Günseli'den Babasına Mektup
Aralık 2007
Uyan baba uyan, bugün de güneş topla benim için. Birazdan gün aydınlanacak, sokaklar dolup taşacak, bir insan seli akacak güne. Uyan ki pencereme konan bir kuşun ötüşünü dinleyelim seninle. Uzaktan, çok uzaktan gelen vapur sesini, aşağıda oynaşan çocuk seslerini.
Seni babam olarak kavramaya, anlamaya başladığım zamanlar daha çok küçüktüm ve bende babam olduğunu kanıtlayan tek şey ellerimi tutuyor olmandı. Herkes kendi çocuğunun elini tutuyordu benim için. Sonra sanki bütün babalar yere bakarak yürürdü, nedenini bilmezdim. Sen bütün babaların yansımasıydın benim için.
Uyan babacığım. Hani Nazım HİKMET'i tavsiye etmiştin okumam için, bitirdim işte! Bitirdim. Bugün işe de geç kalacaksın anlaşılan. Hadi kalk, bizi güzel bir gelecek bekliyor, bizi büyük umutlar bekliyor.
Liseye başlarken, kitap okuma alışkanlığını babam aşıladı bana. Elinden kitap düşmedi hiç babamın. Çoğu Nazım HİKMET, Sabahattin ALİ, Sunay AKIN'ın kitaplarıydı. Onun Nâzım aşkı bana da böylece geçmiş oldu. Büyük bir baba sevgisiyle okuyorum bütün kitapları şimdi. Oysa hiçbiri onun eli kadar sıcak değil ama hissedebiliyorum bu sıcaklığı kitaplarla.
Dışarıda benimkinden çok farklı bir hayat devam ediyor olmalı. İnsanlar durmadan hareket halindeler, bir yerlerden başka yerlere gitmekle meşguller. Benim için hayat, bu odada her sabah babamı 'uyan baba, bugün de güneş topla benim için' deyip uyandırdığım zaman başlıyor. Bir gün uyandıramadım babamı. Ve hayat durdu benim için. Ama yaşamalıyım yine de, yaşatmalıyım senin Nâzım aşkını babacığım. Sonra kitaplarınla daha dost olmalıyım. Ancak o zaman yaşatırım seni yüreğimde. Pencere kenarındaki sessizlikte oturmuş kitap okurken, bazen durup düşünürüm. Ne kadar şanslıyım ki ben, hayat nasıl yaşanmasını istiyorsa öyle yaşayanlardan değilim. Kurulmuş saat değilim artık. Babam gibi bakabiliyorum dünyaya. Çünkü onun gözleriyle okuyor, onun ayaklarıyla yürüyor, onun elleriyle yazıyorum. Onun gibi kokuyorum. Denizin orta yerine batmış mavi renkli bir gemi hüzün kokarken, yağmur yağmamış topraklar zamana meydan okurken, hiç beklemediği bir durum karşısında iki elini göğsüne bastıranlar sevgiyi yüreğinde hissederken, ben babam koktuğumu biliyorum ve hissediyorum.
Bugün üst sınıftan biri yanıma gelip beni iki yıldır tanıdığını ve ilk gördüğü anda âşık olduğunu söyledi. Çok şaşırdım. Oysa ben hiç fark etmemiştim. Sadece seni sevdiğimi bilmeni istiyorum dedi ve kalktı oturduğu yerden. Tam arkasını dönüp gidecekken cebinden birbiri üstüne katlanmış bir kâğıt uzattı, alıp almamakta nedense hiç tereddüt etmedim. Alıp cebime yerleştirdim beyaz kâğıdı. Birkaç adım ilerledikten sonra kısık bir sesle ?sana teşekkür ederim' dedi. ?Sadece sevdiğini bilmemi istediğin için sana teşekkür ederim.' ?Ve benden başka hiçbir şey istemediğin için.' Evet, hiçbir şey istemiyordu. Zaten verebilecek hiçbir şeyim de yoktu. Olamazdı. Durmuş bir hayatla onu da zor durumda bırakamazdım. Sadece beni sevdiğini bilmemi isteyen genç, beni taşımayabilirdi çünkü. Bu halimle ağır gelirdim herhangi birine. Denize bırakılan bir taş olurdum onun için. O deniz, ben taş. Boşlukta kaya. Ağırlığı yüklenen hep ben olurdum önceleri. Ama şimdi başkalarına yük olan benim babamın yokluğunda. Eve vardığımda hava kararmak üzereydi. İki katı da tırmandıktan sonra kapıyı görür görmez aklıma yine o çok sevdiğim hobi geldi, hemen aşağı bakkala inip iki tane aldım. Birini dayanamayıp hemen açtım, diğerini de içeri girip masama oturduktan sonra yiyecektim. Cebimde bir kâğıt! Mektup... Okumalı mıyım? Gidip geri mi versem acaba? Elim istemeden de olsa cebimdeki beyaz kâğıda doğru gitti.
