Hani Okumak İyi Bir Şeydi
İlkokuldayım. Yan sınıftaki Ayşe'ye ilgi duyuyorum ama yaklaşıp da bir türlü konuşamıyorum. Daha doğrusu yaklaşıyorum da... konuşamıyorum. Kızın karşısında dut yemiş bülbüle dönüyorum. Ağzımdan tek kelime çıkmıyor, apışıp kalıyorum. Doğal olarak O da sadece "Ayşe meraba, n'apıyosun?" dedikten sonra susan birinden sıkılıyor ve başkalarının yanına gidiyor.
Pek mutlu olmadığım halimden anlaşılıyor olmalı ki, birgün Dayım ne derdim olduğunu soruyor. Anlatıyorum durumu. Böyleyken böyle, hoşlandığım kızın karşısında apışıp kalıyorum, konuşacak birşeyler bulamıyorum bir türlü, diye.
Dayım kitap okuyup okumadığımı soruyor. O güne kadar ders kitaplarının dışında sadece birkaç çizgi roman okumuşluğum var. "Olmaz" diyor Dayım, "Öykü kitapları, gazete filan okumalısın ki bilgin, kültürün artsın. O zaman sadece kızlarla değil, herkesle konuşacak konuların olur."
Dayımın bu önerisi aklıma yatıyor. Doğru ya, Ayşe'ye gidip de Kaptan Swing'in Kırmızı Urbalıları nasıl dövdüğünü anlatacak değilim herhalde!..
Mahallemizdeki kırtasiye dükkanında alıyorum soluğu. Çocuklar için hikaye kitabı olup olmadığını soruyorum kırtasiyeci amcaya. Rafları dolduran Kemalettin Tuğcu kitaplarını işaret ediyor. İki tanesini seçiyorum içlerinden; "Yetim Ali", "Köprüaltı Çocukları".
Haftasonu bir solukta okuyorum ikisini de. Okurken ağla ağla helak oluyorum, gözyaşlarımdan kitapların sayfaları hamura dönüyor. Allahım yarabbim, ne talihsiz çocuklarmış bunlar, dünyadaki bütün talihsizlikler, bütün kötülükler bu çocukları bulmuş.
Ertesi gün uzun teneffüste Ayşe'ye haftasonu okuduğum harika kitaplardan söz ediyorum. Merak ediyor, anlatmamı istiyor. Ben o zavallı çocukların başlarına gelen felaketleri anlattıkça Ayşe'nin önce dudakları büzülüyor sonra gözlerinden yaşlar boşalmaya başlıyor. Ben anlattıkça o ağlıyor, o ağladıkça ben hem anlatıyorum hem ağlıyorum. Güya muhabbet ediyoruz.
Ertesi gün öğretmenimiz teneffüste beni Müdür'ün odasına götürüyor. Buna bir anlam veremiyorum, ben birşey yapmadım ki.
İçeri girdiğimde Ayşe'nin anne ve babasıyla tanıştırılıyorum. Kızları okuldan gözleri ağlamaktan şişmiş bir durumda dönünce telaşlanıyorlar "Kızımıza kim ne yaptı?" diye. O gün Müdür'ün odasında oybirliğiyle benim ruhsal sorunları olan bir çocuk olduğuma karar veriliyor ve Ayşe'nin yanına yaklaşmam yasaklanıyor.
Hani okumak iyi bir şeydi?
Okumak bana ilk aşkımı kaybettiriyor ama ben bu işi seviyorum bir kere. Kısa süre içinde Kemalettin Tuğcu'nun yürek dağlayan romanlarından, Ömer Seyfettin öyküleri, Robinson Crouse ve diğer çocuk klasiklerine geçiş yapıyorum. Ortaokul ve lise yerli ve yabancı klasikleri hatmetmekle geçiyor. Artan zamanlarda da ders kitaplarına göz gezdiriliyor.
Lise yıllarımda gayet zengin bir kitaplığa sahip oluyorum. Zamanımın büyük bir bölümünü okuyarak geçiriyorum. Zaten harçlığımı alır almaz götürüp kitaba yatırdığımdan cebimde gezip tozacak param olmuyor bir türlü.
Benim kitap merakımı bilen arkadaşlarım da dadanıyor kitaplığıma. Düşünüyorum da, o günden bugüne benden okunmak üzere alınan ve iade edilmeyen kitaplardan şimdi sahip olduğum gibi bir kütüphane daha çıkardı herhalde. Sonunda maymunun gözü açılıyor da odamın kapısına bir yazı asıyorum; "Kitap isteme benden, buz gibi soğurum senden!"
Başkaları benden kitap çalıyor da ben başkalarından çalmıyor muyum? Çalıyorum valla. Bir zamanlar kitap çalmanın hırsızlıktan sayılmayacağı yönünde bir felsefeyi benimsemiştim. Hayatım boyunca başkalarının bir topluiğnesine tenezzül etmemiş olan bana, kitap sevgisi hırsızlık da yaptırıyor.
Hani okumak iyi bir şeydi?
