Güzellikler Ülkesi - 6

Tatlıseda gözlerini açınca yukarıda yıldızların kendisine tatlı tatlı gülümsediklerini gördü. Yorgundu, tekrar gözlerini kapattı. Bir müddet sonra tekrar kalktı. Evet, ölmemişti. Başını kaldırıp etrafına şöyle bir baktı. Çok güzel bir yerdi burası. Yerde yatan diğer arkadaşlarını kaldırdı. Güzel bir gölün kenarında ağaçlı güzel bir yerdeydiler ve sabah olmuştu. Ağaçlara bakınca onlarca ördeğin kendilerine baktıklarını gördüler. İçlerinden güzel bir bayan Kılavuzun yanına gelip
'Nasılsınız, nereden geliyorsunuz?' diye sordu.
Kılavuz soruya soruyla karşılık verdi:
'Ne kadardır buradayız?'
'Epeydir. Yerde baygın yatıyordunuz. Sizleri ölü zannettik.'
'Burası neresi, Güzellikler Ülkesi mi?'
'Ne ülkesi dedin?'
'Neyse, unut gitsin, önemli değil. Çok güzel bir yer demek istemiştim.'
'Evet güzeldir. Yalnız sen hala soruma cevap vermedin yalnız.'
'Biz Kuşlar Vadisinden geliyoruz. Akbabalar Dağını geçip buraya kadar geldik.'
'Gerçekten mi? O kadar yolu kat ettiğinize göre bayağı cesur kuşlar olmalısınız.'
Bu sözler Kılavuzun hoşuna gitmişti. Bir anda kendini kahraman hissetmeye başladı. Sonra kendini toparladı:
'Bilmem, bir yabani ördek için çok da önemli bir yolculuk olmasa gerek.'
'Nereye gidiyorsunuz peki?'
'Şöyle bir geziyorduk.'
' Doğrusu gezmek için ilginç bir yol seçmişsiniz.'
Bütün kuşlar gülmeye başladılar.
'Neyse.' diye devam etti güzel bayan.
'Burada birkaç gün dinlenin isterseniz. Çok bitkin görünüyorsunuz.
'İyi olur galiba, öyle değil mi arkadaşlar?'
Hiçbir kuşun bundan zerre miktar şüphesi yoktu.

* * *

Uzunkanat uyandığında kendisine servis yapan dişi martı tarafından önüne konan tavşanı görünce gerçekten çok sevinmişti. Burada çok iyi ağırlanıyordu. Bir istediği iki edilmiyor ve devamlı bir şekilde de herhangi bir isteği olup olmadığı soruluyordu. Fakat günlerdir sadece balık yemek bir şahinin alışabileceği bir şey değildi haliyle. Ada ufak bir ada olduğu için şahinin yiyebileceği türden hayvanlar bulunamıyordu. Bulunanları da martılar avlayamayacakları için mecburen ona her gün balık sunuyorlardı. Bir gün önce Uzunkanatın eski askerlerinden biri gölün kenarında onun durumunu sormuş ve martıların isteği üzerine bu sabah bu tavşanı getirmişti.

Uzunkanat yemeğini yedikten sonra Başmartıdan izin alarak gezmeye çıktı. Hava çok güzeldi. Havada şöyle bir süzülünce aşağıda küçük martılar onu hayran hayran seyretmeye başladılar. Güzel bir adaydı burası ama Uzunkanat için gerçekten küçüktü.

Biraz sonra sahilde bir hareketlenme gördü. Kuşlar Vadisi tarafından bazı martılar bir şeyler getirip sahile bırakıyor ve Martılar Adası sakinleri onlara bakmaya gidiyordu. Aşağıya inince gördüğü sahne onu yüreğinden vurdu. Martıların öldürülmüş arkadaşlarının cesetlerini taşıyorlardı ve akrabaları bu cesetlerin başlarında ağlıyorlardı. Hele haykırışlarından yeni evlendiği eşini kaybettiği anlaşılan bir dişi martının ağlaması gerçekten yürek çatlatacak cinstendi. Biraz ileride ölenler arasında akrabası olmadığından olacak ağlamadan duran bir martı gördü. Yanma yaklaşıp ne olduğunu sorunca günlerdir Büyük Göl sahilindeki nöbetçi martıların nereden geldiği bilinmeyen kartallar ve şahinler tarafından öldürüldüğünü öğrendi. O martı o kartal ve şahinlerin nereden geldiklerini ve ne için bunu yaptıklarını bilmiyordu ama Uzunkanat gayet iyi biliyordu.