?'Merhaba Günseli,
Mektup, ruhun çıplaklığıdır Günseli. Ancak ruhumu böyle teslim edebilirim sana. Çünkü aşk öyle bir şey ki, ruhtan vazgeçilmeli âşık olunca. Ben sadece ruhtan değil kendimden de vazgeçtim, yeter ki bu gerçek sevgiyi anla. Hayır, yanlış anlama. Senden bir karşılık beklemiyorum, bekleyemem. Eğer böyle bir karşılık beklersem o zaman bencil olurum ve ruhumdan da vazgeçmiş sayılmam. Biliyorum, şimdi yanımda olsaydın bu kadar âşık olamazdım sana. Ben seni orda, bulunduğun yerde, hatta şu an bu mektubu okuduğun yerde daha çok seviyorum. Ne biliyor musun? Sen değilsin bana lazım olan, sana olan aşkım yeter bana. Kendimden vazgeçişim yeter, ruhumdan vazgeçişim, senden vazgeçişim. Her şeyden.
N'olur cevap yazma, hiçbir şey söyleme, hiçbir şey düşünme. Yıkma hayallerimi!''
Böyle bir mektup alacağımı tahmin etmiyordum. Mektubu katlayıp kitaplığın üst rafında bulunan ajandanın son sayfalarına yerleştirdim. Öyle ki ne zaman canım sıkılsa çıkarıp okuyacaktım bu eşsiz mektubu. Fakültede bu kadar farklı düşünen biri daha var mıdır diye çok düşündüm sonra. Sevdiğine ?sen değilsin bana lazım olan, benin aşkım' diye seslenen başka kimse var mıdır? Belki de gerçekten aşk, birbirinin yanında olanlar için değildir. Hep uzakta olanlar için, ayrı olanlar içindir.
Babam, anneme günler sel gibi akıyor dermiş her zaman. Annemin hafızasında öyle bir yer edinmiş ki bu cümle, dünyaya geldiğim gün ?adı Günseli olsun' demiş babama. Babam da hiç itiraz etmeden tamam demiş, olsun.
Günseli.
Gün seli.
Babamla birlikte üniversiteye kayıt yaptırdığımız günü daha dün gibi anımsıyorum. Ne kadar heyecanlıydım. O heyecanla eksik belgelerle gitmiştik bana babamdan ilk ayrılığı tattıran kente. Günlerin sel gibi akıp gittiği bir şehirden küçük, sessiz, sade, şirin, sakin, güzel bir şehre gelmiştim okumak için. Şimdiyse okul bitmek üzere. Evet, alıştım bu şehrin sadeliğine. Günseli'yi burada buldum belki de. Kendimi Antakya'da buldum. Kendimi buldum derken, babamı kaybettim. Canımı. Cansız ne yaparım bu şehirde? Ne? Ruh diyor ki ?devam et', ?baban devam etmeni istiyor','yaşayıp, yaşatmanı istiyor kendin için önemli olan değerleri'. Seninle olmaya devam ediyorum baba. Sana söyleyemediğim çok şey vardı. Biliyorum, duyuyorsun, her şeyi anlatacağım sana. İçimde yaşatacağım seni: Anılarını, değerlerini, hasretlerini, özlemlerini, umutlarını, acılarını, sevinçlerini...
Ölümden önceki son yazılan mektuplar her zaman ilgimi çekmiştir. Acaba babam öleceğini bilseydi güzel, uzun bir mektup yazar mıydı? Evet, yazardı. İlk ve son mektubu olurdu babamın. Son yazılan mektuplar içinde hep masum, saf duygular barındırır. Hitler'in ölüm kamplarına gönderilen 27 tutuklu, bir alman subayın öldürülmesine misilleme olarak kurşuna dizilmeden önce aralarından biri sevgilisine şunları yazar: ?'Zavallı sevgilim, seni hep sevdim ve bir kaç dakikaya kadar varlığım sona erecek. Son düşüncelerim hep seninle. Titremiyorum; bu mektup kötü yazıldı, çünkü kâğıdı duvara dayadım öyle yazıyorum.?' Nazi askerlerinin kurşunlarına göğüs germeden yazılan tüm mektuplarda yazının titrekliğinin yanlış anlaşılmasından yakınılıyor. Ruh bedenden çıkmadan önce bile yazıyı okuyanın durumunun iyi olmasını isteyen mektuplar ne kadar azaldı günümüzde. Kendi çıkarını düşünen insanlar çoğalırken son mektuplarda, okuyan kişiye iyi dileklerde bulunan insanlar azalıyor. İkinci dünya savaşı sırasında sevgilisine mektup yazanlardan biri de Fransız şair Missak Manouchian'dır. Nazi'lerin Fransa'yı kuşatmasından sonra Almanları derinden etkileyen bir söz de kullanmıştır mektubunda. Irkçılığa karşı direnen Manouchian '' Ölürken kin yok içimde ey Alman halkı'' diyerek barış ve kardeşliği savurur gökyüzüne. Sevgilisine de şöyle seslenir:''Seni mutlu edememiş olmanın derin üzüntüsünü duyuyorum, senden bir çocuğumun olmasını çok isterdim, senin hep istediğin gibi. Onun için savaştan sonra mutlaka evlenmeni ve benim hatırım için bir çocuğunun olmasını senden diliyorum, benim son isteğimi yerine getirmek için, seni mutlu edebilecek birisiyle evlen.''
Bu da benim sana yazdığım son mektup baba. Bir daha elime ne kalemi alırım ne de böyle bir şeyi düşünürüm. Ki ben bu mektubu yazarken bütün babaların her zaman çocukları için fedakâr davrandıklarını ve senin bunu fazlasıyla yaptığını biliyorum. Seni bütün babaların yansıması olarak görüyorum çünkü.
Kılavuzum olmaya devam et. Bana yardım et baba !...