Güz Ağrısı l
80’li yıllar öncesi
Farklı illerden gelmişlerdi, her biri köy kökenli olmanın açık izlerini taşıyordu. Geldiği yerlere umut olabilmenin beklentisinin ağır yükünü ve işlenecek cevher olmanın ümidini taşıyorlardı. Belki de bu; bir çekim alanı oluşturmuş birbirlerini tanımamalarına rağmen bir araya gelmişlerdi. Belki de kader… kim bilir.
Yedi kişiydiler, birini eşyalarını beklemek için bırakıp, akşamüzeri aynı yerde toplaşmak üzere şehre dağıldılar. Yorgun argın şehir parkına döndüklerinde hepsinin yüzünde aynı ifade vardı.
“olumsuz”
Koca şehir, başımızı sokacak bir çatıyı bize çok mu gördü. Domates, biber ve bir parça peynirden oluşan akşam sofralarında, geceyi nasıl geçireceklerini tartıştılar. Biri parkta yatmayı teklif etti, herkes fikrini söyledi. Gece buraları çok karışır, öğrenci ve kalabalık olmamız bizi hedef haline getirir, bu tehlikeyi göze alamayız sonucuna vardılar.
”olumsuz”
“Ben buldum galiba,” dedi birisi.
“Nedir?”
“Hatırlıyor musunuz kayıt yaptırırken işletme bölümünün ikinci sınıflardan Sivaslı İbrahim diye biri yanaşmıştı yanımıza…”
“Evet,” dediler diğerleri. “ Bizim de yanımıza gelmişti.”
“İşte o bir vakıf yurdu gibi bir yerde kalıyormuş. Kendileriyle birlikte kalabileceğimizi teklif etmişti.”
“Evet, dediler bize de aynı şeyi söyledi. Ama biz şüphelenmiştik ondan, kibarca reddettik teklifini.”
“ Ama bir gece… en azından içinde bulunduğumuz bu durumdan kurtuluruz.” Fikir oy birliğiyle kabul edildi.
“olumlu”
Bu kadar yükü boş yere taşımayalım, bir kişi gitsin sorsun.
Sivaslı İbrahim, vakıf bağlantılı evin kapıları sonuna kadar açmıştı. Yedi öğrenci sırtlarında yükleriyle karanlığı arşınladılar. Birinci katta bir apartman dairesiydi, yerler halı kaplıydı. Salonda büyükçe on iki kişiden fazla alabilecek büyükçe bir masa vardı. İbrahim’in yüzünden gülümseme eksik olmuyordu, “umudun” tanıtımını yapan pazarlamacı edasıyla, pembe sözcüklerle kendilerine bir gelecek vaadediyordu. Guruptan Maraşlı göz ucuyla etrafı incelerken, gözü raflardaki kitaplara takıldı. İbrahim’den gizlediği bakışlarıyla arkadaşlarının dikkatini o kitaplara çekmeye çalıştı. O esnada bir çocuk girdi salona.
“Abi yemek hazır” dedi İbrahim’e. İbrahim bir açıklama gereği hissetti, guruba döndü.
“ Bunlar liseye giden kardeşlerimiz, burada kalıyorlar.”
Yer sofrasında dua edildikten sonra kuru fasulye ve marul salata yenilirken İbrahim’in sol elinin baş parmağının olmadığını farkettiler. Tam dibinden kesilmiş gibiydi. Dayanamadı içlerinden biri sordu, gerçi olur olmaz konuşmak sofra adabına aykırıydı.
“ İbrahim, dedi eline ne oldu?” İbrahim lokmasını tam yutamamıştı, hafifçe geğirirken “Elhamdülillah” diye kısıkça bir ses duyuldu.
“ Kardeşler, dedi ben eskiden İstanbul’da yan kesici idim, yani “cepçilik” yapardım. Onun için cebe takılmasın diye küçük yaşta başparmağımı kestiler. Ama Rabbime hamdolsun daha sonra bunlarla tanıştım, beni o yaşantıdan kurtardılar. Ve şimdi bakın sizler gibi üniversitedeyim tüm hayatım değişti. İnşallah sizlerin de değişecek,”dedi.
Yemek faslı bitmişti, liseli çocuklar temizliğe koyuldular.