Derhal Başmartının yanına uçtu. Gördüklerini ve duyduklarını ona anlatınca Başmartı
'Demek öğrendin olanları. Günlerdir senden saklıyordum. Seni onlara vermiyoruz diye birçok martıyı öldürdüler ve daha kötüsü...'
'Daha kötüsü ne?'
'Neyse dostum, bu tür şeylerle seni üzmek istemem. Dinlenmene ve eğlenmene bak. Sen burada bizim misafirimizsin.'
'Dostum, sen beni tanırsın. Bugün orada eşi için ağlayan bir dişi martı gördüm. Ben böyle bir şeyi göreceğime on kez ölmeye razıyım. Bunu bilirsin.'
'Gayet iyi biliyorum dostum. O yüzden sana bu kadar hürmet ediyorum ve o yüzden sana söylemedim.'
'Benim rahat etmemi istiyorsan lütfen söyle. Daha kötüsü ne?'
'Yarın sabaha kadar vakit verdiler seni teslim etmemiz için. Aksi taktirde orduyla gelip bizimle savaş edeceklermiş. Ama biz de hazırlıklıyız. Gel seni bir yere götüreyim.'
Martı adasının diğer tarafındaki sahile uçtular. Onlarca martı vardı. Başmartı
'İşte bunlar askerlerimiz Uzunkanat. Yarın sabah için plan yapıyorlar.'
Uzunkanat onlara acıyan gözlerle baktı. Hiçbir şansları yoktu. Fakat bunu bu şekilde ifade edemezdi elbette.
'Bak dostum. Askerlerine benim de güvenim tam. Fakat benim yüzümden bir martının dahi zarar görmesini istemem. Bu yüzden beni onlara iade et de halkın rahat etsin.'
'Bunu asla yapamam. Bana sığınmış bir kuşu asla iade edemem. Hele bu kuş sen isen.'
'Sen iade etmiyorsun. Ben gitmek istiyorum.'
'Lütfen bunu bir daha bana teklif etme.'
'Edeceğim dostum ve sen de bunu yapmalısın. Çünkü senin gibi bir başkan önce tebaasını düşünmeli.
'Eminim tebaam da benim yaptıklarımı doğru bulur.'
'Onların razı olması senin onları bu savaşa sokmanı haklı kılmaz. Hadi dostum, lütfen dediğimi yap. Hayatım boyunca vicdan azabıyla yaşamaktansa gönül rahatlığıyla ölürüm.'
'Dostum, sen gerçekten büyük bir kuşsun. Seni bir şartla teslim edeceğimi söyleyeceğim. Sana zarar vermemeleri şartıyla.'
Uzunkanat bu son sözleri dinlerken içinden manalı manalı güldü. Söz vermek onlar için ne değer ifade ederdi ki? Sözü verir ve biraz sonra öldürürlerdi. Bunun hesabını kim soracaktı onlardan? Ama bunları Başmartıya söylese kendisini teslim etmeyeceğini bildiği için sadece
'İyi fikir dostum. Öyle yap.' demekle yetindi.
Biraz sonra Başmartı Kuşlar Vadisine Başşahinle görüşmek üzere bir elçi göndererek akşama Uzunkanatın kendi isteğiyle teslim olacağını bildirdi. Haberi alan yeni Başşahin Güçlükanat çok sevindi ve hemen Keskingözü çağırarak olanları anlattı ve ne yapması gerektiğini izah etti:
'Bu akşam kendi sekiz askerinle beraber Yaygaganın iki askerini al ve Uzunkanatı almaya git. Sonra ne yapacağını sen daha iyi bilirsin.'
'Evet efendim. Gayet iyi biliyorum.'
Akşam Keskingöz ve ekibi geldiğinde Uzunkanat ve Başmartıyı Büyük Göl sahilinde birkaç gün önce Uzunkanatı kanatlarından kaçırdıkları yerde bekler halde buldular. Başmartı emin olmak için bir kez daha sordu:
'Ona bir şey yapmayacağınıza söz veriyor musunuz?'
Keskingöz hain bir gülüşle
'Tabii, veriyoruz.' dedi.
Bunun üzerine Uzunkanat Başmartıyla vedalaşarak ve ona teşekkürlerini defalarca ifade ederek şahinlerin yanına uçtu.
