibi. Ve birde terazi duvar dibinde iki senedir yerli yerinde, tartıldı yine tuvaletten önce. Değişen ne ki sanki! Aynısı hatta düşmüş bile! Orta birde 57 kiloydum, şimdi daha da az, söylemesem olmaz mı? Boyumdan utanıyorum da... Kilonun ne önemi var aslında! Yedi sekiz kez rektefe eden doktorlar bile diyorlar ki; 'Yaşaman mucize.' Ama başkalarının ne dediği adamı hiç ırgalamıyor... 'Sağlığım yerinde ya kendimi iyi hissediyorum ve yapabileceklerimi, inatla, inançla yapıyorum... Dört duvar arasında hapis gibi kalsam da yaşamayı seviyorum'. Dedi gülümseyerek aynaya!

- Neyse şu dağınık odayı da yerli yerince biraz da yüksünerek topluyor çocuklarının derli toplu olsun düşüncesiyle! Banyoya gelene kadar giyidi atletini de yeniden. Ve iskelet, kayboldu bir ölçüde. Baktı sular kesik değil hele şükür. Lavobanın üstünde ki aynada, eğri büğrü bir tahta gibi burun çukurlaştıkça çukurlaşan yanaklarının ortasında kalmış, karınkeveni gibi diken diken siyah bıyıkları da közlemelik gibi dudaklarını örtüyordu. Ve biraz daha büyümüştü sanki o şapkulak kulakları. Taranabilecek kadar uzun kıllıydı çatık kaşları, şakak kemikleri allanı allanı gölgeleniyordu ihtiyarlık şikri düşmüş ak yüzünde. O parlak yüzünü sağ eli tek başına yıkıyordu da sol eli burnunu bile silemiyordu! Ama gittikçe iyileştiğini biliyordu adam! Ameliyattan önce şu cağ gibi parmaklarını oynatamıyordu bile ve sağ eli de öyleydi kalem tutup yazamıyor, su alıp içemiyordu! 10 senelik bu küllenmiş acıları içinde deşmek istemiyordu! Her peti değiştirmek! Tutam tutam saçını yolmak demek olsa da Haline binlerce kez şükürler ediyordu!. Şu günkü haliyle sanki bir balayı günlerinde gibi yaşıyordu. Neyse bu kadar yeter. Dedi. Sarı, kırmızı, yeşil çubuklu yıpranmış bir havluyla yüzünü kuruladı... Masanın üstünde bir yeşil salatalık ısırılmış yarım ikişer yudum alınmış çay bardakları dolu dolu, zeytin peynirde açıkta, iş kalıyor çayı ısıtmaya. Libya'dan getirdiği çelik çaydanlığın sıcaklığı halâ üstünde, içindeki suya baktı bana yeterde artar bile içeceğim bir bardak çay dedi. Ocağı üstüne koydu iki dakikada kaynadı. Çayını yudumladı yudumlamadı.
'Sütçüüüüüü...' diye bağırdı sütçü.
- Lokma boğazında süt alacağı tencereyi dolaptan dikkatlice aldı. Acele ediyordu çünkü adam gelene kadar sütçü kaçıp gidiyor biliyordu! Bir katın inşaat halinde ki merdiven basamaklarını usul usul yeni yürümeyi alışan çocuk gibi indi bahçe kapısından ustaca çıktı, iki ev ötesinde sütçünün başında ben diyeyim 10 siz deyin 15 kara çarşaflı kadın... Şen şakrak konuşup gülmekteydiler!

- (Bu kadınlar Refah partisinden önce, açık saçık değildiler. Ama anamız bacımız gibi normal Anadolu kadını giyimliydiler. Sokakta bakkallarının önünde ailecek bu adamla top oynar oturup çay içerdiler ve adam kalkıp kapısını açamazken bir gelenine o komşu kadın açardı bakkalına bırakılan anahtarla kapısını ve ara sıra kontrol eder getirirdi çorbasını! Ve adama göre şimdikinden daha da dinliydiler bu kara çarşaflı kadınlar)

- Yani bu kadınlar bu adamı 15 yıldır tanımaktaydılar. Tencereyle geldiğini görünce, bir sürüye aç kurt dalacakmış gibi acele acele tenceresindeki sütü dökercesine dağıldılar. Bir anlam veremedi Adam! Hastalığının bulaşıcılığından falan da değil. Erkeğe olan bakış açılarından kaçtılar... Adam, ben ayakta zar zor duran yarım yamalak bir erkeğim. Oysa tencerelerine litre litre son damlasınaca süt dolduran sütçü daha da bir erkek diye düşündü! Tüküresi geldi yüzlerine!
- Neyse sütünü aldı dikkatlice getirerek pişirdi ve mayaladı. Anlayacağınız evde hasta olarak kalmasına rağmen, yatağa gömülüp yatmıyor adam her gördüğüne iniltiler içinde dert satmıyor, üstüne düşen işlerden yapabileceği kadarını yapmaktan hoşnut kalıyor!. Birde akşama ne pişireceğim kaygısını taşımasam. Kurduğum sofranın başında ailemi tabakları soğumadan bulabilsem benden ala benden mutlu kimse olmayacak sanırım diye gururlandı kendi kendine!

6 ? 8 ? 1995

27 Kasım 2010 12-13 dakika 8 öyküsü var.
Yorumlar