Lise yıllarımda birgün koltuğumun altında birkaç kitap ve dergiyle evime gidiyorum. Nereden çıktıklarını anlamadığım 5-6 tane sarkık bıyıklı abi yolumu kesiyor. Meğer okuduğum kitap ve dergilerde onların görüşlerine karşı şeyler yazıyormuş. "Benim o işlerle ilgim yok abiler" diyorsam da dinletemiyorum. Tekrar yürüyebilmem için üç hafta geçmesi gerekiyor.
Hani okumak iyi bir şeydi?
O yıllarda devletin de okunmasından hoşlanmadığı kitaplar var. Polis evinizi basar da (Polisin evinizi basması için herhangi bir neden olması gerekmiyordu) kazara bu "yasak" kitaplardan birini bulursa vay halinize.
Hani okumak iyi bir şeydi?
Tahmin edeceğiniz gibi üniversite tercihimde de okuma tutkum rol oynuyor. Hayvan gibi puan almama rağmen gidip Basın-Yayın'a giriyorum.
İşe girdiğimde de okuma tutkum devam ediyor. 1+1 stüdyo tarzı bir daire tutarak ailemden ayrı yaşamaya başlıyorum. Kitaplar yatak (ve tek) odamdaki kitaplığa sığmaz olunca salona da bir tane kuruyorum. Birkaç yıl sonra sehpa, masa ve halının üzeri de kitap ve dergi öbekleriyle doluyor. Evimde rahatça oturacak, yeyip içecek yer bulamadıklarından dostlarım kapımı çalmaz oluyor. Derdime ancak 3+1 bir daire ilaç olabiliyor. Yalnız yaşayan bekar bir adam için hiç gereksiz bir masraf kapısı.
Hani okumak iyi bir şeydi?
Okumayı en sevdiğim türlerden biri polisiye edebiyat. Hatta bir aralar okuduğum eserlerin etkisiyle gaza gelip ben de polisiye öyküler, radyo oyunları yazıyorum. Polisiye yazabilmek için bilinmesi gereken Olay Yeri İnceleme, Önleyici Polislik, Adli Tıp, Kriminoloji, Soruşturma ve Sorgulama Teknikleri, Davranış Bilimleri ile ilgili kitaplar okumaya başlıyorum.
O sıralarda bir dostumun eşi tutturuyor, "İlla seni bir arkadaşımla tanıştıracağım, çok iyi anlaşacağınızdan eminim" diye. Bir akşam evime geliyorlar. Gerçekten de çok hoş, çok zeki bir hanım. Akşam boyunca pek güzel anlaşıyoruz. Kafa yapılarımız, mizah anlayışımız uyuşuyor. Tavırlarıyla O da benden hoşlandığını belli ediyor.
Bir ara lavaboya gidiyor. Döndüğünde eski halinden eser yok. Kalkmak istediğini, başının ağrıdığını söylüyor. Arkadaşım ve eşi de şaşkına dönüyorlar. Kadın arkasına bile bakmadan, adeta kaçarak gidiyor. Gidiş o gidiş.
Bütün gece düşünüyorum, ne oldu da keyfi kaçtı, söylediğim birşeyden mi hoşlanmadı, bir kabalık mı yaptım, diye. Bir cevap bulamıyorum.
Sabahı zor ediyorum. Arkadaşımın eşi gideriyor merakımı. Ben o sıralar polisiye edebiyatla yatıp polisiye edebiyatla kalktığım için evin her tarafı konuyla ilgili kitap ve notlarla dolu. Tuvalette bile okuyorum, not tutuyorum. Kadın o gün banyoda seri katillerle ilgili okuduğum kitaplardan birkaçını görüyor. Ve maalesef Adli Tıp notlarımı; ırza tecavüz olaylarında bulgu saptama yöntemlerinin anlatıldığı (üstelik resimli) notlar...
Arkadaşımın eşi gülmekten cümlelerini zor tamamlıyor, "Senin sapığın teki olduğunu düşünüyor. İkna edemedim bir türlü. Neredeyse benimle de selamı sabahı kesiyordu."
Yaa, işte böyle.
Hani okumak iyi bir şeydi?
Vallahi pes doğrusu Mehmet bey. Uzun bir aradan sonra güzel bir öykü ile yine aramıza dönmüşsünüz en başta buna çok sevindim diyebilirim. Bu anlattıklarınızın hepsi benim başıma gelmese de bazı hal ve hareketlere aşinalığımız var. Yasak yayınların olduğu dönemi mesela ben de gördüm. Ve arkadaşlarım, ah o arkadaşlarım. Benimkilerin de benden alıp getirmedikleri o dergiler kitaplar hilafsız sizinkiler kadar vardır. Bekarken bazen babam ile tartışırdık oğlum bu kadar kitabı ne yapacaksın alim mi olacaksın, gözlerine de yazık, parana da yazık derdi. Ben hala kitap okuyorum coşku ile. Sizin kitaplarda bir servettir mutlaka benimkilerde öyle. Parasal değerini söylemiyorum canım bize kattığı maneviyattan ve erdemlerden bahsediyorum tabi ki, bu servete paha biçilmez. Güzel bir öykü kaleminizden ve yüreğinden öykü fışkırıyor adeta çok ara vermeyin bizlere kendinizi okutmaya. Kutluyorum yürekten Mehmet Bey bu güzel öyküyü iyi ki varsınız...👍🤐👍