“ Birazdan Artvinli hocamızda gelir, sizleri nereye yerleştireceğimize o karar verecek.”
“ Aylık ne kadar vereceğiz?” dedi Amasyalı. İbrahim gülümsedi.
“ Haklısınız, ben size ön bilgi vermedim. Burada aylık yok, durumu iyi olanlar cüzi bir miktar katkıda bulunabilir, asıl iş hayırseverlerin katkılarıyla yürüyor. Bu kaldığımız yerde bir hayırsevere ait. Sizler belli bir müddet sonra bu kardeşlerimiz gibi kalınan yerlerde liseli kardeşlerimizin başına geçeceksiniz. Siz sadece başlarında duracaksınız. Allah razı olsun bütün işi bu kardeşlerimiz yapar.”
İbrahim’in verdiği vaazlı tanıtım bittiğinde kapı çalınmıştı, Artvinli hocanın geldiğini bildirdiler. Uzunca bir selamlaşmanın ardından tanıştırıldılar. Hoca suskun ama yuvalarında oynaşan gözlerle ara sıra gurubu süzüyordu. Daha sonra İbrahim’le bir odaya çekildiler çok geçmeden İbrahim geldi.
“ Hocamız size özel bir önem gösterdi Rabbim kendisinden razı olsun, şimdilik hepiniz bir arada kalacaksınız. Hocamda sizleri sık sık ziyaret edip sohbet edecekmiş. Böyle uygun gördü, haydi bakalım yatsı namazına hazırlanalım.”
Nihayet salona battaniyeler serilip uzandıklarında çok yorgun olduklarını hissettiler. Bu yorgunluk kendi aralarındaki fısıldaşmaları engelleyemedi.
“ Bunlar tarikatçı, dedi Maraşlı. Gösterdiğim kitaplar yasak kitaplar, siz bilirsiniz ama benim burada kalmaya hiç niyetim yok. Ortada okunan açık Kuran bile yok.”
Tartışma fısıltıları bir müddet daha devam etti.
“ Sabah ola hayrola,”dediler.
“kararsızlık”
Üzerlerindeki battaniyeler hızla çekilip alınırken buldular kendilerini.
“ Haydin sabah namazına. ”
Yarı uykulu gözlerle kıldılar sabah namazını, sonra tarhana çorbasından oluşan kahvaltılarını yaptılar. İsteklerini kırmamıştı İbrahim, üstüne birde çay demletmişti onlar için.
“ Gece yan taraftaki odadan garip sesler geliyordu,”dedi Edirneli. İbrahim yine gülümseyerek cevap verdi.
“ Gece zikrimiz vardı, Rabbim razı olsun Artvinli hocamız bize zikir yaptırdı.”
Çay sohbeti de bitince İbrahim’den düşünmek ve karar vermek için izin istediler.
“Eşyalarımız burada kalsın kararımızı akşama bildiririz,” dediler.
Şehir parkında kendileri için ve belki de toplum için karar verme toplantısına başladılar. Önemli karar alacaklardı. Bu önemli karar oldukça kısa ve keskin bir biçimde sonuçlandı.
“ Önümüzde dört yol var. Kavşaktayız hangi yönde ilerleyeceğimize karar vermeliyiz,” dediler.
Birinci yol “İbrahimlere” katılmaktı. İkicisi “sol” guruba katılmaktı. Üçüncüsü “ülkücü” guruba katılmaktı. Diğer yol ise kendi yollarını kendileri açacaklardı. En zahmetli yol bu yoldu. Yolların artılarını ve eksilerini tartıştılar. Sonuçta kapalı oylamaya geçtiler, ilginçtir ki gurubun tamamı yani oy birliğiyle kendi yollarını çizmeye karar verdiler.
“istişare”
“ Öyleyse dediler haydi iş başına ev aramaya.” Öğle molasını aynı parkta vermek üzere yedi kola ayrılıp şehrin sokaklarına daldılar. Buluşmada asık yüzleri gülümseten son gelen Amasyalı olmuştu. “Bir iyi bir de kötü haberim var. Hangisini önce söyleyeyim?”
“ iyiyi söyle.”
“ Evi buldum ama maalesef hepimize izin vermiyorlar. En fazla iki kişi diye tutturdu adam, yalvar yakar üçe çıkardım.”
“ Ev nerde okula yakın mı?”