Uzunkanat ortada, diğer şahinler etrafında çember oluşturmuş bir şekilde uçmaya başladılar.Bir müddet uçtuktan sonra ağaçlık bir bölgenin ortasında bir çayıra kondular. Keskingöz Uzunkanata dönüp
'Sana bir şey yapmayacağımıza dair söz verdik. Yarın martılar merak edecekler. Böyle bir söz vermemize rağmen acaba neden Uzunkanat öldürüldü diye. Ama ne yapabilirdik ki? Arkadaşlar şahitsiniz değil mi? Kaçmaya çalıştı ve bizim de başka bir alternatifimiz kalmadı.'
'Şahidiz, dediler diğer şahinler gülerek.'
'Alçak.' demekle yetindi Uzunkanat.
O sırada etraftaki ağaçlardan bazılarının bazı yaprakları hışırdadı. Bütün şahinler o tarafa bakarken aralarından iki tanesi Uzunkanatın önüne uçarak set kurdu. Bu sete bir anlam veremeyen diğer şahinler bu sefer de bu iki şahine baktı. Tekrar başlarını ağaçlara çevirdiklerinde onlarca şahinin üzerlerine hücum ettiklerini gördüler. Uzunkanat olayı tam olarak anlamamakla beraber kendisinin korunmak istediğini anladı. Keskingöz kaçmaya çalışırken arkadan ona yetişti ve pençeleriyle önce kanatlarını, sonra da boynunu yaraladı. Yere düşen Keskingöz biraz sonra öldü. Bu sırada Keskingözün askerleri de diğer şahinler tarafından öldürülmüştü. Uzunkanat yere konduğunda karşısında Yaygagayı görünce şaşırdı. Yaygaga onu hürmetle selamlayarak
'Efendim bu gece çok işimiz var.' dedi.
Uzunkanat çok duygulanmıştı:
'Kusura bakma Yaygaga, senin hakkında yanlış şeyler düşünmüştüm.'
'Biliyorum efendim.'
'İyi ama, o gece niye bana karşı savaştın?'
'Sizin dediğinizi yaptım. Yenilgi kesindi de o yüzden.'
'Doğru ben bunu hep söylerim.'
'Yalnız o gece çemberde gediği benim askerlerim emrim üzerine açtı. Muhafızlarınıza da aynı gediği açsaydık bizden şüphelenirlerdi. O yüzden kusura bakmayın.'
'Ben de o gediğe çok şaşırmıştım... Peki bu geceki işimiz tam olarak ne?'
'Efendim siz gittikten sonra Siyahbaşa çok yükleniyorlar. İki yardımcısını, birçok muhafızını ve ondan fazla askerini öldürdüler. Siyahbaş da bu arada boş durmadı ama sadece Pikedalışın yardımcısını öldürebildi. Bu gece Başkartal ve Güçlükanat birleşip ona saldıracaklar. Bizim de Siyahbaşa yardım etmemiz lazım.'
'Edelim elbette. Ama sadece bu kadar mıyız?'
'Bizimle gelin efendim.'
Birlikte bir müddet uçtuktan sonra Şahin Tepesine yakın kayalık bir bölgeye indiler. Uzunkanat gözlerine inanamadı. Kendi eski askerleri, Yaygaganm askerlerinin yanı sıra ördekler ve leylekler de oradaydı.
'Çok güzel Yaygaga, çok güzel. İyi de Başleylek başlarındayken nasıl oldu da leylekleri buraya getirebildin.'
'Artık Başleylek başlarında değil efendim. Uzungagaya onu öldürmesi için yardım ettik. Artık onun da canına tak etmişti leyleklerin Başkartalın köleleri gibi çalışmaları.'
Biraz sonra Uzungaga ve Başördek gelerek Uzunkanatı selamladılar. Uzunkanat hemen bir plan yaptı:
'Pekala, solda ördekler, sağda leylekler ve ortada benim askerler, bütün bunların arkasında ise Yaygaga ve askerleri olacak. Her grubun lideri mutlaka başlarında uçacak. Onların çemberi tamamlamasına izin vermeyeceğiz. O yüzden her zaman onlardan daha solda ve daha sağda olacağız. Siyahbaşın kuvvetlerini gördüğümüz zaman Yaygaga ve askerleri yanlara geçip Siyahbaşın kuvvetleriyle birleşecek ve çemberi tamamlayacağız. Sorusu olan?'