“Yok biraz uzak sanayide, bir marangoz atölyesinin üstü. Tek oda ve maalesef tuvaleti de yok.”
“ Hiç yoktan iyidir, dediler” Amasyalı ile kalacak iki kişiyi kura ile belirlediler. Üç kişinin eşyalarını taşıdılar, karanlık basınca diğer dördünün eşyalarını da gizlice taşıdılar. İkinci bir ev buluncaya kadar gizli saklı hep birlikte kalmaya karar vermişlerdi.
“ sapma zorunluluğu”
Sıcacık bir çay, makarna ve menemenden oluşan muhteşem akşam yemeğinden sonra birbirlerini daha iyi tanımak için tek tek yaşam öykülerini anlattılar. Anadolu’nun masum ve mahzun kaderini paylaşan muhafazakarlıkla sıkıştırılmış yoksul şükürcü ailelerden geliyorlardı. Öyküleri tıpa tıp aynıydı.
“ Arkadaşlar, dedi Çorumlu madem aynı kaderden geliyoruz öyleyse kaderlerimizi birleştirelim.”
“Nasıl yani dediler biraz açsana.”
“ Anlıyorum ki hiç birimizin maddi durumu iyi değil, eşyalarımızdan da bu belli zaten. Memleketten getirdiklerimizi ve harçlıklarımızı ortaya koyalım, bakalım ne kadar idare edebileceğiz?”
Kısa bir oylama ile teklif kabul edildi. Her şey ortak kullanılacaktı, hatta ikinci evin kirası dahil ortak harcama yapılacaktı. Evler ayrı da olsa tek kazan kaynayacaktı. Nihayet çok geçmeden ikinci uygun evi de bulmuşlardı. Bir haftalık bu gizli saklı birliktelik, gençleri daha da sımsıkı birbirine bağlamıştı. Herkesin kafasından aynı şey geçiyordu, ama hiç biri kafalarından geçeni dillendirmemişti.
“ Bu akşam yeni evde toplanıyoruz.” Yemek yenildikten sonra Elazığlı konuyu açtı.
“ Arkadaşlar ben böyle gurubun bir araya gelmesini Tanrı’nın bize çizdiği kaderin bir parçası olarak görüyorum. Bir aya yakın oldu tanışalı ama sanki yıllardır tanışıyor gibiyiz, dillendirmesek de aynı şeyleri düşündüğümüzü hissediyorum.”
“ Evet, dedi Çorumlu ne söylemeye çalıştığını hepimiz anlıyoruz. Ülkenin ve gençliğin içinde bulunduğu durum hepimizin canını acıtıyor.”
“ Evet, dedi Karslı özellikle tarikatçıların ellerinde olan çocukların durumları çok vahim.”
“ Katılıyorum, dedi Hataylı biz kendimizden vazgeçtik öyleyse, ne yapacağız onu belirleyelim.”
Gecekondu mahallesinin tek odalı toprak damlı kümesten bozma odasının cılız ışığında Anadolu birleşmişti, çözümler üretmenin sessiz çığlığı yankılanmış sonunda bir karara varılmıştı.
“ Evet, dedi Kayserili hemfikir olduğumuz karar bu. Kendi yasalarımızı oluşturacağız, sabır ve dikkatle oluşturduğumuz topluluğumuzu geliştireceğiz. Uzun soluklu bir çözüm ama hepimizin inancı tam “başaracağız”.
“inanmak”
“ Herkes düşündüğü yasa maddelerini yazsın yarın bizde son şeklini verip, bismillah deyip başlayalım.”
Ertesi akşam toplantılarında sıkı sıkıya bağlı olacakları ilk kuralları belirlediler, Atatürk resmini başköşeye astılar. Atalarının elini asla bırakmayacaklarına söz verip, ortaya bayrak ve Kuran koyup yemin törenlerini gerçekleştiler. Yemin metnini anayasaları ilan ettiler. Kendi iç yasaları olan küçük bir topluluk oluşturdular. Örnek sorunlar ve örnek olaylar üzerinden çıkarımlar yaptılar.
“prototip”
Örnek olay olarak inceledikleri marangoz atölyesinin sahibini, tuvaleti olmayan gece ıssızlaşan bu yerdeki alttaki iş yerine simbiyotik olmayan, zoraki hizmet olarak verdikleri gece bekçiliği faydacılığını toplumsal paradoks açısından incelediler.
Paradoksal sorunlarda toplum adına hedefe ulaşmanın ülküsünü daima üstün göreceklerine karar verdiler. Bunu durumdan çıkarılan haklılık adına değil, değişim adına haklılık olarak kabul ettiler. Haklılık adına da işlenecek suç bireysellik taşıyorsa karşılığı ceza olmalıdır, lakin toplumun kendisi için değil geleceği adına işlenmişse suç, suç olarak görülemez ödüllendirilmelidir.
Kitle hareketleri ve yönetim sistemlerinin tamamını en ince ayrıntısına kadar tartışarak incelediler. Yoksullar; kendileri adına hareket ettiklerine inandıkları zenginler, soylular ve politika üreticilerinin varvasyonlarına konu edilemeyecek kadar dahi önemsiz olduklarının farkına varma fırsatlarından da yoksundurlar. İşçiler ve köylüler davamızın bireyi olamaz, onlar adına yürütülecek olaylarda nesne komununda kalacaklar, onların mutluluğu bilgiyle değil eşya ile ölçülür.
Yönetenler için tehlikeli kesim yönetim ve ekonomik zenginliğin farkına varan, eğitimli kesimdir. Sistem, bu enerjiyi taşıyan insanların bakış açılarını başka yönlere çevirerek “farkına varmalar”dan uzaklaştırır. Bunu kendilerine biçilen değer kadarıyla yapar. Enejileri birikmiş bu potansiyeller tehlikeli, içinden çıkılamaz hale gelirler ise büyük bir kıyıma uğratılırlar. İçinde bulunduğumuz durum tam da budur kararına vardılar.
“anayasa”
Maneviyat birliği altında sabah, ikindi ve yatsı olmak üzere üç vakit namaz kılmaya başladılar. Vaazlarında Kuran’ın sosyolojik, ekonomik ve adalete dayanan ayetlerini inceleyerek verdiler.
Aynı kaderi paylaştıklarının bile farkında olmayan üniversite arkadaşlarının kendilerine, alay etme adına “üç vakitliler” adını takmaları ve sürekli giydikleri soğuk kuyu lastik ayakkabılarına laf çarpmaları sonradan hoşlarına gitmişti. Soğuk kuyu ayakkabıyı “hareket alttan başlamalıdır”ı sembolize etmek ve inançlarını her daim taze tutabilmek adına giyiyorlardı.
Konseye dayalı sistemi en uygun olarak belirlediklerinde ütopyalarına teorik olarak ulaştılar. Bu teorikleşmeyi kendi üzerlerinde pilot uygulama olarak yaşama geçirdiler. Yargı geceleri, yönetsel geceleri ve haklar geceleri adı altında uzun uzun tartıştılar. Kendi otokontrol sistemlerini de oluşturdular.
“teşkilat”
Çok geçmeden ince elemelerinden geçen titizlikle onay verdikleri üniversiteden dört arkadaşları daha kendilerine katıldı. Hareketlerinin çok kısa sürede başka şehirlerin üniversite gençliği arasında da yayıldıklarını kendilerine gelen mektuplardan anlıyorlardı, mektupların birçoğu isimsizdi. Bu mektupların tamamını “tuzak” olarak nitelendirdiklerinden hiç birine cevap vermediler. Ancak şunu anlamışlardı ki; toplum harekete aç ve birçok şeye gebe kalmaya müsait idi.
Toplum için “umut” olma yolunda adımlar atıyorlardı. Zaman zaman izlendiklerinin de farkındaydılar, bu onları daha da kamçıladı. Küçük birde kitaplık oluştururken kendilerini de geliştiriyorlardı.
Lakin içinde bulundukları ekonomik sıkıntı iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. İkinci ayın ev kiralarını ödemekte zorlandılar. Ebeveynlerinin maddi desteği olmadığı gibi buldukları gündelik işler de ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktı. Hatta son bir haftalık menülerinde yağsız bulgur haşlaması ve ekmekten başka bir şey yoktu. Midelerinin isyanını, toplum adına umut olma antlarını yüksek sesle haykırarak bastırıyorlardı.
Kesin inançlı olmanın direnciyle ayakta duruyorlardı.