Sorusu olan yoktu. Her lider kuvvetlerini topladı ve yüzlerce kuş ikindi güneşinde yavaş yavaş havalanmaya başladılar.

O sırada Başkartalın mağarasında Başkartal, Güçlükanat, Pikedalış ve Keskinbakış bütün bu olanlardan habersiz zafer planları yapıyorlardı. Başkartal:
'Fazla direneceğini sanmıyorum. Pikedalış özel ekibin hazır mı?'
'Evet efendim.'
'Tamam o halde özel ekip senin liderliğinde gidip Siyahbaşı öldürecek. Sizin göreviniz sadece bu. Biz diğerlerini hallederiz.'
'Olur efendim.'
Bu sırada içeri soluk soluğa bir şahin girdi. Güçlükanat
'Hayrola, ne var? dedi.'
'Efendim Uzunkanat yanına ördekler ve leylekleri de alarak buraya doğru geliyor.'
'Ne? Bu olamaz. Uzunkanat şimdiye kadar çoktan ölmeliydi.'
'Yaygaga onu kurtarmış, o ve askerleri de onlarla beraber.'
Bu sefer hepsi birden
'Ne?' dediler.
Doğrusu bunu hiç beklemiyorlardı. Hemen dışarı çıkıp orduları topladılar ve çaresiz eski planı unutarak gelen orduyu karşılamaya gittiler. Biraz sonra gelen orduyu gören Başkartal şaşırmasına şaşırdı ama yine de yenme şansları da vardı. O sırada beklenmedik bir şey oldu. Güçlükanatın askerlerinden bazıları karşı tarafa geçtiler ve birçok kartal da geri uçtular. Başkartal bu giden kartalların Siyahbaşa katılmak üzere gittiklerini anladı ve kendi kendine
'Bu gece işimiz çok zor görünüyor, dedi.'
Ordular birbirine girince Keskinbakışın askerleri ördeklere yüklendi. Amaçları orayı çökertip düşman kuvvetlerinin arkasına geçmekti. Bunu anlamakta gecikmeyen Yaygaga hemen oraya bir miktar şahin gönderdi ve orayı güçlendirdi. Çok geçmeden Siyahbaş ve askerleri de Başkartal ve ordusunu arkadan kuşattı. Yaygaga daha önceden planlandığı gibi askerlerini sağa ve sola göndererek çemberi tamamladı. Yaygaga birçok darbe almış Güçlükanatı, Siyahbaş Başkartalı pençeleriyle öldürdüler. Keskinbakış da ölenler arasındaydı. Başördek o gece kahramanca savaştı fakat en önde olan bir ördeğin o kadar kartala karşı yaşama şansı zaten çok azdı. O da eşi gibi bir kartalın pençelerinde can verdi. Pikedalış ise arkadan Siyahbaş ve askerlerinin geldiğini gördüğü anda üç muhafızı ile birlikte kaçtı. Komutanlarını kaybeden Başkartal ve arkadaşlarının kuvvetleri teslim oldu. Ördekler ve leylekler epey kayıp vermelerine karşın çok sevinçliydiler.
Bu sırada eski Başşahinin muhafızları teslim olan şahinlerden birine saldırdı ve acımasızca öldürdüler. Bunun üzerine Uzunkanat onları çağırdı:
'Teslim olmuş bir kuşu niye öldürdünüz?'
'Efendim Başşahine suikast düzenlendiği gün yalan haberi getiren buydu. Bu zamana kadar çok öldürmek istedik ama iyi korunuyordu. Bu gece kendimizi tutamadık.'
Uzunkanat bir şey demedi.

Kurtlar, sırtlanlar birkaç gündür yukarıda ne gibi olayların döndüğünü anlayamamışlardı ama bu olayların onların lehine işlediği kesindi. Uzun zamandır hiç avlanma ihtiyacı hissetmemişlerdi. Hele bu gece yere düşen ölü kuşlar onlara uzun zaman avlanma yasağı getiriyordu.

Devamı var...

02 Ekim 2011 12-13 dakika 68 öyküsü var.
Yorumlar